Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2406.95
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Köylerimiz

Umumiyetle üç mevsim yaşanırdı köylerimizde. Hem de eşit olmayan üç mevsim.

Mayıs’ta başlayıp ağustos ortalarına kadar devam eden bahar mevsimi bir ayrı güzeldi. Anadolu’muzun her yerindeki gibi güzel mi güzel dağların karlı yamaçlarının altında, çağlayanların aktığı pak mı pak derelerin sularında, envaı çeşit çiçeklerden mürekkep yeşilliklerin kapladığı otlak mı otlak çayır ve tarlalarıyla rüyaların mekânı gibiydiler.

Köydekiler ya birbirinin akrabası ya da aynı aşiretten olduklarından yabancıları pek aralarına almazlardı. Kimseyi kırmadan bu isteklerini dile getirirlerdi.

— Bakınız ancak biz sığıyoruz bu mantar gibi toprak evlere. Hem bu güzel çiçekleri, narin dere ve tepeleri nasıl eşeleyip yeni yerler yapalım, deyip teklifleri nazikçe geri çevirirlerdi. Buna rağmen köydekiler hep şehre gitmeyi hayal eder oradaki yaşamı merak ederlerdi. Şehirdekilerse köylerin varlıklı ve doğal hallerini gizemli bulurlardı.

Bütün evleri topraktandı bu köylerin. Ama civar yerlerde bulunan ocaklardan kağnılarla getirilip çamurdan örülmüş taş duvarlı toprak evlerdi.

Duvarların üzerinde tabur nizamı altına alınmış gibi belli aralıklarla sıralanan o bembeyaz keranlar, tahtalar ve üzerlerine atılan topraklar köy evlerinin semasını kaplardı. Bilhassa zamanla dam(cı)layan, farelerin yuvası haline gelen bu evlerin damları yani tavanları yüzlerde oluşan yaşlılık çizgileri gibi geçmişin hüznünü andırır bir hal alırdı.

Yan yana dizilen odaların pencerelerinin önünde hep sekiler vardı. Oralarda oturan eşler bir taraftan köyün bütün güzelliklerini seyreder ve köye gelenleri görür diğer taraftan önlerine konulan çayları yudumlayarak aşklarını ve ıstıraplarını konuşurlardı.

Evlere bitişik olan tandır evleriyse, modern yapılardaki mutfaklardan daha fazla iş görür, daha fazla uğranılan mekân olarak yerini alırdı.

Evin etrafına yapılan hayvan evleri eve ayrı bir sıcaklık ve canlılık katardı. Köylülerin hayvanlarına ne çok ihtiyaç duydukları gerçeği bu birlikte yaşama ile görülürdü.

İnsanların evi kadar hayvanların da evleri vardı köylerde. Mesela yeni doğan kuzuların yerleri olan kozlara özel alanlar ayrılırken büyük başlı ve koca cüsseli atların, inek ve boğaların, eşek ve katırların da evi ayrı ve özel olurdu.

Bu evlerin arasında bazen tavuklar için punlar (kümes) da yapılırdı. Horozların sabah ötüşleri evin bitişiğindeki hayvanların yerlerinden hemen duyulurdu.

Tavukların yumurtaları sabah kahvaltılarının hemen imdadına yetişirdi. Özellikle çatcınkırların, çöreklerin en taze ve estetik tamamlayıcılarıyken, öğlen yapılacak çılbırların da lezzet artırıcısı olurlardı.

Hele çocukların o yumurta getirme maceraları ve tavukları yumurtalarının üzerinden kaçırma oyunları görülmeye değerdi.

Dışarıda, lakin evin odalarına bitişik kazların, hindilerin ve ördeklerin o sevimli ve güzel evleriyse köyün peyzajına ayrı bir hava katardı. Kapadokya’daki doğal yapılar gibi görülen ve üzerindeki kirsiz bembeyaz karın o asil duruşuyla poz veren bu yapılar sanki Yedi Cücelerin evleri gibi gelirdi insana.

Hem bahar mevsiminde köyün en güzel peyzajı olan yeşillikler arasındaki o bembeyaz mantarları andıran tezek kalakları dışarıdaki kanaryaların ve sığırcık kuşlarının bazen de keklik ve yabani güvercinlerin yuvası gibiydiler.

Hayvanların evlerinin o saçak aralarına sığınan kış kuşlarının çıkardıkları sesler köydeki diğer hayvan seslerine ve insan bağırışlarına karışınca bir de etrafı fırtına kaplayınca köyün peyzajı hayret ve heyecan dolu tabloları andıran bir vaziyet alırdı.

Köylerin tam karşı yamaçlarının düzlüğünde duran dört köşeli veya piramidimsi sıra sıra dizilmiş cesim yapılar gibi duran ot tayaları ise tilki ve tazıların bazen de kurtların ve onları kovalayan köyün asil köpeklerinin yuvaları gibi dururdu.

Çeşmeleri de dışarıdaydı köylerin. Köyün çok yakınında çıkan kaynakların suları bu çeşmelerden akar bazen de uzaklardan getirilen o buz gibi soğuk ve berrak sular bu çeşmelere hayat verirdi.

Sürekli kova(bédré)larla bu çeşmelerden su taşınırdı. Hava güzel olunca çeşmelerin başındaki sohbetlere doyum olmazdı. Söğüt ağaçları ve çeşmelerden sürekli akan suların oluşturduğu yeşilliğin köyün peyzajına kattığı güzellikse doğal bir tablonun en anlamlı karesi gibiydi.

Karlar erimeye başlayınca sular da coşmaya başlardı. Dereler, çeşmeler ve kulateynler artık tehlike arz ederdi kar sularından.

Sonra beyaz örtünün altında görülen toprak karalıkları bu sularla yavaş yavaş yüzlerine bin bir çiçek ve yeşilin tonlarından ve desenlerinden örülü bir örtüyü etrafa arz ederdi. Biz de mektepliler olarak köylerimizin en çok bu halini özlerdik.

Okul bitip köyümüze geldiğimizde artık bu yeşilliklerin ömrünü tamamladığını yani ot biçme zamanının yaklaştığını söylerdi babalarımız.

Baharın heyecanı gitmiş, bütün hareketiyle kışa hazırlık olan yazın işleri başlardı. Cennetten köşeleri andıran köylerin de çehresi yavaş yavaş değişmeye başlardı.

Eylül ayından başlayıp kasım ayının ortalarına kadarki dönemler köylerin sanki ihtiyarlığa adım atmış zamanı andıran, her an beyaz kefene bürünecek bir hal almaya hazırlanan devri gibiydi. Artık yeşilliğin esamisi okunmazdı. Boz veya kahve rengi dediğimiz soğuk renklerin şiddetli rüzgarlarla her tarafı kapladığı sevimsiz mekânlara dönüşürdü köylerimiz.

Kışın hazırlığı kendini hissettirir, şehirle olan irtibat en yüksek seviyeye çıkardı. İhtiyaçlar şehirden hızla temin edilirdi. Uzun zaman irtibatın kesileceği mevsim başlamadan çok sık şehre gidilir ve alışverişler tamamlanırdı.

En geç aralık ile başlayıp nisan ayının sonuna kadar sürecek olan kış ayı ise bütün eksikliklerine rağmen köylülerin en evcimen olduğu mevsimdi. En güzel sohbetler bu mevsimde yapılır, en güzel komşuluk ilişkileri bu zamanda gelişir, ailenin en sıcak yuva zamanı bu aylarda olurdu. Artık köyün tek rengi vardı ve her yer beyazdı. Yaz ve güz aylarının kavgaları olmazdı bu mevsimde. Çünkü beyaz kar bütün sınırları eşitleyip tek sınır haline getirirdi. Karın adaleti herkese huzur verirdi. Evler dahi beyaz karlar arasında sevimli bir hal alır lakin bazen ağırlığına dayanamaz yere çöküverirlerdi.

Bütün yoksul ve yoksunluklarına rağmen anlatmakla bitmeyecek nice hüzünlü ve huzurlu yaşantıların mekânıydı köylerimiz.

Ya şimdi?..