Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.81
Gram Altın
2405.06
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 May 2019

“Örtülü Feministler” Meselesi!..

Bir yazıdan:

“İslam düşmanları yıllardan beri İslam’a aile üzerinden saldırdı. ‘İslam kadına değer vermiyor…’ gibi söylemler maalesef, bazı Müslümanlar üzerinde etkisini gösterdi.

Bir de 28 Şubat Süreci yaşadı ülkemiz.

Müslümanlarının bir kısmı yıllardan beri ‘aşağılık kompleksi’ yaşıyor.

Sanki memleket kendilerininmiş gibi, din düşmanlarının: ‘Arabistan’a gidin!’ naraları Müslüman memleketinden Müslümanları kovma çabaları, psikolojik olarak Müslümanlar üzerinde bir ‘aşağılık kompleksi’ oluşturdu maalesef ki.

28 Şubat sürecinden sonra gerek erkeklerde, gerek kadınlarda bir ‘modern görünme’ , ‘Aman biz sizin zannettiğiniz gibi değiliz, biz de çok moderniz…, bizi sevin!’ yaltaklanmaları onlara benzemek için verilen tavizler neticesi…

Din düşmanlarının nefretini artırırken, ‘tavizkâr Müslümanları’ ise dinlerinin karşıtı davaları savunur hale getirdi.

Eskiden din düşmanlarından duyduğumuz sözleri, artık dindar olma iddiasındaki kişilerden duymaya başladık.

Artık din düşmanlarının savunduğu davaları –kimi- başörtülü kadınlar savunuyor.. (...)

Ve bu kadınlar Müslümanlara, din karşıtlarından daha fazla zarar veriyorlar. Başörtüsü üzerinden aşağılanan kadınlar, birikmiş öfkelerini erkeklere çevirdiler ve feminist oldular. (!)”

Evet…

Buraya kadarını okudunuz; bir Hanımefendi’den, Yazar Sema Maraşlı’dan.

MESELE NE?

Bu kardeşiniz, ağabeyiniz, dostunuz, kızdığınız, sevdiğiniz, sevmediğiniz adam; her neysem, ben…

“Muhafazakâr Camia” ile gençliğinin hayli ilerleyen aşamalarında tanışmış ve o sütü bozuk 28 Şubat darbecilerinin terör estirdikleri yıllarda, mağdur ve mağdurelerin haklarını savunmak için gövdesini değil, başını taşın altına koymuş bir memleket evlâdı…

O günleri birebir yaşayan…

Bir gazeteci.

Gerçekten çok rezil bir şekilde aşağılanıyordu insanımız.

O başörtülü hanımefendilerin uğradıkları hakaretlerin haddi hesabı yoktu; neler neler yaşıyorlardı anlatamam…

İffetleri hedef alınıyordu; benlikleri, ruhları, kılık kıyafetlerinden önce…

Sokaklarda “Seni türbanlı (!!!) ” Hakaretlerine maruz kalanları bilirim, emanet aldığı baba otomobilinin üzerinde, tornavida gibi bir cisimle işlenmiş “Yobazlara geçit yok!” yazısını gören bir Hanımefendi, ağlayarak beni aramış ve “Canım memleketimi bırakıp yurt dışına gideceğim, dayanamıyorum artık!” demişti.

Başörtülüler sürekli olarak tahkir ediliyor, küçümseniyordu.

O vakitler karşı tepki olarak “kokana” diyerek işaret ettiğimiz tipler, onlara “Kafes arkasına kapatılmaya mahkûm kullar!” olarak bakıyor ve her fırsatta aşağılıyorlardı.

Hakarete uğrayan hanımefendiler de, aslında öyle olmadıklarını ispat edebilmek için mücadele ediyor, “Kültürlü olduklarını” ispata çalışıyor, “Sol kaynakları da okuduklarını” göstermenin gayreti içine giriyorlardı.

Onlardan aşağı kalmama çabası!..

Ne olduğunu değil de, ne olmadığını anlatma gayreti!..

Sonra sonra…

Bir şeyler değişti memlekette.

Siyaset yoluyla bir yerlere gelindi, bir takım imkânlar ele geçirildi…

Sonra, sonra…

“Eşitim ben, eşitim, eşitim, eşitim” mesajı vermek istercesine “dik”lenen “birey”ler gördük; “Hür doğdum hür yaşarım, sana ne sana ne, köle miyim sana ben, ay sana ne sana ne!” makamında tavırlarla karşılaştık.

Bunda “sonradan görme” kimi muhafazakâr erkeklerin gözlerinin dışarıya kayması da etkili olmuştu, bunları da gözlemledik…

Bir rekabet duygusu sardı ruhları, çokları başkalaştı, eksenler kaydı…

“Muhafazakâr Sosyete”, Ankara’nın Çukurambarına ve İstanbul’un “Fındıklı”sına vesairesine yöneldi; “Nargile” bir “sosyalleşme” manivelası olarak görüldü; arabalar, en lüksünden, en pahalısından…

Çok masraflı daha doğrusu israflı “tesettür”lenmelerve etrafa doluşmuş bir dolu dar pantolon, slim gömlek, havalı otomobil gösterişleriyle nice “genç” figürler...

Ne muhabbetler gördük;

“Londra’dan bir ev aldım abi!”

“Bana da baksana oğlum, kendine Müslüman!”

“Ayıpsın, söyleriz sana da kaptırırlar bir tane!”

Memleket meseleleri ekranlarda sadece ve köşelerde; özel muhabbetler genellikle başka meseleler üzerine, “Para pul ara bul, dünya iki kulplu kazan, tut bir ucundan sen de kazan!”

Bal ile parmak ilişkisi, markası bile var değil mi!

Bir de “takım”lar; “milli” değil tabii, başka türlü, başka türlü takımlar…

Ekipçilik!..

Yani, topyeküne yakın bir eksen kayması oldu; eksenler fena kaydı, hayli fena!..

Bütün faturayı “örtülü feministlere” çıkartmak doğru olmaz yani, hepimizde var biraz biraz…

Yani…

Demem o ki…

Şimdi…

Neredeydik nerelere geldik; kimlerle yola çıktık ve kimlerle devam ettik?

Neyi niçin yaptık, bunların muhasebesi…

Nereden geldik, nereye gidiyoruz; herkes “hususi tarihine” dönebilir, oralarda takılıp kalmadan…

Hayli vakittir; bilhassa da son dört, beş senedir büyük bir “arayış”a şahitlik ediyoruz…

Her gittiğimiz yerde “değerlerimizden” bahsediliyor;

Bize ait kavramların “içlerinin nasıl boşaltıldığına” dair nice cümleler kuruluyor, izlerin birbirlerine, nasıl karıştığına dair çok şeyler söyleniyor…

Her gittiğimiz yerde, her kurulan sohbet halkasında, bir şeyleri “arayan” insanları görüyorum.

Bu güzel, “tefekküre gidiş” ise bu çok güzel.

Şöyle diyerek bitirelim:;

Kadın kadındır ve erkek de erkek…

Herkes tabiatını yaşasın, eksenler daha fazla kaymasın.

Ha bir de, “delikanlılığın” cinsiyeti olmaz ya…

Delikanlı olalım!...