Dolar (USD)
32.49
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2401.40
BIST 100
10045.74
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Haziran 2023

​Tüketim toplumunun araç ve döviz krizi

Hepimizin bildiği bir şey var ki, ihtiyaçlar karşılandığı kadar insan mutlu oluyor. Bu bağlamda meseleye bakınca, ihtiyaçlar o kadar çok ki, elde olan şeyler belirli ve sınırlı; oysa elde olmayan kainat kadar çok şey var. Elde olmayanlara bakınca insan koskoca evren içinde ne kadar küçük, âciz ve fakir olduğunun farkına varıyor. Yaşam biçimini tüketim toplumu şekline çevirince insan bütün isteklerinin peşinde koşan ve bu uğurda bir hayat yaşayan hatta bütün ömrünü isteklerini satın alma peşinde koşmakla geçirip giden bir varlığa dönüşüyor. Oysa insanın var oluş amacı bu kadar basit olmadığını görüyoruz; bütün kainat insan için yaratılmış, güneş, yıldızlar, dünya ve bütün diğer varlıklar insana göre ve insanın var oluş gayesine göre yaratılmış. Güneş insana göre, hava, su ve sair bütün evren insana hizmet etmesi için yaratılmış. Bu açıdan bakınca görüyoruz ki, insan kainat kadar önemli bir varlık olarak yaratılmış ve evrenin tamamı ile bir şekilde ilişki içinde. Bütün bunlara baktığımızda insanın sadece tüketici ve maddi hazlarının peşinde koşan bir varlık olmanın çok çok ötesinde bir değere sahip olduğu apaçık anlaşılıyor. İnsan kainatın bir özeti ve bütün evrenle ilişkili bir varlık olarak bu kainatın ve içindeki her bir varlığın anlamının farkına varıp, görüp, anlayıp ona göre maddi varlığını ruhsal gelişimi ile birlikte ve ruhsal gelişim odaklı olarak yaşamalıdır ki, yaratılışının asıl amacı gerçekleşsin.

İnsanlık, ne zaman insanı ruhsal gelişim odaklı olmaktan çıkartıp bir “tüketici” ve “maddi ihtiyaçlarının peşinde koşan varlık” fonksiyonuna indirgedi o zaman bireylerin içsel değerlere odaklı olarak ruhsal gelişimini ve iç huzurunu baltaladı. İnsan basit “tüketici” değil, bütün kainatın en kıymetli varlığı, kainatın var oluşunun anlamının gözlemcisi ve bu kadar geniş bir bakışla evrene bakan bir büyük amacın merkezi, taşıyıcısı, üreticisi ve geliştiricisidir. İnsan öncelikle bu kainatta var olan her bir varlığın üzerindeki mükemmel ilim, irade, kudret ve sanatların anlamını, var oluş amaçlarını görmek, anlamak ve bunlar kadar büyük bir bakışla varoluşun ve varlığın anlamını kavramakla görevlidir. Bundan elde edilecek ruhsal gelişime odaklanmalıdır. Yoksa, tüketim toplumu olgusu ile maddi beklentilerinin peşinde koşan “düşünen bir hayvan” seviyesine indirgemek insanın gerçek kıymetinin hiçe saymaktır.

İhtiyaçların önceliklendirilmesi ve hiyerarşi içine alınmasında da birinci sıraya neyin koyulacağı önem arz ediyor. Hayati ihtiyaçlar ve lüks tüketim beklentileri anlamında toplumsal analiz yaptığımızda toplumumuz ne kadar lüks tüketim odaklı ve kişi başı milli gelirimiz bu lüks tüketimin ne kadarını karşılamaya yetiyor? Bu ikisi arasındaki açık kadar bireysel ve toplumsal stres yükleniyoruz. Tüketim hedefi ile gerçekleşmesi arasındaki fark kadar sosyal-ekonomik stres yüklenmiş durumdayız hem birey olarak hem de toplum olarak. Bir farkın kapatılması önem arz ediyor. Aksi takdirde beklentileri yüksek ancak karşılanma oranı düşük, tatminsiz bir birey ve toplum yapısı çıkıyor ortaya.

“Beklentiler” ve “beklentilerin karşılanması oranı” arasındaki farkı kapatmanın iki yolu var; birinci yol, kişi başı milli geliri artırıp gelir dağılımında adaleti sağlamak ve bunun sonucu olarak alım gücünü artırarak herkesi mutlu etmeyi hedeflemek. Bu yolla bir toplumun mutlu olması mümkün olabilir mi acaba? İnsan yaradılışı itibarıyla her zaman her şeyin en güzelini ve en seçilmiş olanını arzu eden, gelişimci bir yapıda yaratılmıştır. Bu nedenle, tüketim isteklerin karşılanması odaklı bir modellemenin sonu yoktur. Olmadığının delili de bundan 30-40 sene evvel halkımız bugünkü kadar maddi imkanlar içinde yaşamıyordu, araba sayısı daha azdı, konutlar çok çok daha mütevazi idi, eşyalar daha sadeydi vs. vs… şimdi daha çok ve daha güzel arabalar, daha lüks konutlar ve daha lüks eşyalar var, ancak insanlarımız daha mutlu diyemeyiz. Neden mi? İnsanların maddi ihtiyaçlarının ve daha iyiyi arama eğiliminin sonu yok da ondan. Bu hiç de anormal bir durum değil. Anadolu’da doğalgazlı bir evde yaşayıp, işine arabayla gidip gelebilen bir kişi, Kanuni Sultan Süleyman’dan çok daha konforlu bir hayat yaşıyor, farkında değiliz.

Biz toplum olarak maddi beklentilerin karşılanması merkezli bir yaşama odaklandığımız sürece tatminsizlik ile huzursuzluğa gideriz. Sefaleti hedeflemek anlamında demiyorum zira her zaman daha iyi istemek, daha konforlu yaşamayı hedeflemek insanın fıtratında var olan güzel bir özellik. Bu nedenle yaşam konforunu artırmak her zaman gereklidir. Bu bağlamda, toplumumuzdaki ortalama bireyler bazında; eldeki maddi imkanların geliştirilmesini sağlayacak araçları çoğaltıp, eldeki ile mutlu olmayı öğrenmek durumundayız. Bugün batı toplumlarında bile bireylere bu telkin verilmekte eldekiyle mutlu olmak öğretilmeye çalışılmaktadır. Bizim batı medeniyeti ile aramızdaki temel farklardan biri de bu olmasına rağmen batı bizim değerlerimizi almış, biz ortada kalmış durumdayız.

Son günlerde ülkemize sıfır araç temini azaldığı için araç krizi yaşanıyor. Bunun da soruna dönüşmesinin temelinde benzer saikler var. Buna ilave olarak bir de mali boyutuyla meseleye bakmak gerekiyor. Araba alım satımında fiyatın artması iç piyasada olumsuz etki doğuruyor, bu doğru. Ancak, ikinci el araç ithal edilmesi yoluna gidilmesi ne demek? Ülkemizde zaten döviz darlığı yaşanan bu dönemde yüklü miktarda dövizi yurtdışına aktarmak demek…Bunun başka bir anlamı yok bunun. İçeride araba fiyatı artsa da azalsa da para hep iç piyasada dönüyor. Oysa, ithalatı artırdığınızda, ithal ettiğiniz her aracın bedeli döviz olarak yurtdışına çıkmış oluyor, sorun bu. Merkez bankasının döviz rezervlerinin eridiği bir zamanda bu yola gitmek gemide bir delik daha açmak demektir. Ekonomi ve ticareti çok iyi bilen Ticaret Bakanımız Sayın Ömer BOLAT beyefendinin bu yolu seçmeyeceğini tahmin ediyorum. Eskiden bazı sektörlerde olgu ve algı yönetilip fiyatlar şişirilip bir talep de oluşturulurdu, “birilerine” de önceden bilgi verilip hazırlık yaptırılırdı, sonra “birilerine” kısa süreli veya yetkisi sınırlı bir ithalata izni verilirdi, bu kişiler dışında hiç kimse bilgi, belge ve süreç yönetip tamamlayamadığı için “sadece bu kişiler” ithalatı yaparak “ihya edilirdi”. Bu ikinci el araç ithali de buna dönmez inşallah…