Dolar (USD)
32.35
Euro (EUR)
34.70
Gram Altın
2405.19
BIST 100
10146.34
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Yaprak düşerken

Kış çok şiddetli geçmişti. Soğuğa dayanamayıp ayakta duramıyordu çoğu. İstemeyerek de olsa yere düşüyorlardı. Bedenleri bilmediğim garip yaratıklar tarafından parçalanıyordu. Ardından daha küçük parçalara ayırıyorlardı. Sonra koca silindir gibi demirlerin, yerin içine konulmuş veya üzerine bırakılmış toprak kapların içine atılıyorlardı.

Önce gri ve siyah karışımı şeyler havaya yayılıyordu. Sonra kıpkırmızı renkli ve yaklaşılamayacak bir şeye dönüşüyordular. Bir müddet sonra yine griye dönerek dışarıya atılıyorlardı. Onların bu halini görünce çok üzülüyordum. Kışın zemherisinde ayakta kalanların bedeninde yeni yerlerin açılacağı ilanı bu hüznü hafifletiyordu.

Uzun bir kış uykusundan bahar neşesine uyandırılmıştı kainat. Dehşetli bir silkelenişle o kütüklerin içinden bana yer ayrıldığını gördüm. Hatta bana ayrılan yerden yaratılmıştım. Çok heyecanlıydım. Uyanırken hayata başkalarını da uyandırıyormuşuz meğer.

Her şey ani oluyordu. Bedenimiz öncekiler gibi güzel ve estetikti. Sadece bize özeldi. Gıdalanmamız ise beklenmedik yerlerdendi.

Biliyor musunuz! Bu sene bana çok özel bir yer ayırılmıştı. En tepe yerden. Çok güzel manzaralıydı. En alt katta olanlarla benim aramda yerde gezen garip başlı, tuhaf elli, çoğu zaman nereye doğru yürüdüklerini ve ne yaptıklarını bilmeyen o acayip yaratıkların yaptıkları bizim gibi yukarıya doğru dikmeye çalıştıkları yapıların en yüksek tepesinden daha yüksekte bir yer ayırılmıştı bana.

Bütün samimiyetimle söyleyeyim sizlere! Bu yeri ben hayal bile edemezdim.

Işığımı ve ısımı doğrudan alıyorum. Hem de bir korumaya ihtiyaç duymadan. Bunca ışık ve ısıdan ne bedenim zarar görüyor ne de ihtiyaçlarım eksik kalıyordu.

Oksijenimi tam alıyorum. Bu kadar yüksek yerde olduğumdan da herhangi bir zarar görmüyorum. İhtiyacım kadarı içimde dolaşıyor.

Rengim yaşıma ve bedenime göre doğal halini alıyor. Hatta renklerimden dolayı o yerde dolaşan acayip mahluklara hava bile atıyorum. Ha unutmayın o acayip mahluklar var ya! Renklerimiz üzerine neler de neler konuşuyorlarmış, yazıyor ve çiziyorlarmış. Bir bilseniz çok acayip şeylermiş.

Bu kadar yükseklerde susuz da kalmıyorum bilesiniz. İnanın ki en altta olan hangi kalitede su içiyorsa ben de en üstte olan biri olarak aynı suyu içiyorum. Yerin görünmeyen taraflarında bulunan, başlangıçta bulanık ve çamurlu olan o sulardan ihtiyacımız olanı filtre edile edile ve berraklaşarak, daha ince kanallardan geçip istediğim anda bana ulaşır.

Hatırladıkça çok gülüyorum o acayip mahlukların o doğal olmayan dağa benzer yapılarına su götürmek için ne zahmetler çektiklerini. Ne kadar komik duruma düştüklerini. Bize baktıklarında zayıflıklarımızla da alay ederlerdi. Hatta vücutlarımızı ellerine alıp bizimle dalga geçerlerdi. Baksanıza şu ağlanacak hallerine.

En kuvvetli rüzgar esse, fırtınalar, kasırgalar çıksa onun izni olmadan inanın kimse beni yerimden edemez. O yüksek tepelerde sallanıp dururum. Rüzgarlı bayırların ve uğultulu tepelerin hatta onca benim gibi açılan her yaprağın sallanışına eşlik ederim. Değmeyin keyfimize. O garip yaratıklar, bizi yerimizden alaylı bir şekilde kopararak sıradan bir çöp gibi yere atanlar var ya onlar bu rüzgarlarda nasıl telaşlanırlar bir görseniz.

Üzerimizde oturan ya da gölgemize sığınan kimisinin içi kimisinin dışı kimisinin de her tarafı o acayip mahlukların hoşuna giden ama hepsi doğal örtülü olan bizden olan ama biz olmayanlara yataklık veya örtülük etmeye başladığımızda hüznümüz başlar. Fark edilememenin acısını yaşamaya başlarız. Bu hüzün bizi etkiler. Olsun! Hala olmamız gereken yerdeyiz ya!

Evet mevsim biraz soğumaya başladı. Gölgemizdekiler de bizi terk ediyorlar. Hem de arkalarına bakmadan.

Hepsi bir tarafa galiba bu hüzne katlanamayacağım. Rengim değişmiş. O eski halimden, hayata hayat katan rengimden eser yok gibi. Bunca üzüntüye renk mi dayanır ya! Vefasızlığın onca elem verici şekline hangi beden karşı koyabilir!

Baksana! Sarı renge bürünenleri yerlerinde bırakmıyorlar. Eskisi gibi ne güneşe dayanabiliyorlar ne de rüzgara. Onlara zarar vermeyen güneş intikam alıyor gibi. Hepsini kendi rengine döndürüyor. Şiddetli esmesine rağmen bizi yerinden edemeyen rüzgar hafifçe eserek ve bu halimizi fırsat bilerek alay edercesine arkadaşlarımı yerinden ediyor. Neşeyle bize hayat veren sular da kesiliyor. Beni saran beden soğumaya başladı. Bu acı son yakında kaderim olacak.

Evet çok sarardım. Halsizim. Her an düşebilirim.

Baksana şu yüzsüz acayip mahluklara. Şimdi de sararan rengimi seyre gelmişler. Hem de acayip hareket eden uzun çubuklar arasına aldıkları yamru yumru şeyleri bize tutarak.

Şu yüksek yerden aşağıya doğru düşerken tek hüznüm vazifemi hakkıyla yapamamış olmamdır. Bir de, yere düştükten sonra o acayip yaratıkların nazik bedenlerimizi ayaklarının altında ezmeleri ve yüzlerimize bakmadan ellerindeki o çalılarla süpürüp kokuşmuş bir yere yığmalarıdır.

Hazin bir düşüştü benimkisi. Hem de hüznün en sarı olanından.

Ömrüm menfaat beklemeden hizmetle geçmişti. İşim sadece onu sevmekti. Hem de karşılık beklemeden.

O da biliyordu benim sadece benim her şeyi ondan bildiğimi.

Ne yapalım benim de kaderim böyle yazılmış.

Olsun! Yine ona dönüyorum ya!

Yaprak sustu... Ve insan konuştu...

Nam u nişane kalmadı fasl-ı bahardan

Düştü çemende berg-i dıraht itibardan...