Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.65
Gram Altın
2411.72
BIST 100
10095.78
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Haziran 2020

''Kadına Şiddet'' Meselesi…


Görmüşsünüzdür, İsmail Küçükkaya’nın eşi bir yerlere çıktı ve evlilikleri boyunca defalarca şiddet ve hakarete maruz kaldığını söyledi.

“Aile içi” ilişkileri dışarıya taşıyan bu açıklamalar gündemin birinci sırasına yerleşince, sosyal medyadan şöyle bir paylaşımda bulundum:

“Dünya görüşünü ve tavırlarını hiç sevmediğim İsmail Küçükkaya’nın eşi bana ‘Evlilikte yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum” deseydi, onu “konuk” etmezdim. Bu tür aile içi meselelerle ilgili birçok konu geldi önüme, ‘hayır’ dedim.”

Evet, çok defa yaşadım bunu.

Çok malzeme geldi ama “aile içi ilişkilere” dair haber yapmadım, yazı yazmadım.

Bir eşin, aile işi ilişkileri “hayati tehlike, çocuklardan mahrumiyet” gibi çok önemli sebepler olmadıkça dışarıya yansıtması Anadolu Ruhu’na yakışmayan bir tavırdır.

Aile içinde yaşananlar konusunda iddia eden kadar, iddialara hedef olanın da söyleyecekleri vardır mutlaka.

Ne yani, ailelerde yaşananların hepsi “medyada” mı tartışılsın.

“Aile” kavramı daha fazla mı yaralansın?

“İsmail Küçükkaya Olayı”na da böyle baktım.

Ne var ki, ben ne yaparsam yapayım toplum böyle şeylere yakından ilgi gösteriyor.

Bu ilgiden dolayı gün boyunca birçok kıymetli okuyucumdan “konuya girmem” yönünde talepler geldi.

Hepsine teker teker izah etmeye çalışsam da…

“Bu durum eğer ‘bizim’ kesimden birinin başına gelseydi, dünyayı başına yıkarlardı. Siz de tutmuş, böyle diyorsunuz” yollu “serzeniş”lerin ardı arkası kesilmedi.

Her ne olursa olsun, ben aynı noktada durayım; İsmail Küçükkaya’nın“aile içi ilişkileri”ne girmekten uzak kalayım.

Öte yandan;

Bu tavrımda ısrarlı olduğumu gören kıymetli okuyucularımdan birinin “Tamam o vakit, meseleyi kişiselleştirmeyin; ‘kadına şiddet uygulayanlar, sözde kadın haklarını savunanlar boyutuyla inceleyin!” yollu teklifine “evet” demekte sakınca yok.

Faydalı olabilir hatta, bu vesileyle “ince” mesajlarımızı verebiliriz.

Efendim;

Toplumu kategorilere ayırmayı sevmem ama…

Bu toplumda “Laikçilik-Muhafazakârlık” ayrımı hiç bitmez, bunu bitirmeye gücüm de yetmez.

Fransa Tipi Jakoben Laiklik anlayışına iman eden “Laikçi”lerle, benim “Toprak kokan insanlar” diyerek tarif ettiğim “Muhafazakârlar” (Muhafaza-KÂRlar değil) adeta farklı dünyalarda yaşıyorlar.

Ben, bu dünyaların “ilkinde” büyüdüm.

Jakoben Lâikçilerin kahir ekseriyeti oluşturduğu bir çevrede.

Muhafazakâr aileleri, ”değişim yaşadığım” ileri gençlik çağımda tanıma imkânı buldum.

Mesleğin olmazsa olmazı “aşırı merak”saikiyle de her iki kesimi de yakından inceledim.

Gördüğüm o ki, jakobenlaik-çi kesimde kadına şiddet çok daha yaygın.

Bin türlü şiddet…

Fiziki şiddet gündemde, bir de o kesimdeki birçok hanımefendi üzerinde aşırı baskı var; “Hemcinsleri ile rekabet mecburiyeti”nden dolayı…

Gençliğimizde “bigudi” çok yaygındı, sonra Avrupa’dan “saç maşaları” getirildi, imkânları el verenler sık sık kuaförlere “işkence” görmeye, saçlarını perişan ettirmeye giderlerdi gönüllü olarak!..

Bütün bunların “kişisel bakıma önem vermenin” ötesinde bir anlamı vardı, “rakiplerinin gerisinde kalmamak.”

Bizim çevremizde, “Kendine iyi bakmazsan, onun da gözü dışarıda olur!” telkini çok fazlaydı.

Hatta ve hatta “Erkeğin elinin kiridir!” cümlesiyle “erkek yaramazlıklarına” meşruiyet kazandıran sözleri en çok hanımefendilerden duyardık.

Bu bir “yazgı” gibi algılanırdı, o süslü hallerinin örttüğü çok derin yürek sızıları vardı.

O tarz hayatların içindeki hanımefendilerden bazılarının kocalarından dayak yediklerini bilirim.

Dayaktan kaçıp bizim eve sığınmak zorunda kalanlar bile olmuştu, çocukluğumun iz bırakan sahneleri bunlar.

Kocalar, alkol aldıklarında aldıkları için; almadıklarında ise almadıkları için döverlerdi eşlerini.

O vakitler, “okumuş” kesimin kahir ekseriyeti “jakoben-laikçi” idi, (laik demiyorum bakın, laikçi diyorum) ve okumuş kesimde “eşe dayak” olayı çok rastlanır hallerdendi.

Sonra sonra…

Yukarıda da ifade ettiğim gibi, muhafazakâr aileleri yakından tanımama vesile olan değişimler oldu bende.

Bu ailelerde “kadına şiddet” hadiselerinin çok yaygın olduğunu düşünürdüm bir vakitler.

“Kafes arkasındaki kadın” figürü kafamın bir yerindeydi.

İçlerine girdikçe şunu gördüm ki, buralarda bırakın kadına şiddetin yaygın olmasını, “iktidar” erki büyük ölçüde hanımefendilerde.

Erkeklerde “saygı-korku karışımı” bir hâl dikkatimi çekti, cep telefonunun hayatımıza girdiği yıllarda bunu çok daha net bir şekilde gördüm; hanımefendi arayınca toplantının en yoğun anında, “Bir saniye” deyip dışarı çıkmalar genel hallerdendi.

Böyle durumlarda “Hanım arıyor, açmasan olmaz!” cümlesine eşlik eden gülümsemeler, aslında “hepimizin aynı durumdayız”ın ifadesiydi.

Muhafazakar politikacılarda da, hanımefendilerin “siyaseti belirleyen” bir konuma ulaşabildiklerini gördük; Merhum Turgut Özal’ın Muhtereme Eşleri Semra Özal Hanımefendi bu durumun bariz misallerindendi, hatırlarsınız o dönemleri.

Yani…

Demem o ki, imajlar ve gerçekler çok farklı.

Türkiye’de sözde kadın hakları savunuculuğunu kimselere bırakmayanların kadına çok değer verdikleri yönündeki “iddia”, kof algıdan ibarettir.

Muhafazakar erkekler genellikle aldıkları maaşı götürüp eşlerine verir ve içinden harçlık alırlar.

“Yuvayı yapan dişi kuştur” anlayışı bunda müessirdir.

İslâm, kadına çok özel bir yer vermiştir, öyle ki, rızası olmadıkça babasından kalan mirastan size “tek kuruş vermeme” hakkı bile vardır.

Jakoben laikçi kesimde hayat tamamen müşterektir, kadın kendisine kalan mirası istediği gibi kullanamaz, kullanmaya kalkarsa “ayıp”lanır.

Jakoben Laikçi bakış açısı, muhafazakârlardan yükselen “Kadın cinselliğini reklam aracı olarak kullanmayın” yollu itirazları “garipser”.

“Gericilik” olarak nitelendirir.

Otomobil lastiği satılmalıdır ve o lastiğin sunumu “cinselliğini alabildiğine sergileyen” bir kadın tarafından yapılırsa, satışlar artacaktır.

Daha çok dondurma satılması için “muhteris bakışlı” bir kadın figürünün kullanılması, laikçi jakobenizme göre “meşru”dur, hatta kapitalist sistemin gelişmesine katkı sağladığı için “sevap” bile sayılır!..

Ben eski halimde olsaydım, “Elbette, kadın cinselliği cironun arttırılması için kullanılmalıdır” derdim.

Bugün ise…

“Bu çok ayıptır, kadına şiddettir, kadının şahsiyetine saldırıdır!” diyorum.

Jakoben laikçi bakış açısı, dünkü halime “çağdaş” derdi, bugünkü halime ise “gerici” diyor.

Ben kadına şiddetin jakoben laikçi kesimde çok daha yaygın olduğunu iddia ediyorum, özetle.

Ha bu arada;

Topu bizim “sahaya” atıp…

“O tarafta da ne haller var, ne haller!” diye itiraz edenler olabilir.

Yok, öyle değil efendim.

Onlar, “Sonradan görme”ler…

Yani…

Muhafazakârlığı, “KÂR”ın muhafazası olarak görenler, jakoben laikçi dünya görüşüne çok daha yakındırlar!..

Ben, Toprak Kokan İnsanlardan bahsediyorum.

Ve toprak kokusunu kaybetmeyen insanlardan.

Anadolu’da kadının çok özel bir yere vardır.

Anadolu’nun büyük şehirlerde de yaşatılan evlerinde yönetim kadındadır.

Hatta…

Çoğu vakit “aşırı”ya kaçar bir halde.