Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Kasım 2020

Bir kişi daha eksildik

Yıl 1990’ların başıydı.

Muharrirlerin çay simit eşliğinde Facit marka daktilolarla fikirlerini serdettiği...

Yazı işlerinin arı kovanı gibi kaynadığı...

Gazetelerin Bâb-ı Âli’yi terk edilip plazalara yerleştiği...

Basının döndüncü kuvvet olduğu...

İnternet denen dipsiz kuyunun daha keşfedilmediği yıllardı.

***

İşte bu olayların vukû bulduğu günlerin birinde Topkapı Çayhane Sokak, No:1’de ufak bir hareketlilik yaşanıyordu. Üstad (Abdülkadir Türker) yanında üç kişi olduğu halde servisleri geziyor, onları bizlerle tanış ediyordu. Bu kişiler Fatih Saraç, Ahmet Kekeç ve Abdullah Özkan’dan başkası değildi. Fatih Saraç yönettiği Vahdet gazetesinin yayın hayatına son vermiş, ekibinde kendine her daim destek veren Ahmet Kekeç ve Abdullah Özkan’la deneyimlerini Millî Gazete okuruyla paylaşmaya gelmişlerdi.

Ahmet Kekeç yazdığı yazılarla bir taraftan okuyucuyla ünsiyet kurarken, diğer taraftan “Millî Gazete 2” eki için yoğunlaşıyordu.

Gerçekten de o günlerde kıt imkânlarla rahmetli Erbakan hocanın deyimiyle “tekeden süt çıkarılarak” dolu dolu bir mevkute yayınlanıyordu. Fatih Saraç bu strese uzun süre dayanamayınca, ekin yönetimini Ahmet Kekeç’e bırakıp gitti.

***

Ahmet abinin çay bardağının şıngırtısına yaktığı sigara dumanı eşlik ediyor; tefekkür kokan sayfalarıyla okuruna her gün yeni bir pencere açıyordu. Bir taraftan devraldığı ağır yükü taşırken, diğer taraftan bir çok kalem erbabına fırsat imkânı veriyordu. Bunlardan birisi de “Bir gün önemli bir şair olacaksın” dediği şair İbrahim Tenekeci’ydi.

O zamanlar gazeteci milleti nefes almak için bilgisayarla değil, insanlarla konuşurdu. Yazı işlerinde söz Sadık Albayrak’tan Ekrem Kızıltaş’a, Ahmet Kekeç ağabeyden Abdullah Altay’a, Necdet Kutsal’dan Bayram Öz’e, Kâzım Naci Doğan’dan Bilal Yüksel’e, İsmail Fatih Ceylan’dan Bedir Acar’a dolaşır dururdu. Bu muhabbet sofrasında hem özümüz, hem de sözümüz pişerdi. O günler bizim için “Asr-ı Saadet” günleriydi.

***

Gün geldi, Ahmet ağabey de yoruldu. Topkapı Çayhane Sokak, No: 1’deki dostlarıyla vedalaşıp, Mustafa Karahasanoğlu’nun basına yeni bir soluk getirme iddiasıyla çıkardığı Beklenen Vakit’e omuz vermeye gitti. 28 Şubat sürecinde bir çok insan sinerken o kalemiyle tek kişilik ordu gibi cenk etti.

Üst üste açılan davalarla sesi, kalemi susturulmak istendi. Yalnız bırakıldığı günlerde bile o hak bildiği davasından asla vazgeçmedi. Gözünü budaktan esirgemedi. Polemikleriyle kalemşorlukta kural tanımayan cazgırları fikri donanımıyla perişan etti.

Yürüdüğü çileli yolculuk boyunca incindi, incitmedi.

Hep dost biriktirdi.

Kansere yakalandı, yendi.

Fakat çağımızın vebası koronavirüs Ferhat Koç ağabeyin ardından onu ciğerlerinden vurarak 59’unda aramızdan aldı.

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.”

Ahmet ağabey iyi insandı.

İyiler ölmez.

***

Bugün Eyüp Sultan Camii’nde öğle namazına müteakip kılınacak cenaze namazının ardından sonsuzluğa uğurlanacak.

Ruhu şâd, mekanı Cennet olsun.

***

AH YALAN DÜNYA!..

Gırgır’da mizah öyküleriyle kalem oynatmaya başlayan Aylık Dergi, Mavera, Yönelişler, Kayıtlar, Kırkayak, Kitap Dergisi, Girişim, İmza dergilerinde hikâye, deneme ve eleştiri yazılarıyla kendine has bir üslup oluşturan Ahmet ağabey, 1985’te ilk hikâye kitabı olan “Son İyi Şeyler”i okuruyla buluşturdu. Birbiri ardınca verdiği eserlere son olarak “Kanamalı Hayat”ı ekledi.

Yeni Haber’de başlayan Zaman’da Vahdet’te, Millî Gazete’de, Beklenen Vakit’te, Yeni Şafak’ta Star’da devam eden gazetecilik ve yazarlık serüveni Akşam’da son buldu.

(3 Ocak 1961 Malatya / 14 Kasım 2020 İstanbul)