Dolar (USD)
32.29
Euro (EUR)
34.59
Gram Altın
2397.21
BIST 100
10247.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Temmuz 2020

Yatay özgürlükten dikey esarete


Yatay yaşamdan dikey hayata terfi ettik. Zamanında yan yana kol kola yürüdüğümüz insanlara şimdilerde tepeden bakıyor ve onları çoğu zaman bir karınca gibi görüyoruz.

Çok değil bundan yirmi bilemediniz otuz yıl öncesine gittiğimizde imkânları küme düşme hattında olan lakin mutluluğu şampiyonluğa oynayan aynı takımın oyuncularıydık. Düştüğümüzde elimizi tutup kaldıracak olanlar hemen yanı başımızda olur ve paylaşmak, yardımlaşmak olağanüstü bir eylem değil, hayatımızın rutinlerinden bir parçaydı.

Oyunu da kuralları da kendimiz kurardık. Mevsimsel yağışlarımız gibi mevsimsel, dönemsel oyunlarımız vardı. Rüzgâra meydan okurduk uçurtmalarımızla… Oyunlarımızdaki kuralların çerçevesi Anayasa Mahkemesinin aldığı kararlar kadar keskin ve yalın kılıçtı. Hiçbirimiz kuralları ihlal cihetine yönelmez, istişareyle alınan bu kararlara harfiyen riayet ederdik. Oyunun kurallarına uymamanın cezası ortamdan uzaklaştırılmak ve arkadaşlıktan ihraç olduğu için kimse bu cezayı göze alamazdı. Çünkü çocukluğumuzun en büyük kâbusu yalnızlıktı, yalnız kalmaktı.

Kısmi zaman ve kısmi imkânlarla kendi kendine yetebilmeyi ve sınırlı olan şeylerle mutlu olmayı başarabilmiş bir nesildik. Belki de son nesildik. Büyüklerimiz bir cellât gibi başımızda duruyor sanılsa da onlardan aldığımız güç ile yan mahallenin gençlerine çok rahat kafa tutar ve arka mahalledeki boş arsada hesap kitabı görmek, belki de dürmek için randevulaşırdık. Çünkü o zamanlar bizim babamız herkesin babasını dövebilirdi ve biz de ondan aldığımız güç ile dünyaya bile meydan okurduk. Bu cesarette Cüneyt Arkın filmlerinin etkisini inkâr edemeyiz. Çocukluğumuzda kavga dendi mi, hepimiz bir Malkoçoğlu, bir Battal Gazi olurduk.

Haylaz, haşarı, hareketli, yaralı, bereli ama bir o kadar da mutlu ve huzurlu geçen bir çocukluk ve gençliğimiz oldu. Kirasını sokaklara ödediğimiz bir geçmişimiz vardı. Bu kadar haylazlığımızın yanında asla yitirmediğimiz ve babamızdan bize miras kalan büyüklere saygı, küçüklere sevgi erdemi hayatımızdaki en temel felsefelerden biriydi.

...

Yatay hayatlı sokaklarımızdan dikey hayatlı ve yüksek yerlerde tanıdıklarımızın olduğu apartman konforuna (!) terfi ettiğimiz bu yeni yaşamlarımızda samimiyeti, muhabbeti ve sıcaklığı teknolojiden bekler olduk. Arkadaşlığı, dostluğu bir telefonun içinde arar olduk.

Apartman kültürüne geçişimizle beraber çocukluğumuzun en büyük kâbusu olan yalnızlık, tartışmasız bir şekilde hayatımızın başköşesine yerleşti. Komşu kavramı dizilerde izlediğimiz bir fragman olarak kaldı hafızalarımızda.

Sanal mutlulukları almak için samimî muhabbetlerimizi peşinata saydırdık ve taksit taksit tebessümlerimizden eksilterek ödüyoruz şimdi kalan kısmını. Tebessümlerimiz eksilirken biz de yavaş yavaş eksiliyoruz bu hayatın bakiyesinden ve bir kredi kartı ekstresi oluyor kalan ömrümüz avuçlarımızda.

Çocukluğumuzda misafirsiz geçmeyen akşamlarımızı dizisiz geçmeyen akşamlarımızla değiştirdik ve bu tercihlerimizde bir yanlışımız bütün hayatımızı götürdü.

Koca koca sokaklara sığmayan hayatımızı bir balkonda yaşamaya esir ettik ve adına da "çekirdek" özgürlük dedik.

Biz özgürleştiğimizi zannederken ataerkil bir toplumdan apartmanerkil bir hayata geçtik ve kendi kendimize yettiğimizin telkinleri ile kendimizi kandırıp oyalarken çocuklarımızı dört duvar arasına hapis ettiğimizi bile fark edemez olduk.

En nihayetinde balkonda içilen bir bardak çayın sıcaklığında çocukluğumuzun anılarıyla kendimizi oyalarken insanlara tepeden bakmak kârımız olarak kaldı bu hayatın bakiyesinde.

Kendi ayaklarımızın üzerinde durduğumuzu iddia ederek yatay özgürlükten dikey esarete geçişimizin üstünü örtmeye çalıştık.