Tüketim toplumunun araç ve döviz krizi
Hepimizin bildiği
bir şey var ki, ihtiyaçlar karşılandığı kadar insan mutlu oluyor. Bu bağlamda
meseleye bakınca, ihtiyaçlar o kadar çok ki, elde olan şeyler belirli ve
sınırlı; oysa elde olmayan kainat kadar çok şey var. Elde olmayanlara bakınca
insan koskoca evren içinde ne kadar küçük, âciz ve fakir olduğunun farkına
varıyor. Yaşam biçimini tüketim
toplumu şekline çevirince insan bütün isteklerinin peşinde koşan ve bu uğurda
bir hayat yaşayan hatta bütün ömrünü isteklerini satın alma peşinde koşmakla
geçirip giden bir varlığa dönüşüyor. Oysa insanın var
oluş amacı bu kadar basit olmadığını görüyoruz; bütün kainat insan için yaratılmış,
güneş, yıldızlar, dünya ve bütün diğer varlıklar insana göre ve insanın var
oluş gayesine göre yaratılmış. Güneş insana göre, hava, su ve sair bütün evren insana
hizmet etmesi için yaratılmış. Bu
açıdan bakınca görüyoruz ki, insan kainat kadar önemli bir varlık olarak
yaratılmış ve evrenin tamamı ile bir şekilde ilişki içinde. Bütün bunlara baktığımızda
insanın sadece tüketici ve maddi hazlarının peşinde koşan bir varlık olmanın
çok çok ötesinde bir değere sahip olduğu apaçık anlaşılıyor. İnsan kainatın
bir özeti ve bütün evrenle ilişkili bir varlık olarak bu kainatın ve içindeki
her bir varlığın anlamının farkına varıp, görüp, anlayıp ona göre maddi
varlığını ruhsal gelişimi ile birlikte ve ruhsal gelişim odaklı olarak
yaşamalıdır ki, yaratılışının asıl amacı gerçekleşsin.
İnsanlık, ne
zaman insanı ruhsal gelişim odaklı olmaktan çıkartıp bir “tüketici” ve “maddi ihtiyaçlarının peşinde koşan varlık” fonksiyonuna indirgedi
o zaman bireylerin içsel değerlere odaklı olarak ruhsal gelişimini ve iç
huzurunu baltaladı. İnsan basit “tüketici”
değil, bütün kainatın en kıymetli varlığı, kainatın var oluşunun anlamının
gözlemcisi ve bu kadar geniş bir bakışla evrene bakan bir büyük amacın merkezi,
taşıyıcısı, üreticisi ve geliştiricisidir. İnsan öncelikle bu kainatta var olan
her bir varlığın üzerindeki mükemmel ilim, irade, kudret ve sanatların anlamını,
var oluş amaçlarını görmek, anlamak ve bunlar kadar büyük bir bakışla varoluşun
ve varlığın anlamını kavramakla görevlidir. Bundan elde edilecek
ruhsal gelişime odaklanmalıdır. Yoksa, tüketim toplumu olgusu ile maddi beklentilerinin
peşinde koşan “düşünen bir hayvan” seviyesine indirgemek
insanın gerçek kıymetinin hiçe saymaktır.
İhtiyaçların
önceliklendirilmesi ve hiyerarşi içine alınmasında da birinci sıraya neyin
koyulacağı önem arz ediyor. Hayati ihtiyaçlar ve lüks tüketim beklentileri anlamında
toplumsal analiz yaptığımızda toplumumuz ne kadar lüks tüketim odaklı ve kişi
başı milli gelirimiz bu lüks tüketimin ne kadarını karşılamaya yetiyor? Bu ikisi arasındaki açık kadar bireysel ve
toplumsal stres yükleniyoruz. Tüketim hedefi ile gerçekleşmesi arasındaki fark
kadar sosyal-ekonomik stres yüklenmiş durumdayız hem birey olarak hem de toplum
olarak.
Bir farkın kapatılması önem arz ediyor. Aksi takdirde beklentileri yüksek ancak
karşılanma oranı düşük, tatminsiz bir birey ve toplum yapısı çıkıyor ortaya.
“Beklentiler” ve “beklentilerin karşılanması oranı” arasındaki farkı
kapatmanın iki yolu var; birinci yol, kişi başı milli geliri artırıp gelir
dağılımında adaleti sağlamak ve bunun sonucu olarak alım gücünü artırarak herkesi
mutlu etmeyi hedeflemek. Bu yolla bir toplumun mutlu olması mümkün olabilir mi
acaba? İnsan yaradılışı itibarıyla her zaman her şeyin en güzelini ve en
seçilmiş olanını arzu eden, gelişimci bir yapıda yaratılmıştır. Bu nedenle, tüketim isteklerin karşılanması odaklı
bir modellemenin sonu yoktur. Olmadığının delili de bundan 30-40 sene evvel halkımız bugünkü
kadar maddi imkanlar içinde yaşamıyordu, araba sayısı daha azdı, konutlar çok
çok daha mütevazi idi, eşyalar daha sadeydi vs. vs… şimdi daha çok ve daha
güzel arabalar, daha lüks konutlar ve daha lüks eşyalar var, ancak insanlarımız
daha mutlu diyemeyiz. Neden mi? İnsanların
maddi ihtiyaçlarının ve daha iyiyi arama eğiliminin sonu yok da ondan. Bu hiç de anormal bir
durum değil. Anadolu’da doğalgazlı bir evde yaşayıp, işine arabayla gidip
gelebilen bir kişi, Kanuni Sultan Süleyman’dan çok daha konforlu bir hayat
yaşıyor, farkında değiliz.
Biz toplum olarak
maddi beklentilerin karşılanması merkezli bir yaşama odaklandığımız sürece
tatminsizlik ile huzursuzluğa gideriz. Sefaleti hedeflemek anlamında demiyorum
zira her zaman daha iyi istemek, daha konforlu yaşamayı hedeflemek insanın
fıtratında var olan güzel bir özellik. Bu nedenle yaşam konforunu artırmak her
zaman gereklidir. Bu bağlamda, toplumumuzdaki ortalama bireyler bazında; eldeki maddi imkanların geliştirilmesini sağlayacak
araçları çoğaltıp, eldeki ile mutlu olmayı öğrenmek durumundayız. Bugün batı
toplumlarında bile bireylere bu telkin verilmekte eldekiyle mutlu olmak
öğretilmeye çalışılmaktadır. Bizim batı medeniyeti ile aramızdaki temel
farklardan biri de bu olmasına rağmen batı bizim değerlerimizi almış, biz
ortada kalmış durumdayız.
Son günlerde
ülkemize sıfır araç temini azaldığı için araç krizi yaşanıyor. Bunun da soruna
dönüşmesinin temelinde benzer saikler var. Buna ilave olarak bir de mali
boyutuyla meseleye bakmak gerekiyor. Araba alım satımında fiyatın artması iç
piyasada olumsuz etki doğuruyor, bu doğru. Ancak, ikinci el araç ithal edilmesi
yoluna gidilmesi ne demek? Ülkemizde
zaten döviz darlığı yaşanan bu dönemde yüklü miktarda dövizi yurtdışına
aktarmak demek…Bunun başka bir anlamı yok bunun. İçeride araba fiyatı
artsa da azalsa da para hep iç piyasada dönüyor. Oysa, ithalatı artırdığınızda,
ithal ettiğiniz her aracın
bedeli döviz olarak yurtdışına çıkmış oluyor, sorun bu. Merkez bankasının döviz rezervlerinin eridiği bir
zamanda bu yola gitmek gemide bir delik daha açmak demektir. Ekonomi ve
ticareti çok iyi bilen Ticaret Bakanımız Sayın Ömer BOLAT beyefendinin bu yolu
seçmeyeceğini tahmin ediyorum. Eskiden bazı sektörlerde olgu ve algı yönetilip fiyatlar
şişirilip bir talep de oluşturulurdu, “birilerine” de önceden bilgi
verilip hazırlık yaptırılırdı, sonra “birilerine” kısa süreli veya
yetkisi sınırlı bir ithalata izni verilirdi, bu kişiler dışında hiç kimse
bilgi, belge ve süreç yönetip tamamlayamadığı için “sadece bu
kişiler” ithalatı yaparak “ihya edilirdi”. Bu ikinci el araç ithali
de buna dönmez inşallah…