Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.62
Gram Altın
2408.96
BIST 100
10098.85
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 Haziran 2023

​Yazar nasıl yazar

Her yazarın gündelik yaşam rutini farklıdır. Yazma biçimleri yazarların karakterini gösterdiği kadar onların hayata bakışını, yazma süreçlerini ve bu süreçlere dahil edilen gündelik ritüellerini de kapsar. Böylece çoğunluğu sabahın erken saatlerinde, zihinleri berrakken yazdıkları halde istisna da olsa kendini gecenin ilerleyen saatlerinin büyüsüne bırakanlar da vardır. Sabah başlayıp birkaç saat yazdıktan sonra ara verenlere de rastlarız, ilk cümlesini gece yarısı geçtikten sonra yazanlara da. Bir başladığında haftalar boyu hiç uyumadan, aralıksız yazanlara da şahit oluruz, birkaç saat yazıp ara verenlere de. Yazma enerjisi için yazmanın kendisini yeterli görenler de vardır, çay, kahve, alkol ve insan vücudunu kısa yoldan çökertecek diğer zararlı alışkanlıkları hayatının vazgeçilmezine dönüştürenler de.

Çok az istisnayla neredeyse tamamı yazma sürecinde yalnızlığı, hatta pürüzsüz bir sessizliği tercih eder. Yazma sürecinde başka bir uzama geçiş söz konusu olduğu için, edebiyat metninin gezegenine inmek zorunda kalıştan dolayı neredeyse her yazar masasının başına oturduğunda dış dünyadan kendisine yönelik hiçbir müdahale istemez. Dışarıdan yapılacak olası müdahaleye gözlerini, hatta varoluşunun tamamını kapatır. Yazma eylemine her hangi bir dışsal müdahale yazarın şahsına, onuruna, kişiliğine ve yazma sürecindeki yaratma haline bir saldırı gibi düşünülür ve çoğu yazar bu durumda öfkelenir, yazmayı bırakır, kozasını öreceği yeni bir mekan/uzam arar.

Bazıları ilham bekler ve o gelmediği, yüreğine yazmanın şafağı vurmadığı sürece kalem oynatmaz. O gelince de nerede, hangi şartlarda olursa olsun her işini bırakır kendini bütünüyle yazmaya adar. İlhamın kendisine hediye ettiği hiçbir fikri, hayali ve tek bir cümleyi heba etmez, hepsini kayıt altına alır. Büyük bir cezbe halinde günlerce, haftalarca aralıksız, zorunlu ihtiyaçlar dışında tek bir saat bile ara vermeden yazanlar vardır. Kendisini odasına kilitleyip aylarca dışarı çıkmadan, yarattığı karakterleriyle söyleşen, bağıran, çağıran, ağlayan ve kilitli olduğu duvarlarda kahkahaları çınlayan yazarlar vardır. Başladığı romanı bir hafta içinde bitirene de bir roman için onlarca yılını feda edene de rastlarız. Yazdığını beğenmeyip çöpe atan, yüzlerce kez aynı bölümü yeniden yazan ve “evet, oldu” diyene kadar pes etmeyenler olduğu gibi metnine hiçbir müdahale yapma gereği duymayan, ona tek bir noktalama işareti ekleyip çıkarmayı düşünmeyenler de vardır.

Yazarların mekanlarla ilişkisi de sıra dışıdır. Hayatı boyunca aynı mekana kurulup yazanlardan, bulduğu her mekanı yazı için uygun bulanlara, yolculuk halindeyken yazanlardan, yürürken ansızın durup yazmaya devem edenlere kadar öylesine çeşitlilik arz eder yazma mekanları. Kendine ait villasının kendine ait köşesinde ve sadece kendisinin kullandığı masasında yazanlar da bulunur, otel odalarında, misafir olduğu evin penceresinden dışarı bakarken, çatı katında veya bodrum katında yazanlar da…

Bazıları hiç not almadan, hazırlık yapmadan, ilhamın ışığıyla yazar, diğer bazıları ilham beklemez, bir metin için aylarca, yıllarca hazırlık yapar, not alır, düzenler, taslak oluşturur ve büyük bir emeğin ardından malzemeyi yeniden yoğurarak yazar. Her iki yazma biçiminin de kendine göre müspet ve menfi tarafları bulunur. Yazmak da elbet, diğer bütün güzel yaratımlar gibi emek ister. Ancak bazıları bu emeği ilhamın ışığından sonraki müdahaleler için, bazıları ise ilhamı çağırmanın gerekçesi olarak düşünür. Her durumda, bütün metinler ciddi bir uğraş, özel hayatından fedakarlık, sonsuzla buluşmak için sonlu olanı ihmale dayanır. Eseri için kendini feda etmemiş yazar neredeyse yoktur ve zaten dünyanın akışını değiştiren bütün eserlerin gerisinde kendi rutinini parçalayan, eserinin dünyası için kendisinin dünyasını tarumar eden yazarların imzası bulunur.

Yazarların sıra dışı halleri onların hayata bakışları kadar yazıyla ve yazma serüveniyle kurdukları ilişkiyle de alakalıdır. Masasında bir vazoya konulmuş taze çiçekler olmadan kendisine ilham gelmeyeni de var, çürük elma kokusunu teneffüs etmeden tek bir cümle yazamayanı da. Yorganının altında ekmek kırıntıları vücudunu rahatsız ederken zihni kurduğu cümlelerle daha iyi ilişki kuranı da var, takım elbise giymeden ve kravat takmadan yazı masasının başına oturmayanı da. Günlük 51 kupa kahve içmeden kendine gelemeyeni, hatta kahve kesmeyince kahve çekirdeğini çiğneyerek kendini bulanı da var, sarhoş olmadan cümle kuramayanı, en ayık halinin en çok alkol tükettiği zaman dilimi olanı da.

Bir oturuşta onlarca sayfa yazıp bir haftada bir romanı bitireni de var, bir roman için otuz yıl boyunca neredeyse her gün beş on sayfa yazmak zorunda hissedeni de… Yazdığını kontrol etmeden matbaaya göndereni ve bir kez son noktayı koyduktan sonra bir daha dönüp bakmayanı da var, bir sayfa için onlarca sayfa yazıp son şeklini vermeye gayret göstereni, iyi bir cümle için yüzlerce cümle yazmak zoruna kalanı da… Ama yazdığını, yazmakta olduğunu, yazmanın bizatihi kendisini ciddiye almayanı yoktur. Her yazar, yazma eyleminin kendisini hayata bağladığı, yazma süreci bitince kendisi de bitmiş gibi kenara çekilip kendisini yeniden hayata bağlayacak olan bir eserin peşine düşer ve onu yakalayana kadar da kendisini gerçek anlamda yaşamış saymaz. Yazarların yüzünde, yazma öncesi ve sonrasına ait gördüğümüz solgunluk, keyifsizlik, iştahsızlık yazıyla aralarındaki bu uzaklıktan kaynaklanır. Onlar için yazmaktan uzaklaşmak, hayattan uzaklaşmak, oksijeni olmayan bir vadiye sürülmek gibidir çünkü.