Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Aralık 2023

​Keyifli sorumsuzluk

Alelade insan keyifli bir sorumsuzluk ile keyifsiz bir sorumluluk arasında gidip gelir. Yazarın görevi ise keyifsizliği keyfe, sorumsuzluğu sorumluluğa dönüştürmenin arayışlarından ibarettir. Bu süreçte kendi sanatına ve sanatının sınırlarına yaklaştıkça toplumsal ihmal, toplumun sorunlarına yaklaştıkça sanatsal bayağılık yüzeye çıkar. Durumu kurtaran ve sarkaca denge sağlayan tek şey şudur: Bayağılaşmadan, sanatın gerektirdiği tazyikten vazgeçmeden yazabilmenin imkanlarını aramak. Aslında bu formül aynı zamanda dehanın dünyaya bakışını da sanatın ışıkla birleştiği yeri de netleştiren bir durumu işaret eder. İşin özü şudur: Sanat var olanı güzelleştirmenin yöntemlerini dayatır. Varoluş ise özgürlükle ilgilidir ve varoluş olmadan güzellikten de güzelleştirmekten de bahsedilemez. Doğal olarak sanatın işlevi varoluşun üzerindeki perdeleri, ona yönelik tehditleri ve her türden köleleştirici ögeleri kaldırmak, bunu yaparken de mevcuda sayısız dokunuşlarda bulunmak biçiminde tezahür eder. Mutlak özgürlüğün olmadığı, kötülüğün kol gezdiği, haksızlık ve adaletsizliğin teneffüs edildiği süreç, ortam ve rejimlerde güce övgüler düzen, onu görünür kılmanın, meşrulaştırmanın yanı sıra sempatik göstermenin arayışında bulunan sanatçıların yüzündeki kiri ve kötülük lekesini tarih er geç ortaya çıkarır. Belki de dalkavukluğun en çok sırıttığı yüz, sanatçıya ait olandır. Gerçek sanatçıysa özgürlüğün olmadığı bütün toplumsal kurgularda müzmin bir muhalif, özgürlüğü engelleyen her türden mekanizmanın azılı bir düşmanıdır, hatta belki kendini zorlayarak tam da öyle olmak zorundadır. İnsan düşmanlığının düşmanlığını yapmayan kişiye sanatçı denmez. Evet, elbette dünya hiçbir zaman tam olarak özgür bir yer olmadı. İnsanın içindeki kinle büyüyen barbarlık bütün zamanların en hızlı koşucusu oldu. Sanatçı o koşucunun ayağına tekme takan, onu bulunduğu yere gömen, olmadı, geciktiren ve iyiliğe zaman kazandıran bir misyonun sahibidir. Sanatın ve sanatçının amacı sadece kötülüğün resmini çekmek olmamalı; o varlığıyla, bulunduğu bütün ortamlarda her ne pahasına olursa olsun onunla kavgaya tutuşmalı, bir düşmanlık ilişkisi kurmalıdır.

Haşim’in dediği gibi, sanatçı bir kanun koyucu, bir düzen tahkimcisi, bir inanç ve ahlak otoritesi değildir, belki hiçbir zaman da olmayacaktır, hatta olmamalıdır. Sanatçının birinci ve sonuncu görevi anlamaya çalışmaktır. Anlamaya çalışmak ve anladığı biçimiyle dünyayı olduğundan daha düzgün bir yere taşımanın telkinlerini oluşturmak, yazdıklarıyla iyiliğe yer açmak… Bir ruhu inceltmeye, bir yüzü güzelleştirmeye çalışarak o güzelliği insanlığın yüzüne yaymak… İşte bütün mesele budur, yazarlık bundan ibarettir. Ve ama bilinmeli ki anlamaya çalışmak kanun koyuculuktan, düzeni tahkim edişten, inanç ve ahlaktan bütünüyle müstağni değildir. Anlamaya çalışmak insan olma uğraşının en asil eyleyiş biçimidir çünkü. Bu da sanatçıyı kendisinden başlayarak bütün insanları, bedeninden başlayarak dünyayı ve eylemi, ruh halinden başlayarak yekun duyguları, içinde bulunduğu düşünsel evrenden başlayarak varoluşun her evresini anlama uğraşının profesyonel ve mutlak işçisine dönüştürür. Aynı işçilik, köleleştirenlere karşı özgürlük yanlılarının yanında konumlanmayı, kötülüğe karşı iyiliğin sözcülüğünü üstlenmeyi beraberinde getirir.

Varılan noktada sanatçılar ve yazarlar olarak dünyayı şekillendirecek gücümüz yok, bundan mahrumuz. Sanatçılar ve yazarlar olarak olanı olmamış gibi görüp göstermek de olmakta olanın mecrasını mutlak manada değiştirmek de elimizde değil. Ama bulunduğumuz her yerde, her ülkede, her coğrafyada ve her süreçte kalemimiz kötülüğe karşı yüzünü asabilir, cümlelerimiz kötülüğün yüzünü ekşiten buluta dönüşebilir, sesimiz vicdansızlığın kulaklarını sağır, söylemlerimiz barbarlığın gözlerini kör edebilir. Bunun, içinden geçtiğimiz süreçle doğrudan ilgisi var: İsrail barbarlığının ve Siyonist vahşetin uyguladığı şiddeti her yazar, bulunduğu yerden ve yan yana gelerek, ortak bir söylem eşliğinde haykırabilir. Bunu yapmalıyız. Son sözü barbarlığın söylemesine izin vermemeliyiz. Ateşe karşı su, suya karşı bulut, buluta karşı rüzgar olup kara bulutları kovmalı yerine mavilerini eklemeliyiz. Konuşmak gerekiyorsa konuşmalı, ağlamak gerekiyorsa ağlamalı, dövüşmek gerekiyorsa dövüşmeliyiz. Henüz varken, sonsuzluğun bir parçasıyken, buradayken, düşünebiliyor, elimiz kalem tutabiliyorken, şimdi, şu an… Uyuyanlar sonsuzluğa şarkı söyleyemez. Kötülük konuşurken susanlar güzel rüyalar göremez.

Dünyanın büyüsünü alıp onun yerine pürüzsüz yanılsamalar yerleştiren şey insanların tamamına yayılmış olan, onları içeriden ve dışarıdan kuşatan keyifli sorumsuzluklardır. Kanımıza işlemiş keyifli sorumsuzluklar dünyada olup biten vahşetleri, ucu bize hiç dokunamayacak kadar uzak ve abartılmayacak kadar sıradan felaketler gibi göstermektedir. Dünyanın bugün içinde bulunduğu en büyük felaket ve en az İsrail vandalizmi kadar tehlikeli olan ruh hali, kitlesel duyarsızlaşmanın yarattığı keyif yanılsamalarıdır. Sanatçı, keyifsiz sorumlulukları hatırlatarak insanların rahatını kaçırmalı, onları sokağa dökmeli ve bu zulüm karşısında birlikte hareket etmenin, kölelik karşısında özgürlüğün sesini bütün sokaklara akıtmanın fitilini ateşlemelidir. Dünyayı güzelleştirmenin tek yolu, içilen her Yahudi kahvesi keyfine bir damla çocuk kanı karıştırmaktır. Kötülükten midesi bulanmayan çağların nefes kokusu dünyayı elbette kirletir. Medyatik manipülasyonlarla istendiği kadar üzeri soslansın kötülüğün kokusu bir yolunu bulur mutlaka ötekileri bastırır. Dünyanın neresinde olursa olsun tekil bütün keyifler zehirlenmeli ve keyifsiz sorumsuzluklar her nefes alıp verişte ruhun boğazına bir kıymık gibi batmalıdır. Siyonist kötülüğü ve çocuk ölümlerini kişisel sorunu gibi algılamayan hiçbir sanatçı daha baştan, en başından insan olma sınavını geçmemiştir. Aramızdan bazıları kabul etmese bile hepimiz sanatçı olmadan önce insandık. Ve insanlık sınavını geçemeyen hiç kimseye tarih sanatçı olma payesini vermez.