Dolar (USD)
32.29
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2398.18
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Ağustos 2020

Sulandırma


Şeytanların taşlandığı, kurbanların kesildiği, maddi ve manevi bir ibadet olan hac ibadetinin yapıldığı yevmül nahr (Kurban Bayramı) vesilesiyle rabbimden üzerimizde döndürülmek istenen kaos rüzgarlarının bir an önce sona erdirmesiini dileyerek geçmiş bayramınızı tebrik ediyorum.

Bu kurban bayramını pandeminin gölgesinde idrak ettik. Bu günlerde kamuoyu üzerinde İstanbul Sözleşmesi, Sosyal Medya Düzenlemesi ve ifade özgürlüğü, Ayasofya’nın ibadete açılmasına bağlı olarak hilafet tartışmalarının rüzgarları estirildi.

Terör ve Kaos özgürlüğü

Türkiye’yi hala bir müstemleke gibi görmek isteyen zihniyet Sosyal Medya Düzenlemesi’ni Almanya başta olmak üzere birçok ülkede örnekleri olmasına rağmen ifade özgürlüğüne müdahale gibi lanse etti. Trump’ın Tik Tok’u kapattığı bir dönemde ülkelerin seçimlerine bile operasyonlar yapıldığı bu mecranın kanunsuz kalarak Türkiye’nin operasyonlara açık tutulmasını isteyen bu ahmakların gerçek niyetlerinin ifade özgürlüğü değil, sosyal terör ve kaos özgürlüğü olduğu gün gibi açık.

Atatürk kalkanlı Türkiye düşmanlığı

Ayasofya’nın ibadete açılmasında milletin arzu ve istek selinin karşısında duramayacaklarını bilenler Osmanlı hukuku-Cumhuriyet hukuku, Atatürk-Erdoğan çatışması ile hutbede kılıç ve lanet üzerinden sulandırma ve bulandırmaya çalıştılar.. İdari işlem hukuk kararından sonra geldiği için de cılız bir geçmiş hukuk-şimdiki hukuk gündemi olsa da Atatürk-Erdoğan çatıştırması fitneleri ellerinde patladı. Kala kala ellerinde kılıç ile çıkılan hutbe ile Atatürk’e Diyanet İşleri Başkanı’nın lanet okuyup okumaması kaldı. Bu aklı evvellere göre, hutbenin hiçbir yerinde Atatürk ile ilgili tek bir söz ve ima geçmemesine rağmen, Vakıf Malına dokunan lanetlenir sözü üzerinden, Ayasofya Atatürk döneminde kapatıldı. O zaman bu adam Atatürk’e lanet okudu niyet okuması ile Ayasofya’nın açılmasında fiili rol oynayan diyanet işleri başkanının kelleşeni istediler. En azından Başkanı istifaya sürükleyerek, engel olamadıkları Ayasofya’nın ibadete açılışı sonrasında da batılı efendilerine hala biz size çalışıyoruz, sizin argümanlarınızla fitne üretmeye devam ediyoruz mesajlarını gönderdiler.

Hilafet-İmamet-Saltanat meselesi İslam’ın ilk yıllarından beri tartışılır durur. Yıllarca Siyonistlerin, Ermeni komitacıların, Rum isyancıların, Bulgar çetecilerin ve arkalarındaki düveli muazzamının bin bir fitnesine rağmen milim kımıldatamadıkları Halife Sultan 2. Abdülhamit Han’ı tahtan indiren olayların başlangıcının 31 Mart olduğunu sakın unutmayalım. Bu adamlar güya Halife’yi şeriata uymamakla suçlayarak, Harekat ordusuna zemin hazırladılar. Yani gavurun yapamadığı düşmanlığı, batılıların diz çöktüremediği için tek adam olarak lanse ettikleri Abdülhamit Han’a, devletlerine ve milletlerine karşı İslam kisvesiyle yaptılar.

Aslolan devletin ve milletin bekasıdır

Hükümetin ve Cumhuriyetin anlamı ve kavramında saklı tutulan Hilafet makamının görevlerini hükümetin yürüttüğü kanun açıkça söylüyor. Yani Türkiye, Irak ve Suriye ile de, Libya ile de Azerbaycan ile de, Yemen, Sudan, Etiyopya, Pakistan, Bangladeş, Arakan, Bosna-Hersek, Kosova, Sancak, Çeçenistan Afganistan ile de açıkçası Osmanlı bakiyesi ümmeti muhammedin tümüyle kendi bekası için batılılar gibi çıkar hesabı yapmadan ilgilenmek zorundadır. Bunun adına hilafet te deseniz siyasi otorite de deseniz, Kudüs ile ilgilenmeyen Türkiye’nin kendi ayağına kurşun sıktığını, Libya ile ilgilenmeyen Türkiye’nin kendi idam fermanına imza attığını, Irak ve Suriye ile ilgilenmeyen Türkiye’nin kendi tabutuna çivi çaktığını görürsünüz. Adına ne derseniz deyin emperyalizme rağmen tarih ve coğrafyanın Türkiye’ye yüklediği misyon mazlumlara sahip çıkma liderlik yapma misyonudur. Hilafet tartışmalarını körüklemek isteyenlerin Türkiye’nin emperyalizme karşı yürüttüğü mücadelede enerjisini içeriye çekme gayretleridir.

İstanbul sözleşmesi yanlış kulvarda

Ve son tartışma İstanbul Sözleşmesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un bu sözleşmenin kaldırılacağını açık açık ifade etmesinin ardından, konunun dönüp dolaşıp, Abdurrahman Dilipak’ın köşe yazısındaki ‘Fahişe’ kelimesine odaklanmasının olayın nasıl sulandırıldığını görmemiz açısından büyük önemi var.

İstanbul Sözleşmesi’ne gelince, Türkiye’nin ulusal egemenliğindeki konuların uluslararası kuruluşlara havale edilmesine oldum olası karşı olmuşumdur. Sözde insan hakları, işkence gibi konuların altına atılan imzalarla AİHM kararlarıyla ödediğimiz tazminatın haddi hesabı yok. Batı İHD gibi kuruluşlara verdiği fonların kat ve kat fazlasını Türkiye’den alıyor, hem de istediği zaman denetleme ve söz söyleme hakkını kendinde tutuyor. Terör ve teröristi korumaya alarak terörle mücadeleye sekte vuruyor. Analarımızın, kızlarımızın, bacılarımızın, eşlerimizin öldürülmemesi için Batı’nın vesayetine kültürel olarak da, hukuki olarak da ihtiyacımız yok. Kadınlarınız sizlere Allahın emanetleridir, kadınların erkekler, erkeklerin kadınlar üzerinde hakları vardır anlayışını bir kenara iterek, böyle bir teahhüd maazallah yarın Avrupa Konseyi ve batının alacağı eşcinsel evlilikler dahil birçok sapkınlığa kapı aralayan karara uymak, uymazsak da bedelini ödemek durumunda bırakabilir bizleri. Ölümün ilacı ölümdür. Cinayetlerin ve terörün bitmesini istiyorsak, öldürenin öldürülmesi yani idam konusunu hukuk sistemimize sokmalıyız. Gerisi işin sulandırılması anlamına geliyor.

Polonya’ya bakarsanız gerçeği görürsünüz

Bu şüpheyi sadece biz duymuyoruz. En son Polonya isyan etti. Polonya’nın itirazı Okullarda çocuklara toplumsal cinsiyetin öğretilmesini zorunlu kılması ile feminist lobinin eşcinsel ideolojiyi meşrulaştırma hedefiyle İstanbul sözleşmesinin imzalandığı yönünde. Konuyu Anayasa mahkemesine götüren Polonya’nın bu sert çıkışı karşısında AB, Polonya’nın LGBT’ye aldığı tavır sebebiyle LGBT’siz 6 belediyesine hibe yardımlarını kesti. Gerekçe ise AB’nin temel hak ve değerlerine üye ülkeler ve kamu yetkilileri tarafından saygı duyulmaması.

Polonya’nın çıkışının Avrupa’da büyük bir çatlak oluşturacağını düşünen AB, ‘sözleşmeyle ilgili kavram yanılgıları veya yanlış anlaşılmalar var ise yapıcı diyalog içinde bunları çözmeye hazırız’ teklifinde bulundu.

Yıllar yılı kadın sağlığı dinilerek AÇEV tarafından kadınlarımız kısırlaştırıldı ve nüfus artışımız kontrol altına alınmak istendi. Almanya çocukları koruma yasasını bahane ederek Müslüman çocukları ailelerinden koparıp dininden uzaklaştırıyor, Belçika hayvan refah yasasına uymadığı gerekçesiyle uyuşturmadan kestikleri için kurban kesen Müslümanları cezalandırıyor.

Bu ahval üzerine KADEM’in İstanbul sözleşmesini kadına şiddet gibi dar bir perspektiften göstererek gerçek maksadını gizleyen açıklamalarını da AK Parti’nin koskoca yazıda bir ‘Fahişe’ kelimesinden nem alarak Dilipak’a dava açmasını da, Dilipak’ın konjonktür gözetmeksizin, AK Parti’yi hedef almasını da yanlış buluyoruz. Taraflara konuyu lütfen sulandırmayın diyoruz.

Kötülüğe giden yol iyilik taşlarıyla süslenmiştir ve Akıllı düşman, ahmak dosttan hayırlıdır diyoruz. vesselam…..