Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Ekim 2023

Kusursuz şebeke

Dünya ekonomisi ve dolayısıyla siyaseti; Vanguard, Black Rock, State Street, Fidelity, NewYork Mellon, JP Morgan, Morgan Stanley, Goldman Sachs, Capital Research gibi küresel çapta yatırım bankacılığı yapan, toplamda 30 trilyon dolardan fazla parayı yöneten, hepsinin birbirinde olan yönetim kurulunda temsil hakkını içeren ortaklık paylarıyla müthiş bir örümcek ağını oluşturan, gizli bir şebeke tarafından yönetilmekte.

Pepsi, Coca Cola, Apple, Nestle, Mc Donald’s, Microsoft, Alphabet, Meta, Amazon, Warner Bros, Tesla, Toyata, Mercedes, British Petroleum, Novartis, Boeing, Starbucks, Domino’s gibi aklınıza gelebilecek binlerce küresel şirketin tamamında var olan yönetim kurulunda temsil hakkı içeren ortaklık payları ile dünya ekonomisinin yönetiminde direksiyonu elinde tutan; kendi aralarındaki insanı şaşkın bırakan ortaklık yapılarıyla bu muazzam gücün arkasındaki üst akılı perdeleyen bu yapı tam anlamıyla başta ulus devletler olmak üzere tüm insanlığı köşeye sıkıştırmış durumda.

Finans dünyasının içinde adeta bir kara delik oluşturan, aslen İngiltere’de Kral’ın dahi müdahale edemediği, City of London olarak isimlendirilen ve birkaç kilometre karelik bir alanda özel yasalara tabi olacak şekilde konuşlandırılan, devlet içinde bir devlet olarak nitelendirilen, 19.yüzyıldan bu yana dünya finansını yöneten küçücük bir toprak parçasından dünyaya yayılan bir gücün yansıması olarak ortaya çıkan bu şebeke, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD ekonomisine sonrası tam anlamıyla entegre olduktan sonra Batı dünyasının iktisadi ve siyasi anlamda yönetimini ele geçirmiş durumda.

Bugün dünya borsalarından işlem yapan en büyük yatırım bankalarının ve devasa yatırım fonlarının tamamını elinde tutan, bu sayede özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarında türlü oyunlar çeviren, bu yatırım bankaları ve fonlar aracılığı ile ulus devletlerin bankacılık sistemlerine ortak olan bu şebekenin küresel aktörleri IMF, Dünya Bankası, FED, ECB, BoE gibi kuruluşların kararlarında da son derece etkililer.

Sadece bu saydığımız ekonomi-finans alanında faaliyet gösteren kuruluşlar da değil; yaptıkları yüksek tutarlı bağışlar ve kuruluşların sahip oldukları bütçelere/fonlara verdikleri yönetim tavsiyeleri ile UNESCO, WFP, FAO gibi örgütlerin yönetimini de en tepedeki temsilcileri sayesinde kontrol altında tutuyorlar.

Dünyanın en büyük medya holdinglerinde olan ortaklı payları ile tam anlamıyla siyasetten-ticaret, hattında olağanüstü bir gücü ellerinde tutuyorlar. Sosyal ve siyasal hayatın öne çıkacak ya da yerin dibine sokulacak aktörlerini belirleme gücünü ellerine veren, onlarca küresel çapta yayın yapan televizyon kanalı, gazete, film yapım şirketi, radyo ve dergiyle tüm dünya milletleri üzerinde diledikleri şekilde algı yönetimi yapabilecek güce sahipler.

Bu yazıda ismini anmadığımız fakat sizin aklınıza gelen daha yüzlerce Batı’lı dev şirketin ortaklarının arasında (Google üzerinden firma adı ve shareholders yazarak sorgulayabilirsiniz) Lordlar Ligi üyelerini görmek mümkün. Doğrudan ortaklığını göremediğiniz birçok firmaya da dünya çapında birçok ülkenin borsasında faaliyet gösteren Bank of America, Citigroup, JP Morgan vb. yatırım bankaları aracılığı ile hisselerini ellerinde tutarak ortak oluyorlar.

İngiltere’nin Londra şehrinin içinde bulunan ve tamamen finans dünyası için kanunları dahi özel tasarlanan bir alandan, yüzlerce yıllık bir sürecin sonunda büyüyüp dünyaya yayılan ve özellikle de ABD’ye konuşlanan akıl almaz bir sermaye gücünün ürünü olan bu şebekenin tüm sektörler ve ulus devletler üzerindeki gücünü bırakın tam olarak kavramayı, hayal etmek dahi çok zor.

Her ne kadar en güçlüleri yaklaşık 10 trilyon dolarlık muazzam bir büyüklükle Black Rock gibi gözükse de ortaklık yapıları incelendiğinde Lordlar Ligi’nin amiral gemisinin Vanguard olduğu anlaşılmakta. Ligin üç numaralı büyüğü ise State Street olarak karşımıza çıkıyor. İşin garibiyse dünyayı finansını yöneten bu üç firmadan en erken kurulanın dahi böyle muazzam bir güce rağmen sadece 48 yıllık bir geçmişe sahip olması. Daha da enteresanı tamamının birbiri ile olan karmaşık ortaklıkları takip edildiğinde firmalarla örülü ağlar içerisinden hiçbir gerçek kişiye ulaşılamaması. Yani firmaların sahiplerinin Vanguard’a kadar birbirilerinin sahibi olması ve Vanguard’da ise ortaklık yapısının paylaşılmayıp isimleri zikredilemeden şirket tarafından binlerce ortağın var olduğunun ilan edilmesi.

Tüm bunlarla beraber şirketlerin üst düzey yöneticilerinin kariyer geçmişleri ve sosyal ilişkileri araştırıldığında, yine ortaklık yoluyla kontrol edilen diğer büyük eski yatırım bankaları ile olan münasebetler incelendiğinde karşımıza Lordlar Ligi’nin bir Yahudi sermayesi ligi olduğu gerçeği çıkıyor.

Ortaçağdan buyana finans alanında yaptıkları çalışmalar ve İngiltere Merkez bankasının 17. yüzyıldaki faaliyete başlamasından buyana, başta City of London’ın krala verilen borç karşılığı kurulmasını sağlamak gibi Londra’da gösterdikleri faaliyetler düşünüldüğünde Lordlar Ligi’nin Yahudi bankerlerin 4 asırlık çalışmalarının sonucunda ortaya çıkmış devasa bir finans organizasyonu olmasına şaşırmamak lazım.

19.yüzyılda yaşanan Napolyon Savaşları ile beraber ciddi manada siyasallaşan bu sermaye gücünün tarihte karşımıza siyasi manada en net olarak çıktığı ilk sahne hiç kuşkusuz Balfour Deklarasyonu’dur.

Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un imzasını taşıyan ve onun adıyla tarihe geçen Balfour Deklarasyonu ile İngiltere hükümeti, o sırada Osmanlı toprağı olan ve Yahudi nüfusun küçük bir azınlık olduğu Filistin'de, "Yahudi halkı için ulusal bir anayurt kurulmasını" destekleyeceğini bildirmişti.

Balfour, deklarasyonu, İngiltere’de City of London’ın bir numaralı bankeri olan Yahudilerin liderlerinden Lord Walter Rothschild'a hitaben gönderilen bir mektuba ekli olarak gönderilmişti.

Lord Rothschild, Yahudilerin "tarihi anayurt" saydıkları, Şeria/Ürdün Nehri'nin doğu yakasından Akdeniz'e kadar uzanan, o sırada Filistin denilen topraklarda bağımsız bir devlet kurma ülküsü, yani siyonizmin en önde gelen savunucusu ve İngiltere Siyonist Federasyonu'nun da başkanıydı.

Deklarasyon metni, Lord Rothschild'a mektupla gönderildikten bir hafta sonra 9 Kasım 1917 günü gazetelerde de yayımlanmış ve böylece kamuoyunun konuyla ilgili bilgisi olmuştu.

Bu aynı zamanda dünyanın en güçlü ve etkili ülkesi tarafından siyonizme verilen ilk açık destekti.

Yukarıda adı geçen şebekenin dünyanın en güçlü firmalarındaki (ki çoğu ABD firması) ve dünya finansını yöneten devasa yatırım fonlarındaki/bankalardaki ortaklık payları ile beraber tarihsel bir kayıt olan İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un mektubu aynı anda kadraja alınca, İsrail'i ziyaretinde bunca zulümlerine rağmen açıktan açığa "Bir Yahudi olarak da buradayım." ifadesini kullanan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın anlamak son derece basitleşiyor. Sadece aktörlerin isimleri değişmiş o kadar. Dün 1. Dünya Savaşı sonlarında finansal açısından çökmek üzere olan İngiltere, Yahudi bankerlere ne kadar muhtaçsa bugün ABD’de onlardan çok daha muhtaç durumda.

Hasılı, tarih tekerrür etmeye, İsrail ise dünya finansını ele geçiren destekçileri sayesinde zulm etmeye devam ediyor…