Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Kasım 2012

Yıl 2012, dil 2002

Türkiye'nin son on yıldaki dönüşümünün içte ve dışta, dost-düşman, izan ve insaf sahibi herkes farkında!

Demokratikleşme alanında, ekonomik alanda, sosyal konularda, Kürt meselesinde gelinen nokta, inkar edilemez!

Ama tam bu noktada insanı işkillendiren, "Acaba bir tuzak mı var?" sorularına sebep olan gelişmeler oldu.

2012 yılında olmamıza rağmen, siyasetin tarzı ve dili, 2002'nin diline döndürülmek isteniyor sanki.

Amaç bu olabilir mi sahiden?

Eski dile, eski düzene, eski Türkiye'ye dönüş! Bu tuzağa düşülür mü gerçekten?

***

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP lideri Kılıçdaroğlu ve BDP'liler arasındaki gerilime son günlerde MHP'nin de dahil olmasıyla siyasette haddinden fazla bir kutuplaşma, yüksek bir agresyon var.

Hükümet, yapılan hiçbir icraatın kadir-kıymetinin bilinmemesine sinirlenirken, CHP tüm stratejisini Erdoğan'ı sinirlendirmek üzerine kurguluyor.

MHP'nin, 13 ilin büyükşehir yapılmasına gösterdiği, "Bölünme" kaygılı muhalefet ise o cephede kolay kolay hiçbir değişimin yaşanmayacağının göstergesi.

***

Burada daha ilginç olan BDP'nin tavrı! Kürt siyasetinin yegane temsilcisiymiş gibi "rol yapan" BDP, her fırsatta kendisinden "rol çalan" Kandil karşısında çaresiz bir görüntü sergiliyor.

Erdoğan, "Şov", "Şantaj", "İdam" dedikçe BDP de "Biz de açlık grevi yapıyoruz", "Apo'nun heykelini dikeceğiz", "Ölüm olursa AK Parti sorumludur" gibi kışkırtıcı açıklamalar yapıyor.

BDP öyle tepkisel ki, son on yıldır yapılanların veri veya tespit olarak ortaya konmasını bile "Lütuf gibi başımıza kalkmayın" diyerek adeta yok sayıyor. Adalet Bakanı ile görüşmelerinin ardından oluşan pozitif havayı, polislerle girdikleri itiş-kakışlarla buharlaştırma yolunu seçiyor.

***

Görüntü şu; politik arenadaki gerilim ve her türlü tepkisellik siyasal dili tamamen tahakküm altına aldı.

Türkiye, 2012 yılında bölgesel ve uluslar arası alanda küresel bir aktör olarak inisiyatif alan, Avrupa ekonomik krizlerle sarsılırken uluslar arası kuruluşlarca ekonomisi övülen, demokratikleşme ve insan hakları alanlarında hukuksal dönüşümler gerçekleştiren bir ülke.

Ancak siyasete hakim olan yıkıcı dil yüzünden dar, gergin, ufuksuz ve toplumu bıktıran bir sosyal psikolojiye teslim olma tehlikesi yaşıyor Türkiye.

***

CHP, AK Parti iktidarının ilk yıllarındaki Baykal'lı döneme benzer şekilde kimlik üzerinden siyaset yapma psikolojisine geri döndü. Cumhuriyet mitinglerinin aynısını alternatif cumhuriyet mitingleri ile yeniden tedavüle sokmaya çalışıyor.

Bunun anlamı şu; CHP sıkıştığı yüzde 25 bandından çok memnun ve iktidar olmak gibi bir niyet dahi taşımıyor.

MHP de, yakıcı terör sorununa karşı geliştirilen her politikayı ve idari her icraatı "Bölünme" refleksi ile karşılayarak yüzde 15 bandından çok memnun olduğunu belli ediyor.

***

Gelelim BDP'ye. Sürekli AK Parti'nin bölgede müthiş kan kaybettiğini, hükümetin BDP'ye her karşı çıktığında ona oy verenlerin bile AK Parti'den uzaklaştığı tezini ileri sürüyor.

BDP'nin Kürtler için, Cumhuriyet tarihinin en kötüsü olarak ilan ettiği AK Parti hükümetinin ilk seçimde bölgede ne kadar oy kaybettiğini göreceğiz.

Eğer BDP bu söylediklerine inanıyorsa, baraj diye bir sorunu kalmamış demektir.

Ancak BDP'nin ilk seçimde en fazla yüzde 7-8 civarında oy alacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok!

Demek ki BDP de, CHP ve MHP gibi oy skalasındaki yerinden memnun ve bu nedenle gerilimi düşürmek için zerre kadar kaygı taşımıyor.

***

Bu üç partinin kaygısızlığına karşın AK Parti'nin "kaygıları" var.

Cumhurbaşkanı'nı kendi partisinden çıkarmış, halkın üç dönemdir iktidar olma yetkisi vererek, icraatlarını beğendiğini belli ettiği AK Parti, üç partinin sıkışmışlığının aksine daha vizyoner ve kuşatıcı davranmak zorunda.

Bu ülkeyi yönetmek, Türkiye'nin 2023 hatta 2071 vizyonuna sahip çıkmak "kaygısı"ndaki AK Parti'nin, CHP, MHP ve BDP'nin dar siyasal parantezinden çıkmak, bu "haşin ve dışlayıcı dil" tuzağına düşmemek gibi bir mecburiyeti var.

***

Açlık grevlerinde hangi gerekçeyle olursa olsun ölüme yatanların sorumluluğu da, hak-hukuk tesliminde "üniter" gerekçelere takılmadan politikalar üretmek de, yükselen siyasi tansiyonu düşürmek de gelecek ufkuna sahip tek "merkez" olan AK Parti iktidarının ve Başbakan Erdoğan'ın omuzlarındadır.

Siyasetin önü "tıkanmış" filan değildir.

"Tıkandı" iddiasıyla bir yerlere "çağrı"da bulunanların oyunlarına karşı düğümü çözme potansiyeline sahip tek adres olan AK Parti iktidarının ve Başbakan Erdoğan'ın, bu "oyunu" da bozacağına inanıyorumu2026.