Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

07 Temmuz 2014

TANRI'YI DİZAYN ETMEK

Din ve hayatı birbirinden kopuk iki ayrı fenomen olarak değerlendirip dini işlevselleştirme, insanoğlunun kadim hastalıklarından birisidir. Hz. u00c2dem'in (AS) oğullarından Kabil'in ya da Kur'an-ı Kerim'de bir şekilde kıssalarda geçen Hz. Nuh'un oğlunun ve olumsuz prototiplerin temel sorunları da bu çerçevede ortaya çıkar. Onlar, Tanrı karşısında kendilerine bir yer açmaya teşebbüs etmişler; hayatın içinde var olan sınıfsallıklar, güç ve konumları Tanrı'nın dünya ve insanla ilişkisini yeniden düzenleme boyutuna götürmeye çalışmışlardır.

Din, insanın dünya ve Tanrı ile ilişkisini sürekli taze ve diri tutarak donmadan düzenlemeye çalışır. Bu ilişkilerin bir yerde dondurulması ve sabitlenmesi, dinin arzuladığı değişim ve kendisini sürekli yenilemeyi atlar. Nihayetinde İnsanın Tanrı ve dünya ile din üzerinden kurduğu ilişkilerin tarihin bir anında sabitleştirilmesi ve geleceğe doğru dondurularak Tanrı ile ilişkilerin süreksizleştirilmesi putperestlik dediğimiz şeyi oluşturur. Bu bağlamda putperestliğin iki temel özelliği olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, Tanrı ile ilişkinin dondurulması ki, insanın bir varlık olarak bir şekilde kendisi, dünya ve Tanrı üzerinde düşünmesinin sürekliliğini engeller. Bu sebeple belirli semboller üzerine odaklanma putperestliğin vazgeçilmez somutlaştırımıdır. Nitekim Hz. Peygamber (SAV) dönemi Mekke'sinde putların Tanrı'yı sembolik temsili hepimizin bildiği bir şeydir. Öte yandan bu durum, sadece o dönem Mekke'sine has bir şey de değildir. Tarih boyunca ve bugün de gözlemleyeceğimiz aktüel bir durumdur. İkincisi ise, Tanrı'ya rağmen insanın kendisine bir alan açma girişimi olarak da tebellür eder.

Bugün putperestlik tabirini sadece tarihsel örneklerle ve Mekke müşrikleri üzerinden konuşmak, meselenin temel niteliklerini kaybetmek anlamına gelir. Putlaştırma eğiliminin müslümanlar için de konuşulması ve bu niteliklerin müslüman toplumların icraatları üzerinden de tartışılması gerekmektedir.

Son dönemlerde müslüman dünyada ve özellikle Türkiye'de yaşanan yozlaşmalar, doğrusu ben de yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığım problemleri çağrıştırıyor. Kendime sorduğum birinci soru şu: Bu din dediğimiz şey ne işe yarar? Müslüman olunca, bu etikete sahip olunca iş bitmiyor; tam tersine yeni başlıyor. Yani donmamak ve sabitleşmemek (=yani putperest bir zihniyete sahip olmamak) için Allah ve dünya ile ilişkilerimiz üzerine yeniden düşünmek ve varoluşumuzun derin sorularıyla tekrar muhatap olmak ve tavırlarımızı yeniden belirlemek gibi sürekli bir "hal" içinde olmak gerekiyor. Din, insanın dünyada bulunurlen karşısına gelen çeldiriciler karşısında istikametini şaşırmadan devam edebilmesi için bir hidayet (guidance) anlamı taşıyor.

Bugün bana müslüman dünyada ve Türkiye'de "din mi yoksa sınıfsallıklar ve güçler mi daha belirleyicidir?" diye bir soru sorarsanız, ben size rahatlıkla ikincilerin belirleyici olduğunu söyleyebilirim. Yakın zamana gelinceye kadar mesela 1970'li yıllarda mahrumiyetler içinde yüzen çevre müslüman kesimin, şu anda haklılığını gücüne ve sınıfsallığına bağladığı bir duruma ulaşmış bulunuyoruz. O yıllardan itibaren sınıfsallıklara, güce ve bu gücün meydana çıkardığı zulme İslam ve onun söylemleri ile itiraz eden bu kesimlerde oluşan zihniyet dönüşümü o boyutlara ulaştı ki, haklılık adalete değil güç ve sınıfsallığa referansla okunur hale geldi. Bu, ciddi anlamda tehlikeli bir gidiştir.

Müslümanların geçmişteki ütopyaları adaletli bir dünya üzerine kuruluydu. Adaletli bir dünya, müslümanların tarihinin bir anlamda geleceğe yeniden projeksiyon tuttuğu bir tarihten besleniyordu. Orada önemli tutamak noktaları vardı. Şimdi nasıl bir gelecep projeksiyonuna sahip olunduğunu, Türkiye'de bu kesimlerin hayata dair algıları ve gündelik hayata dair hedefleri üzerinden rahatlıkla okuyabiliriz. Herkes kısa yoldan köşe dönmeye çalışıyor; İslam, sınıfsallıklar ve gücün birer manivelası ve söylemi haline gelmiş ve en önemlisi de pratikler, maalesef dünyaya sunacak somut bir evrensel İslam mesajının olmadığını bize haykırıyor.

Feuerbach, Tanrı'nın insanı değil, insanın Tanrı'yı yarattığını söylüyordu. Şimdi soralım; gelinen nokta Tanrı'yı yeniden dizayn etmek değil mi?