Kusursuz şebeke
Dünya ekonomisi ve dolayısıyla siyaseti; Vanguard, Black Rock, State Street, Fidelity, NewYork Mellon, JP Morgan, Morgan Stanley, Goldman Sachs, Capital Research gibi küresel çapta yatırım bankacılığı yapan, toplamda 30 trilyon dolardan fazla parayı yöneten, hepsinin birbirinde olan yönetim kurulunda temsil hakkını içeren ortaklık paylarıyla müthiş bir örümcek ağını oluşturan, gizli bir şebeke tarafından yönetilmekte.
Pepsi, Coca Cola, Apple, Nestle, Mc Donald’s, Microsoft,
Alphabet, Meta, Amazon, Warner Bros, Tesla, Toyata, Mercedes, British
Petroleum, Novartis, Boeing, Starbucks, Domino’s gibi aklınıza gelebilecek
binlerce küresel şirketin tamamında var olan yönetim kurulunda temsil hakkı
içeren ortaklık payları ile dünya ekonomisinin yönetiminde direksiyonu elinde
tutan; kendi aralarındaki insanı şaşkın bırakan ortaklık yapılarıyla bu muazzam
gücün arkasındaki üst akılı perdeleyen bu yapı tam anlamıyla başta ulus
devletler olmak üzere tüm insanlığı köşeye sıkıştırmış durumda.
Finans dünyasının içinde adeta bir kara delik oluşturan,
aslen İngiltere’de Kral’ın dahi müdahale edemediği, City of London olarak
isimlendirilen ve birkaç kilometre karelik bir alanda özel yasalara tabi olacak
şekilde konuşlandırılan, devlet içinde bir devlet olarak nitelendirilen,
19.yüzyıldan bu yana dünya finansını yöneten küçücük bir toprak parçasından
dünyaya yayılan bir gücün yansıması olarak ortaya çıkan bu şebeke, 2. Dünya
Savaşı sonrası ABD ekonomisine sonrası tam anlamıyla entegre olduktan sonra
Batı dünyasının iktisadi ve siyasi anlamda yönetimini ele geçirmiş durumda.
Bugün dünya borsalarından işlem yapan en büyük yatırım
bankalarının ve devasa yatırım fonlarının tamamını elinde tutan, bu sayede
özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarında türlü
oyunlar çeviren, bu yatırım bankaları ve fonlar aracılığı ile ulus devletlerin
bankacılık sistemlerine ortak olan bu şebekenin küresel aktörleri IMF, Dünya
Bankası, FED, ECB, BoE gibi kuruluşların kararlarında da son derece etkililer.
Sadece bu saydığımız ekonomi-finans alanında faaliyet
gösteren kuruluşlar da değil; yaptıkları yüksek tutarlı bağışlar ve
kuruluşların sahip oldukları bütçelere/fonlara verdikleri yönetim tavsiyeleri
ile UNESCO, WFP, FAO gibi örgütlerin yönetimini de en tepedeki temsilcileri
sayesinde kontrol altında tutuyorlar.
Dünyanın en büyük medya holdinglerinde olan ortaklı payları
ile tam anlamıyla siyasetten-ticaret, hattında olağanüstü bir gücü ellerinde
tutuyorlar. Sosyal ve siyasal hayatın öne çıkacak ya da yerin dibine sokulacak
aktörlerini belirleme gücünü ellerine veren, onlarca küresel çapta yayın yapan
televizyon kanalı, gazete, film yapım şirketi, radyo ve dergiyle tüm dünya
milletleri üzerinde diledikleri şekilde algı yönetimi yapabilecek güce
sahipler.
Bu yazıda ismini anmadığımız fakat sizin aklınıza gelen daha
yüzlerce Batı’lı dev şirketin ortaklarının arasında (Google üzerinden firma adı
ve shareholders yazarak sorgulayabilirsiniz) Lordlar Ligi üyelerini görmek
mümkün. Doğrudan ortaklığını göremediğiniz birçok firmaya da dünya çapında
birçok ülkenin borsasında faaliyet gösteren Bank of America, Citigroup, JP
Morgan vb. yatırım bankaları aracılığı ile hisselerini ellerinde tutarak ortak
oluyorlar.
İngiltere’nin Londra şehrinin içinde bulunan ve tamamen
finans dünyası için kanunları dahi özel tasarlanan bir alandan, yüzlerce yıllık
bir sürecin sonunda büyüyüp dünyaya yayılan ve özellikle de ABD’ye konuşlanan
akıl almaz bir sermaye gücünün ürünü olan bu şebekenin tüm sektörler ve ulus
devletler üzerindeki gücünü bırakın tam olarak kavramayı, hayal etmek dahi çok
zor.
Her ne kadar en güçlüleri yaklaşık 10 trilyon dolarlık
muazzam bir büyüklükle Black Rock gibi gözükse de ortaklık yapıları
incelendiğinde Lordlar Ligi’nin amiral gemisinin Vanguard olduğu anlaşılmakta.
Ligin üç numaralı büyüğü ise State Street olarak karşımıza çıkıyor. İşin
garibiyse dünyayı finansını yöneten bu üç firmadan en erken kurulanın dahi
böyle muazzam bir güce rağmen sadece 48 yıllık bir geçmişe sahip olması. Daha
da enteresanı tamamının birbiri ile olan karmaşık ortaklıkları takip
edildiğinde firmalarla örülü ağlar içerisinden hiçbir gerçek kişiye
ulaşılamaması. Yani firmaların sahiplerinin Vanguard’a kadar birbirilerinin
sahibi olması ve Vanguard’da ise ortaklık yapısının paylaşılmayıp isimleri
zikredilemeden şirket tarafından binlerce ortağın var olduğunun ilan edilmesi.
Tüm bunlarla beraber şirketlerin üst düzey yöneticilerinin
kariyer geçmişleri ve sosyal ilişkileri araştırıldığında, yine ortaklık yoluyla
kontrol edilen diğer büyük eski yatırım bankaları ile olan münasebetler
incelendiğinde karşımıza Lordlar Ligi’nin bir Yahudi sermayesi ligi olduğu
gerçeği çıkıyor.
Ortaçağdan buyana finans alanında yaptıkları çalışmalar ve
İngiltere Merkez bankasının 17. yüzyıldaki faaliyete başlamasından buyana,
başta City of London’ın krala verilen borç karşılığı kurulmasını sağlamak gibi
Londra’da gösterdikleri faaliyetler düşünüldüğünde Lordlar Ligi’nin Yahudi
bankerlerin 4 asırlık çalışmalarının sonucunda ortaya çıkmış devasa bir finans
organizasyonu olmasına şaşırmamak lazım.
19.yüzyılda yaşanan Napolyon Savaşları ile beraber ciddi
manada siyasallaşan bu sermaye gücünün tarihte karşımıza siyasi manada en net
olarak çıktığı ilk sahne hiç kuşkusuz Balfour Deklarasyonu’dur.
Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un imzasını taşıyan ve onun
adıyla tarihe geçen Balfour Deklarasyonu ile İngiltere hükümeti, o sırada
Osmanlı toprağı olan ve Yahudi nüfusun küçük bir azınlık olduğu Filistin'de,
"Yahudi halkı için ulusal bir anayurt kurulmasını" destekleyeceğini
bildirmişti.
Balfour, deklarasyonu, İngiltere’de City of London’ın bir
numaralı bankeri olan Yahudilerin liderlerinden Lord Walter Rothschild'a
hitaben gönderilen bir mektuba ekli olarak gönderilmişti.
Lord Rothschild, Yahudilerin "tarihi anayurt"
saydıkları, Şeria/Ürdün Nehri'nin doğu yakasından Akdeniz'e kadar uzanan, o
sırada Filistin denilen topraklarda bağımsız bir devlet kurma ülküsü, yani
siyonizmin en önde gelen savunucusu ve İngiltere Siyonist Federasyonu'nun da
başkanıydı.
Deklarasyon metni, Lord Rothschild'a mektupla gönderildikten
bir hafta sonra 9 Kasım 1917 günü gazetelerde de yayımlanmış ve böylece
kamuoyunun konuyla ilgili bilgisi olmuştu.
Bu aynı zamanda dünyanın en güçlü ve etkili ülkesi
tarafından siyonizme verilen ilk açık destekti.
Yukarıda adı geçen şebekenin dünyanın en güçlü
firmalarındaki (ki çoğu ABD firması) ve dünya finansını yöneten devasa yatırım
fonlarındaki/bankalardaki ortaklık payları ile beraber tarihsel bir kayıt olan
İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un mektubu aynı anda kadraja alınca,
İsrail'i ziyaretinde bunca zulümlerine rağmen açıktan açığa "Bir Yahudi
olarak da buradayım." ifadesini kullanan ABD Dışişleri Bakanı Antony
Blinken’ın anlamak son derece basitleşiyor. Sadece aktörlerin isimleri değişmiş
o kadar. Dün 1. Dünya Savaşı sonlarında finansal açısından çökmek üzere olan
İngiltere, Yahudi bankerlere ne kadar muhtaçsa bugün ABD’de onlardan çok daha
muhtaç durumda.
Hasılı, tarih tekerrür etmeye, İsrail ise dünya finansını
ele geçiren destekçileri sayesinde zulm etmeye devam ediyor…