Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 Ekim 2018

''Papaz Mapaz Bahane'' demiştik ya!…

İyice tartışmalı hale gelmiş bulunan “Gizli Tanık Sistemi”ndeki “müthiş çark!” hadisesinin ardından…

Papaz’ın Avukatı konuşuyor:

“Dağ fare doğurdu. Müvekkilim çok iyi bir din adamı!”

Papaz’dan da savunma;

“Ben va Türkiye’yi şoooh sevmek!”

Hele hele “Dengesiz Başkan” Trump, twitter üzerinden “kibir ve istihza” yüklü mesajlar göndermeye başlayınca, sıkıntım iyice artıyor.

Hani…

“Tahliye” kararının çıkacağına dair “tahminimizi” hayli vakit önce dile getirmişiz de…

Karşı tarafın adeta “dil” çıkartması moralimizi iyice bozuyor haliyle.

Fena halde bunalıyoruz…

Bir de aramalar, gelmeler, gitmeler…

Okuyucusuna “Ne vakit istersen ulaşırsın efendim!” özgüveniyle “açık çek” veren bir yazarın, Uyutmadınız kardeşim, sanki kıvıran gizli tanıklardan biri de benim, sanki kararı ben verdim!” demeye hakkı mı var?..

Duygu ve düşüncelerini ifade etmek üzere gelen gidenlerin, arayan mesaj gönderenlerin bir kısmını uzun yıllardır tanıyoruz, bazılarının evlerine dükkânlarına misafir olmuşluğumuz var, 28 Şubat’ın en şedit günlerinde bize gelenlerin çocukları hatta torunlarıyla da görüşüyoruz.

Bu kesimde yer alanlar “çile”yle pişmiş vatan evlâtları; yerli, milli ve çoğunlukla da dar gelirli!..

Hani…

Uçağa tanka kafa atan, varsa 100, 200 doları memleketi için “bozduran”lardan.

Şuurlu insanlar, öyle dünyaya ve devletler arası ilişkilere “at gözlüğüyle” bakanlardan değiller asla.

Deseniz ki, “Bekâra boşamak, boşanmak kolay!” ve deseniz ki “Sırtında yumurta küfesi mi var?”, elbette bunların mânâlarını çok çok iyi bilirler.

Türkiye’nin nerelerden nerelere geldiğini, bu yolda ne mücadeleler verildiğini, ne zorlukların aşıldığını da en iyi onlar idrak ederler.

“Arka kapı diplomasisi” nedir, “Kan tükürüp ‘Kızılcık şerbeti içtim.’ demek” nice bir şeydir, nasıl tefekkür etmezler…

Son birkaç yılda en “popüler” Padişah haline getirilmiş olan Cennet Mekân Abdülhamit Han’ın, ülkesini daha büyük badirelerden korumak için ne yaman “fedakârlıklarda” bulunduğunu da bolca okumuşlardır.

*****

SULTAN ABDÜLHAMİT’İN İNCE SİYASETİ… YARBAY’IN İLGİNÇ YAZISI!

Malûmlarıdır ki…

Merhum Padişah, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı topraklarını paylaşmaya hazır olduklarının bilinciyle bir yandan imparatorluğu güçlendirmeye çalışırken, diğer yandan da vakit kazanma çabası içine girmişti.

“Düşmanı oyalamak için”, Afganistan’daki Emir Şer Ali Han’dan “İngiliz korumasını” kabul etmesini istemesi de bu “ince taktik” çerçevesindeydi.

Okuyucumun da çok iyi bildiği gibi…

Merhum Padişah, Osmanlı’nın paylaşılmasını engellemek için Amerika’yla “iyi ilişkiler” tesis etme gayreti cihetine de yönelmişti.

Filipinlerdeki Müslümanlara “Amerikalılar İslam’a karşı değil, İspanyollara karşı savaşıyorlar.” mesajını gönderen Halife Abdülhamit Han, böyle yapmak suretiyle Filipinlileri Amerika’ya karşı savaşmamaya ikna etmişti.

Filipinlerdeki Zamboanga Eyaleti’nin Valisi olarak görev yapan Yarbay John Finley’in, karşılık bulan ikna çabası hakkında yazdıkları ilginç:

“Amerikan hükümeti, Elçi Oscar S. Strauss aracılığıyla Müslümanların halifesi olan Sultan Abdülhamit’ten Filipinlerdeki Müslümanlar adına harekete geçmesini rica etti. Padişah, ‘Halife’ sıfatıyla Filipin Müslümanlarına bir mesaj göndererek, Amerikan idaresi altında ‘dinlerine müdahale edilmediği sürece’ onları Amerikalılara karşı herhangi bir husumet içine girmekten men etti.

Başkan MCKinley, bunun üzerine Bay Strauss’a (Büyükelçi), başardığı işten dolayı (Halife’yi böyle bir mesajı göndermeye ikna etmesinden dolayı) bir ‘teşekkür mektubu’ gönderdi ve bu sayede ‘en az 20 bin Amerikan askerinin canının kurtarıldığını’ söyledi.”

Evet, Abdülhamit Han, o çok güç şartlarda, Amerika’nın desteğini alabilmek için Filistinli Müslümanlara böyle bir mesaj gönderiyordu.

Boğazına çökülen bir İmparatorluğu yok olmaktan kurtarmak için yapılan “fedakârlıklara” dair nice misal var…

Uzun yıllardır görüştüğümüz okuyucularımız elbette bunları bilir, “Masanın o tarafı ile bu tarafı” arasındaki farkları elbette idrak eder.

“Papaz Davası”nın geldiği aşamaya dair soru işaretlerini bildiklerinin ve ferasetinin yardımıyla değerlendirir…

Lâkin, bütün bunlar bazı noktalarda “ikaz etmemesini” gerektirmez.

Hatta, gerektiğinde ikaz etmenin “Vatan Borcu” olduğunu bilir.

*****

TABAN İLE TAVAN ARASINDAKİ İLETİŞİMDE SIKINTILAR VAR!..

Nice dost okuyucum, hayli vakittir bu borcu ifa etmek üzere gayret gösteriyor, mesajlarını “yukarıya” ulaştırabilmek için elinden ne geliyorsa yapıyor.

Lâkin…

“Taban” ile “tavan” arasındaki iletişimde

-nedense- büyük kopukluklar dikkat çekiyor.

Böyle olunca da…

“Vatandaşın mesajını tam olarak alamadık, bundan dolayı da vahim sıkıntılar meydana geldi!” yollu değerlendirmelere şahitlik ediyoruz.

“Taban”, olan bitenden sonuç çıkartmaya, yapılanları anlamlandırmaya gayret ederken…

“Tavan” güçlü retoriğiyle bir şeyler anlatmaya, motivasyonun kaybolmasını engellemeye, “metal yorgunluklarını” gidermeye uğraşıyor.

Çok zor bir süreç, “taban”daki için de “tavan”daki için de…

Bir yandan “eski günlere” hatta çok daha kötü günlere saplanıp kalma, “Sevr”i yeniden yaşama noktasına gelme ihtimali…

Diğer yandan da ümitler, heyecanlar, beklentiler, mecburiyetler, alternatifsizlik, vesaire…

“Papaz mapaz bahane” demiştik ya, Trump’un “Rahibi Bırakmazsanız Başınıza Geleceklerden Sorumlu Değilim!” yollu tehdidini twitter üzerinden savurduğu ilk gün…

Mesele net:

Bölüp, parçalamak, yok etmek istiyorlar…

İsrail her geçen gün mesafe kat ediyor meşum emellerine doğru ve İslam Âlemi “çaresizlik” batağında…

Teslim alınmamış çok az ülke kaldı, Mısır’dan Suudi Arabistan’a, nice “Osmanlı Beldesi” iyice elden gitti.

Türkiye de elden gider mi?..

Gitmez inşallah.

Çok dikkatli olmak gerek, zemin kaygan ve beklentiler de “Tavan”a asılmış durumda!..

Okuyucum bunların hepsini görse de…

Bir takım “gelişmeleri” anlayışla karşılamaya gayret etse de…

Bazı noktalarda soru işaretleriyle dolu…

Mesela…

“Papaz” meselesi madem “salt yargının işi”

Ya da…

“Böyle” denilmesi ABD’yle ilişkilerdeki “mütekabiliyet”in gereği…

Niçin, bunca “laf” edildi, bunca “haber”de, bunca “yazı”da ısrarla “ajan” dendi, “casus” dendi, vesaire dendi?..

Niçin kamuoyu, sonrası hesap edilmeden böyle yönlendirildi?..

Niçin binlerce haber, niçin bunca değerlendirme, açıklama?..

“Hakkında ciddi iddialar var ama bu konudaki kararı Yüce Türk Yargısı verecektir” de dendi ama bu mesajı örtecek çok daha “ileri” şeyler de söylendi.

“Hüküm içerikli” haberler yüzünden piyasalar “olumsuz” yönde etkilendi, niye?..

Bakın, tersinden misal:

ABD’si, Almanya’sı FETÖ’yü alabildiğine destekleseler de…

İş lâfâ geldi mi; “Bu hususta bir değerlendirmede bulunmamız doğru olmaz, bunlar tamamen yargının işidir!” diyor ve kestirip atıyorlar.

Medyaları da üç aşağı beş yukarı aynı çizgide…

Alttan alta, “gazetecilik yapıyormuş gibi” görünerek, ustalıklı yöntemlerle destekleyerek veriyorlar mesajlarını…

İşte “Papazı serbest bırakma” hadisesinin öncesinde yaptıkları…

Nasıl da algı oluşturdular ve algıyı nasıl da yönettiler…

“Bizim medyamız” ne yaptı onlar böyle ustalıkla algı oluşturup yönetirken?..

İşte…

Büyük bir gayretkeşlikle, “hüküm” başlıkları attı, “yargı”ladı, hatta “ağırlaştırılmış müebbede” mahkûm etti kafadan, sonrasını “hiç” düşünmeksizin!..

Bu işlerin sonuçta Türkiye’yi ve memleket evlâtlarını faiz batağına sürüklemek isteyen “tefecilerin” işine yarayacağını hiç düşünmeksizin!..

Az geriye dönüp bakın, ne haberler, ne hükümler…

Kamuoyunu bu yöne kanalize et…

Farklı bir sonuç çıkınca da…

Al sana “tabandan” tepkiler, al sana yerel seçime giderken bir sıkıntı daha!..

*****

McKinsey olayında da öyle olmadı mı, Sayın Erdoğan konuşuncaya kadar “McKinsey güzellemesi” yapanların…

Cumhurbaşkanı’nın “Biz bize yeteriz, bilgi de almayacağız bunlardan!” demesi üzerine nasıl da “ters köşe” olduklarını ibretle izlemedik mi?..

“McKinsey anlaşması mutlaka iptal edilmeli” dediğimiz için bize hücum edenleri de not edenler etmedi mi?..

*****

Efendim…

Bu işin birçok yönü var…

Sayın Cumhurbaşkanı Kızılcahamam Kampı’nda, “ders çıkartmak” üzerinde durmuştu, biz de bu sütundan birkaç “dersi” işlemeye gayret etmiştik.

Neyse…

Bugün, hava çok bulutlu.

Biraz daha tefekküre ihtiyaç duyuyorum…

Ey kıymetli okuyucum, ey benim kadim dostum, biraz nefes aldıralım ruhumuza, kalbimize, zihnimize…

Bir gün bile yeter!