Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

02 Kasım 2021

​Türkiye'nin kader ortağı

Almanya, İkinci Dünya Savaşını (İDS) kaybetmesiyle birlikte ağır yaptırımlarla yüzleşti.

Ülke ikiye bölündü yarısı Batı Bloğunun yarısı ise Doğu Bloğunun bir parçası hâline geldi.

Batı Bloğu’nda yer alan Almanya, ABD’nin Avrupa’daki garnizonu haline getirildi.

Batı Almanya’yı Doğu Almanya’nın şerriden korumaya çalışan ABD’nin yaptığı askeri yığınak aynı zamada Avrupa’nın da yeni bir Almanya yükselişine karşı garantisi oldu.

Bismark’tan bu yana “birlik, bütünlük, güçlü olma” düstürünü benimseyen Cermenlerin çeşitli dayanakları oldu.

Bir dönem Martin Luther’in ortaya koyduğu dini perspektif, başka bir dönem II.Wilhelm’in emperyal arzusu etkili olurken en son Hitler’in Thule yaklaşımıyla marjinalleşen Ari Alman Irkı zihniyeti sahne aldı.

Savaş sonrasında ise askerî gücü alınan ve ikiye ayırılan Almanya’nın güç arzularının bu yolla söndürüleceği düşünüldü.

Ama Almanlar herkesi şaşırtacak bir işe imza attı.

Ari Alman ırkını yüceltmek için tüm dünyayı yakıp yıkan Almanlar, savaş sonrasında yıkılan ülkelerini inşa etmek için ari ırklarını bozma korkusu gütmeden yabancı işçileri ülkelerine doldurdular.

Avrupa Topluluğu, siyasi yükseliş imkânı tanırken Batı Bloğu’nun kapitalist sistem dayatması Almanya’nın sistem içinde “Çok çalışanın çok kazanacağı” yaklaşımına sarılmasını beraberinde getirdi.

Batı Bloğu’nun lideri ABD’nin ortaya koyduğu “Amerikan Rüyası” da bu değil miydi sanki...

Almanlar, tank, uçak ve silah sanayilerini dönüştürerek ekonomiyi kalkındıracak sanayiyi oluşturdu ve otomobil ve makine konusunda dünyanın kabul ettiği markalar meydana getirdiler.

Avrupa Birliği içindeki gücünü artıran Almanya’nın Avrupa’nın lideri konumuna gelmesine rağmen ülkesinde 42 bin ABD askerinin konuşlu bulunmasının Almanya’nın güvenliği ile hiçbir alakası yok.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin Gerard Shröder ve sonrasında Angela Merkel dönemine rast gelmesi ise hikâyenin bu kısmında ülkemizi ilgilendiren boyutu ele alıyor.

Almanya, askeri olarak kaybettiği gücünü eknomik olarak tekrar tahkim etti.

‘Avrupa Ortak Pazarı’ ile ‘Ortak Para’ Almanya’nın Avrupa’daki gücünü daha da katlamasına imkân tanıdı.

Kurulan bu ekonomik sistemi bozacak bir göç krizini baş göstermesiyle Türkiye ile isteksizce yürütülen adaylık sürecinin bambaşka bir boyuta evrildiğini gördük.

Türkiye’nin AB’nin göçmen kampı hâline getirildi.

Avrupalı siyasetçilerin yalanlar ve vaatler ile sonraki yöneticilere bıraktığı sürünceme taktiği Türkiye’de uzun yıllardır aynı yönetimin varlık göstermesi ile suya düştü.

Bu nedenle istediği gibi kandıracak ve zamana yayacak bir Türkiye arzulaması AB’nin çıkarlarını uygun düşmektedir.

Büyükelçiler Krizi, Gümrük Birliği’nin gündeme getirilmemesi, Ege ve Kıbrıs’ta Yunanistan’a uyulması, Fransa’nın Afrika ve Suriye’deki duruşuyla uyumlu davranılması sadece “Birlik içinde Birlik” yaklaşımı olarak okunmamalı.

İzmir İktisat Kongeresinde dış politikadaki bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla geleceğini söyleyen Mustafa Kemal Atatürk’ün sözü hâlâ geçerliliğini koruyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Arap ve Türk devletlerle ilişkileri geliştirmeye çalışması ve Afrika açılımlarıyla ülkenin farklı pazarlara girişlerini kolaylaştırması tam da bu hedefe hizmet olsa gerek.

Kuşak Yol Girişimine dâhil olarak Asya ile de bağlarını koruyan Türkiye’nin yakın Asya çıkarması yapması yakındır.

Zira ucuz iş gücü olarak Asya’ya rakip olduktan sonra Avrupa’dan gelmeye başlayan yatırımların Asya’daki yükselen güçleri rahatsız edeceği ortada...

Almanya’nın geçmişi Türkiye’nin geleceği olur mu?