Dolar (USD)
32.26
Euro (EUR)
34.68
Gram Altın
2398.81
BIST 100
10260.69
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Türk Siyaseti

Türk siyaseti pratik üzerine kuruludur ve büyük oranda pragmatizmden beslenir. İkinci özelliği ise aksiyoner değil reaksiyoner oluşudur. Korumacı ve narsist oluşunun, günü kurtarma telaşının, gelecek tahayyülündeki optik yanılsama ile miyopinin sebeplerinden biri de budur. Aynı anlayış bizi haliyle, günceli kaybedince bütün zamanları yitirmiş olma psikolojisine, bu psikoloji de, siyasetin bütün kurgusunun güncele ayarlaması arayışlarına sürüklüyor. Yine aynı yaklaşımın doğal bir sonucu olarak siyaset; günü kurtarma yönündeki her engeli düşman addetmeye, günü kurtarmanın ötesini gösteren her çabayı ise en basitiyle ‘bizden değil’, uzak, ayrıksı olarak; en okkalısıyla ihanetle suçluyor. Bu, aynı zamanda onun köksüzlüğünün, sığlığının, kısırlığının, derinlikten hoşlanmayışının, teori sevmezliğinin de gerekçesidir. Siyasetin niteliğe düşmanlığını niye uzakta arayalım ki? İç dünyalar dışarı taşar, içeri dışarıya renk verir; her şey doğasına uygun bakar, doğasına uygun anlar, doğasına uygun olanı sever ve doğasına uygun olanı benimser.

Görünür diğer pek çok alanda olduğu gibi Türk siyaseti de sağlıksız bir zemin üzerine kurulmuştur ve başlangıçtan beri de hemen hiçbir dönemde üzerindeki hastalıklı yapıyı temizlemenin üstesinden gelememiştir. Rejimin dönüşmesi süreçleri dahil hiçbir makas değişikliği siyasette niteliğe özgü bir sıçramanın fitilini ateşlememiştir. Bu, biraz da siyasetimizin kendi toplumsal yapısının bir ürünü olarak ortaya çıkmak yerine Batılılaşma sürecinde bir yığın tazyike maruz kalmasından kaynaklanmaktadır. Belki içinde inancın, ahlakın, kadim bilgeliğin, yaşam tecrübesinin arifane yorumlarının da yer aldığı ve zeka ile sezgiyi buluşturan geleneksel siyasal perspektif ve organizasyonlar kötürümleşmişti; belki uyuşukluktan, fazla uyumaktan gözleri çapaklanmış, kirden artık göremez hale gelmişti ama Tanzimat gözü iyileştirmek yerine çıkarıp attı. Bugün siyasetin her alanına hakim tek yanlı bakışın, tek taraflı algılama biçiminin ve siyaset dışını görme yeteneği kaybının başlangıç noktası galiba orası… İşin aslı, Tanzimat hiç bitmedi...

Tanzimat’tan beri tek gözle bakan bir siyasal anlayışla ilerlediğimizin sayısız örneği mevcut. Ne Meşrutiyet’in ilanı bunun istisnası ne Cumhuriyet’in kuruluşu ne de çok partili hayat sonrasındaki süreçler… Darbeler ve onlarla mücadele etme esasları üzerinden yürüyen, en iyi siyasal söylemin askeri ve sivil vesayetle didişmek olduğu ama hiçbir zaman siyasal, sosyolojik, tarihsel, kültürel, sanatsal bir nitelik dönüşümünün altyapısının hazırlanmadığı, hazırlanmasının düşünülmediği, bazen düşünülmüş gibi gösterildiği tuhaf bir yolculuk bu… Böylesi bir yolcu ne yapabilir? Böylesi bir yolculuk bizi nereye götürebilir? Görüyoruz işte, siyasal pratiğimiz, seleflerin ekside bıraktığı, haleflerin sıfır noktasına taşıdığı an yorulduğu bir kısır döngüden ibaret. Üstelik sıfır noktasındaki yolculuk bozulmaya, bozulma kokuşmaya, kokuşma çürümeye evriliyor her defasında. Türleri ve içerikleri farklı olsa da gördüğümüz bütün filmler aynı: İdealizm ile başlayıp yorulan, yorulunca perspektif kaybına uğrayan, gücünün büyük çoğunluğunu güncel sorunlarla baş etmeye harcadığı için kötü hisseden, kötü hissedişi kokuşmaya ve çürümeye evrilen sayısız siyasal hareket var tarihimizde ve hiçbiri, -oy kaybı dışında- daha iktidardayken, gücü kullanırken başını ellerinin arasına alıp sorgulama yapmıyor ve hiçbiri gücü kullanma esnasında gücü kullanmanın gidişatına dair bir istikamet sorgusu yoluna girmiyor, ideal bir stratejik değişim hamlesinde bulunmuyor. Yazık ki Türkiye’de hiçbir siyasal hareket ortadan kalkana, halkın oylarıyla ortadan kaldırılana kadar ortadan kaldırılma gerekçesine dair sağlıklı bir sorgulama içine giremiyor. Ne yukarı, aşağının sözünü dinleyecek kadar mütevazı; ne aşağı, yukarıya söz ulaştıracak kadar cesur. Kibir ve korkaklıklarımız bizi hızlıca en tepeden en aşağıya sürükleyip duruyor kaderimizmişçesine.

Türk siyasetinin teorik zemini yoktur. Derme çatma, eklektik ideolojik art alanlardan beslenerek yürümeye çalışıyor. Teoriden beslenmediği ve belli bir felsefi anlayış da geliştiremediğinden siyasetimiz entelektüelizmden ve birikimden hiçbir dönemde hoşlanmamıştır. Ara ara bazı siyasal partiler düşünce kuruluşu adı altında faaliyet gösteren organizasyonlardan bilgi devşirme arayışına girmişlerdir ama ne ulaştırılan bilgilerin kültür ve medeniyet perspektifiyle ilgisi var ne o bilgileri kullanacak olanların kültür ve medeniyetten nasibi…

Türk siyasetinin entelektüel zemini yoktur. Başlangıçtan beri hep el yordamıyla, siyasi akışın zorlamaları ve bazen de zenginlerin ittirmeleriyle kendine yol bulmaya çalışan iğreti bir akışı vardır. Nitelikle oy karşı karşıya geldiğinde kitleyi niteliğe ikna edecek, olmadı, nitelikten yana tavır koyacak tek bir siyasal hareket var mıdır? Para ile entelektüelizm karşı karşıya geldiğinde ikinciyi tercih edecek tek bir siyasal oluşum var mıdır? Kitlelerin galatı ile çok az insanın fesahati arasında kitleleri elinin tersiyle itecek bir sayasal kurgu var mıdır? Şöhret ile lügat arasına sıkıştığında şöhreti terk edecek ve lügate sığınacak tek bir siyaset figürü var mıdır? Varsa tutunabileceği tek bir dal bulunmakta mıdır? Şaşaayla ve büyük bir hızla ters yöne gidildiği bir dönemde, direksiyonun başındakine ters yöne gidildiğini fısıldayacak tek bir kahraman var mıdır? Bu kahraman ortaya çıktığında onun yanında duracak başka ‘adam gibi adamlar’ var mıdır? Elindekileri kaybetme pahasına doğruyu söyleyecek, söyleyenlerin yanında duracak, doğruda ısrar edecek bir siyasal insan profili yetiştirilmiş midir? Üzülerek belirtelim ki hayır…

Bu şartlarda Türk siyasetinin evrensel bir siyaset etiği üretmesini nasıl bekleyebiliriz? Kendi içinde tutarlılığı olmayan; inandığı düşünceleri pratiğe yansıtmayan; inandığı gibi yaşamayan; yaşadığı gibi inanan; düşündüğü ile yaptıkları arasında, yaptıklarının düşündüklerine tamamen ters olduğu insanların yer aldığı bir toplumda, bırakın devasa siyasal organizyonlarına, üç kişilik bir arkadaş grubuna bile güvenilebilir mi?.. Üstelik bütün siyasal organizasyonlar tam da böylesi yamalı bohça, tuhaf, eklektik, her bir parçası bir başka fabrikadan çıkmışçasına uyumsuz bir sosyolojiden süzülüp ortaya çıkarken?..

Türk siyaseti yaşamı ve yeryüzünü güzelleştirmenin değil, toplumu siyasallaştırmanın ve hayatı siyasete dönüştürmenin, günü kurtarmanın araçlarını üretmiştir şimdiye kadar. Ürettiği insan profili de bu şablona uygundur. Bu insan tipinin gönül rahatlığıyla ilham aldığı tek bir inanç sistemi, tek bir medeniyet anlayışı, tek bir ahlaki öğretisi, tek bir estetik merkezi yoktur. Retinaya çarpan dağılgan ışık sersemlik yaratır. Belki bundan dolayı siyaset her dönemde öyle ya da böyle günü kurtarmıştır ama yarınlar hep başka yarınlara kalmıştır. Hayallerini gerçekleştiremeyenler kendilerinden sonraki kuşaklara hayal değil, gerçekleşmemiş hayal bırakırlar. Ve ikisinin arasında o kadar çok fark var ki…