Sinema dizi derken
Kimi zaman seyretmekten yaşayamadık.
…
Salgın döneminde malum çalışmalar da
dahil evde olunca, çoğumuz tam bir sinema tahakkümü altında yaşadık. Şahsen
ben, neredeyse bazen günde üç-dört film izliyordum. Hikâyeden hikayeye,
kaderden kurguya atlayan biz zihnin aptallaşmasını yaşıyordum.
Bu daha önceleri, sinemaya -kitap
okumayı engelliyor- diye kem bakmak gibi kişisel bir sevabımdan tövbekar olmam
anlamına gelen bir çabaydı. “Evde hayat var.” sözünün, “Evde sinema var.”
anlamına geldiği günler çok oldu. O çok sevdiğim sokaklara sinema üzerinden
çıkmaktaydım.
Serbestlik başladığında elbette sahilde,
dağda bayırda soluk aldık, alıyoruz. Film seyrini de iyice seyreltmiş olmalıyız.
Sinema ve dizi sektörünün birbirlerine
karşı sert eleştirileri malum. Kimi sinemacılar veya sinema seyirci kitleleri
dizi, özellikle de yerli dizi seyretmeyi küçük düşürücü bulur. Bunu yapanı
statüko olarak gözden çıkarırlar. Kimileri de bir sektörden aldığını diğerinde
batırmak için meşru görür. Tıpkı reklam filmcisi yönetmenler veya yapımcılar
gibi…
Yine şahsen ben, bu defa da bir diziye
tutuklandım. Seyr esnasında bir sonraki bölümü yazıyor ve elimden geldiğince
diğer izleyeni rahatsız ediyorum. Tahmin edilmeyen ilerlemeler pek nadir
oluyor. Olduğunda çok etkileniyorum. Fakat daha çok sinemada oluyor böyle
sürprizler.
Sonunda kafamdaki hayali senaryo
ekibimin rumuzuna Tezcan kelimesini yakıştırdım. Olayları perçeminden yakalıyor
ve acilen adaleti sağlıyor. Mümkün olsa hemen üçüncü, beşinci bölümde ekrandaki
yeryüzünde asayiş berkemal olmuş, adalet tesis edilmiş oluyor. Fakat tabi
sektör çöküyor. Hikayeyi uzattıkça uzatan, bölümleri sonsuza doğru ilerleyen,
olayların zincirini kıramadığı için iyice tutuklanmış ve aptallaştırılmış
seyirci kitlesini olay yerinde saatlerce diken, kitleye kendi hayatını
unutturacak derecede başka hayatları büyük, sükseli dürbünden veya büyük
anahtar deliğinden dikizlettiren sektör
çöküyor hayalimde…
Derken bir overlokçu geliyor semte. Sette
sağlanan sessizliği sağlayamıyoruz seyr esnasında. Müezzinler kadar
overlokçular da müdahil ses masasına. Film “kenarları” beş dakikada kesilir ve
overlok yapılır oluyor.
Nadiren de olsa sinema etkisini
yakalayabilmiş dizilerin -hele de tutunduysa- gereksiz bir şekilde uzatıldığı
kanaatindeyim. Olayları hemen bağlayıp bitirmek istediğime bakılırsa
sinema akıllı bir dizi senaryocusuyum.
İnsan ömrü kısaysa bu da kısa olmalı diyorum. Kısa filmi kast etmiyorum. Kısa
keselim hayat havası olsun diyorum. Ekrana gereğinden fazla tutukluluk yaşamı
göz göre göre öldürmektir diyorum. Vizyon esnasında seyretme alışkanlığı yoksa
bile arkası yarın veya haftaya değil arkası bugün, hatta arkası dün bile
olabilir dizilerin…
Dizilerin sonunu beklemek çok yorucu.
Sonuna ulaşıldığında bir sonraki bölümün başlangıcı çok kritik. Bayat filmle
çekilmiş sürpriz fotoğrafın heyecanıyla bekler gibi, hem güzel hem zor.
Gereksiz erime. Kalp kasımızı hedef alıyor dizilerdeki adaletin, yüzleşmenin
gecikmesi. Türlü çeşitli, başka meşgalelerle bölünüp dağıldığı ve kaybolduğu
için, hayatımızın içinde sabretmek dizilerdekine sabretmeye nazaran daha kolay.
Fakat bir dizide, her şeyi bırakmış ekrana odaklanmışken ekranın elleri kolları
gerçeği hakikati her şeyi bağlaması, bir hayal akımında bizi çaresizlik
işkencesine vermesi dayanılır gibi değil. Hayaldeki sokağa yürüttüğüm öfkem
gerçek hayattaki adaletsizliklere gelince neden bu denli öfkeli, cesur olmuyor?
Kendimle oturup bir konuşmalıyız bunu.
Siz de kendinizle oturup konuşmalısınız.
Bu arada acaba hangi diziden bahsediyor
dediğinizi duyar gibiyim.
En başında dedim ya:
Kimi zaman seyretmekten yaşayamadık.
Kendi yaşamımızı seyredemiyoruz, ondan
mı bu seyretmeye olan açlığımız?