Hz. Rufeyde'yi tanıyalım
Medineli bir ailenin kızıydı, iyi yetişmiş, yetenekli bir hanımdı. Lat’ın kulu anlamına gelen Abdullat adındaki hurma taciri bir Medineli ile evliydi. Babasından öğrendiği kadarıyla şifa dağıtarak insanlara yardımcı olma gayretindeydi. Şahsiyetli, fedakâr ve müşfik bir hanımdı.
Eşi Abdullat hurma ticareti için Mekke’de bulunduğu günlerde, Muhammed
b. Abdullah adında bir şahsın Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini
iddia ederek insanları tek bir Allah’a iman etmeye çağırdığını duymuştu. Abdullat merak ettiği bu yeni dini öğrenmek
istemişti. Mekkeli dostlarından yeni din ve peygamber hakkında edindiği
bilgiler onun İslam’a ilgisini arttırmış, akabinde de bu yeni dine ısınmıştı Abdullat.
Medine’ye döndüğünde konuyu hanımına
anlatan Abdullat eşi ile birlikte
Medine’de İslam’ı anlatan Mus’ab b. Umeyr’i bulup ondan bu yeni din ve
peygamberi hakkında bilgi alırlar. Abdullat
eşi ile birlikte Mus’ab’dan r öğrendikleri İslam dinini çok sevmiş ve kısa süre
içinde bu güzel dini kabul edip Müslüman olmuşlardı. Abdullat, Lat’ın kulu anlamına gelen ismini, Allah’ın kulu anlamına
gelen Abdullah olarak değiştirmişti.
Bu vefakâr ve fedakâr hanımın eşi olan
Abdullah sağlık ve yardımlaşmada
örnek olan hanımına her zamankinden daha çok destek olur lakin ömrü vefa etmez.
Rufeyde/Rufayda
binti Sa’d’dan
bahsediyorum.
Medineli olan Rufayda mesleki olarak babasının yanında yetişmiş, öğrendiklerini
geliştirmiş, disipline etmiş bir sağlıkçı, bugünkü tabirle hekime-hemşire idi.
O dönem mesleki formasyon ve branşlaşma olmadığı için hekim aynı zamanda
pansuman yapan, ilaç hazırlayan, yaraları tedavi eden biriydi. Rufayda da tam olarak bu güzelliklere
sahip bir hanımdı. O artık bir yandan İslam için cehd ederken, diğer yandan da
herkese payına düşen şifa dağıtıcılığı görevini sürdürüyordu.
Sadece sağlıkla mı uğraşıyordu Hz. Rufeyde?
Hayır, öyle bir savaşçı idi ki Hayber’in
Fethinden sonra Peygamber as ganimet
dağıtırken Rufeyde’ye kılıcı ve
atıyla savaşan mücahidlerin payı kadar ganimet vermişti.
Bu kadar mı?
Hayır, Resul-i Ekrem sav bu savaştan sonra Hz. Rufayda ve hanım yardımcılarına ayrı ayrı günümüzde şeref madalyası olarak kabul edilen birer gerdanlık hediye etmişti. İslam Peygamberi Muhammed Mustafa as bu gerdanlıkları bizzat
kendisi hanımların boynuna takmıştı.
Hz.
Rufeyde r hem
savaşçı, hem hemşire hem de yetimlerin, kimsesizlerin kimsesi olarak Müslümanların
yetimlerine kol kanat geriyordu. Nerede kimsesi olmayan bir muhtaç varsa Rufeyde orada onlarlaydı.
İşte böyle bir değerimizi tanımadık,
tanımıyoruz.
Tanısak ne mi olurdu?
Hz.
Rufeyde r. bugün “hemşireliğin kurucusu" olarak
kabul edilen Florence Nightingale
adındaki İngiliz’den tam 1200 yıl önce hemşirelik yapmış, bu mesleğin eğitimini
vermiş, onlarca hemşire yetiştirmiş bir Müslümandı. Bundan 2 asırdan daha az
bir zaman önce (1854) Kırım Savaşı sırasında yaralı İngiliz askerleri Selimiye
Kışlası'nda tedavi eden Florence
tanınıyor,
Onun adına Müslüman ülkelerde
hastaneler kuruluyor,
Ama Rufeyde’nin adı bile anılmıyor.
Bu aymazlığın 2 önemli sebebi var:
İlki Müslüman âlimlerin şiddetle karşı
çıktıkları “Kadının ev dışında bir işte
çalışması” gibi yaklaşımlarıdır.
İkincisi ise bizim kendi değerlerimize
sahip çıkmayışımızdır.
Yoksa ilk sahra hastanesini kuran,
İlkyardım anlayışını ilk olarak
insanlığa kazandıran,
Sedye taşımacılığını öğreten,
Çeşitli karışımlarla ilaçlar
hazırlayan,
Savaşta yaralılara ve hastalara
yardımcı olmak için organizasyonu esas alan Rufeyde nasıl tanınmazdı?
Başkalarının bizi taklit ettiklerini
bilmeden taklitleri asıl kabul edecek kadar ezik ve geleneğimizden,
tarihimizden bihaber olduk. Nasıl oldu, neden oldu soruları elbette gereklidir
lakin her şeyden önce “değer”lerimizle
barışık olmadığımızı bilmemiz lazım ki onu da bilmiyoruz.