Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.68
Gram Altın
2435.93
BIST 100
10013.73
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Mart 2020

Türkiye dünya liderlerini toplantıya çağırmalı

İnsanoğlu tarih boyunca geleceği öğrenmeyi hep merak etmiştir. Çok eski çağlarda kâhinler, günümüzde ise, bilim kurgu romanlarının yanı sıra sosyal bilimlerle uğraşanlar da dünyayı nelerin beklediğini keşfetmeye çalışırlar. Bu konudaki çalışmaların bir kısmı hayal ürünü, bir kısmı da bilimsel verilere dayanır.

Gelecekle ilgili yazılmış pek çok kitapta bazı tahminlerin tuttuğunu ama çoğunun tutmadığını biliyoruz. Merak edenler George Orwell’in ’1984’ isimli kitabına bakarlarsa yapılan tahminlerin çoğunun tutmadığını göreceklerdir.

Karl Popperin, geleceği tahmin etmenin mümkün olamayacağını şu sözlerle ifade eder: ‘’insanlığın bilgisi büyük bir hızla geliştiği için, yarın hakkında bugünden fikir sahibi olmak zordur’’ Görüldüğü gibi Poper, hem bilgi ile gelecek arasında doğrudan bir bağ kurarak önemli bir hususun altını çizmiştir hem de geleceği bilmenin zorluğuna dikkat çekmiştir.

Ancak malum virüs, bütün dünyayı etkilemiş durumda ve herkesin zihninde oluşan soru: ‘’Ne olacak?’’ Bu soruya cevap bulmak için dünyadaki belli başlı ülkelerin bu krizle ilgili ‘’planları nedir?’’ diye baktığımızda ne yazık ki hiçbir ülkenin bir çıkış stratejisinin olmadığını görüyoruz.

Bir bakıma bütün ülkeler belirsizliklerle dolu bir geleceği tahmin etmenin zorluğu ile mevcut krizden çıkış yolu bulmanın dayattığı zorunluluğu aynı anda yaşıyor.

Ama şunu da iyi biliyoruz ki hiçbir kriz veya sorun çözümsüz değildir. Olaylar karşısında pasifliği çağrıştıran ‘’ne olacak?’’ sorusu yerine aktifliği teşvik eden ‘’ne yapmalıyız?’’ diye sormamızın daha doğru olacağını düşünüyorum.

Ölüm kalım mücadelesinin verildiği bu kriz, dört konuyla ilgilidir.

Birincisi, tıbbın konusudur. Mikrobiyoloji uzmanı değerli dostum Dr. Ali Sütçü beyden aldığım bilgiye göre, tıbbi olarak tanımlanmış ve doktorlar açısından herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Ancak önleyici bir ilaç henüz geliştirilemedi.

İkincisi, ekonomiyle ilgilidir. Bu ilacın geliştirilebilmesi için bilim adamlarının ekonomik desteğe ihtiyaçları olacaktır. Ancak ekonomik destek sağlansa bile bu ilacın piyasaya sürülmesi bir yılı bulur diyorlar.

Üçüncüsü, sosyal yönü vardır. Uzmanların altını ısrarla çizdikleri husus; bu hastalık İNSAN TEMASIYLA YAYILIYOR. Bunu önlemek için sosyal ilişkilerimizi sınırlandıralım diyorlar.

Dördüncüsü, politik bir tarafı vardır. Yukarıda belirtmeye çalıştığımız tüm bu hususları koordine edecek, gerekli mali desteği sağlayacak siyasetin karar alması gerekir. Ancak siyasi iradelerin karşı karşıya kaldıkları ciddi bir sorun; sosyal tecritle ekonomiyi nasıl yöneteceksiniz?

Dünyaya baktığımızda birçok devletin aynı tedbirleri aldığını görüyoruz ama bunu nasıl sürdürebilecekler? Hastalıkla etkin mücadele edebilmek için siyasi istikrara, siyasi istikrarın, sürdürülebilir bir ekonomiye, sürdürülebilir bir ekonominin de insana ihtiyacı vardır. Eğer insanı karantinaya alırsak bunu nasıl başaracağız?

Peki, çözüm nedir?

Karşı karşıya kaldığımız sorun dünya çapında olduğu için bu sorunu hiçbir ülke tek başına çözemez. Onun için iki aşamalı bir çözüm öneriyorum.

Birinci aşama, her ülkeyi temsilen tıp alanında birer bilim adamı, ekonomist, sosyolog ve siyaset bilimcilerden oluşan uzman bir heyetin toplanıp, konuyu bütün boyutlarıyla tartışıp rapor haline getirsinler. İkinci aşamada ise, bütün dünya liderleri, çözüm bulmak için BM çatısı altında toplanıp raporda çıkan sonuca göre, bir çıkış stratejisi oluşturmak için siyasi kararlar alsınlar.

Böyle bir çağrıyı Dünya Beşten Büyüktür diyen Türkiye öncülük yapabilir.

Ne dersiniz?