Dolar (USD)
32.53
Euro (EUR)
34.79
Gram Altın
2442.45
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 May 2015

Mesai saatinde yaşamak

Hiçbir başarı kolay elde edilmiyor ve hiçbir başarı tesadüfu00ee değil. Yatarak zafer kazanana şahit olmamıştır herhalde dünya. Emeğin alından damla damla düşmesiyle çiçeğe durur umut tomurcukları.

Büyük başarılar elde etmiş kişilerin hayatına baktığımızda onlarda mesai saati kavramını görmeyiz. Saatlerin, vakitlerin ortadan kalktığı bir hummalı çalışma sonucunda elde etmişlerdir başarıyı.

Dünyayı değiştirecek icatlar yapan mucitleri görüyoruz. Binlerce kez deneyerek ulaşıyorlar hedeflerine. Gece gündüz demeden, yılarını vererek ortaya koyuyorlar eserlerini. Yaptıkları icatlarla da tüm insanlığa faydalı oluyorlar.

Devlet memuru zihniyetiyle çalışarak bir adım yol gitmek mümkün değil. Mesai saati kavramıyla çalışarak ancak sıradan bir vatandaş olmak mümkündür. Hem de en sıradan. Sabah kalkış saati belli, öğle saati hep aynı, akşam hep aynı saatte eve ulaşılacak, aynı saatte uykunun derinliğine dalınacak. Bütün bunlar yapılırken kendisi için, bakmakla yükümlü oldukları için ve memleket için ne yapacak; bunun cevabı da belli, kocaman bir hiç.

Evine rızık getirmek, ev halkının ihtiyaçlarını gidermek, kendi ihtiyaçlarını gidermek zaten herkesin yapması gerekenler. Hatta bunu bütün canlılar yapıyor. Önemli olan herkesten farklı olabilme gayreti. Farklı olmak demek sıra dışı olmaya çalışarak toplumsal değerleri göz ardı ederek yaşamak değil elbette. Yapması gerekenlerin dışında artı neler yapıyor, onlara bakmalı.
Siyasetçileri görüyoruz. Seçim yaklaştıkça köy, kasaba demeden her yere ulaşmak için koşturmaya devam ediyorlar. Koşacak, gidecek, anlatacak ve emeğinin karşılığını almayı bekleyecek.

Devlet memuru zihniyetinin temelinde mesai saati vardır. Belli saatlerin dışında memura bir şey yaptırmak çok da mümkün değildir. Bunu yaptırabilmek için kesenin ağzını açmak gerekir. Mesai saatleri dışında bir şey istediğinde, "Ücret var mı?" gibi bir soru ile çoğu kez muhatap olmak mümkündür.

Bin bir emekle programlar hazırlıyoruz. Bunu da seve seve yapıyoruz. Şikayet etmeden, büyük bir keyifle hem de. Fakat içimizde hep şu tedirginlik oluyor. "Acaba izleyici yeteri kadar gelecek mi?" Milli Eğitim kanalıyla yapılan programlarda gönüllük esası denen o hassas çizgiye kimsenin riayet ettiği zaten düşünülemez. Hayatını mesai saati içerisine hapsetmiş birinden gönüllü olarak bir programı izlemesini beklemek ancak hayal olur.

Okullara yazı gider. Belli sayıda öğrencinin ve öğretmenin izleyici olarak programa katılması istenir. Resmi bir yazı ile programa katılması istenen öğretmenler elbette bundan çok da hoşnut olmadıkları için program ne olursa olsun ilk fırsatta salonu terk etmenin yollarına bakarlar. "Zorla getirildiku2026" deyip ahkam kesen cümlelerle kendilerini de savunurlar. Programı hazırlayan kişilerin aylar süren emeği onlar için çok da önemli değildir. Mesai saatleri biter bitmez salonu getirdikleri öğrencilerle birlikte terk etmeyi de meziyet sayarlar.

Sürekli program hazırlayan biri olarak resmi yazı ile izleyici getirilmesini savunan biri değilim. Aklı saatinde, okey masasında, arkadaşlarıyla yapacağı bol dedikodulu sohbetlerde olan birilerinden çok da bir şey beklememek gerek. Kitapların sayfalarını sadece ders saatinde açan, kitap okumadan öğrencilerine kitap okuyun diyen, yapılan her şeyi eleştiren, hayatını ekders ücretlerine endeksleyerek yaşayanlardan gelecek adına ne beklenir düşünmek gerek.

Çocuğu için öğretmen arayanları eleştirmesin kimse. Herkes işini en iyi yapanı arıyor. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz kişilerin işlerini nasıl yaptığına bakarak bu kararı vermemiz en doğal hakkımız. Buna itiraz edenler, biraz kendilerine çeki düzen verip mesai saati yerine vicdan saatlerini dinlerlerse bir nebze olsun gelecek nesiller adına umut vaat eden cümleler kurmayı başlayabiliriz.