Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.83
Gram Altın
2433.03
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 May 2015

Bahar mı dediniz?

Mevsimler gelip geçer de sonradan fark ederiz zamanın su gibi akıp gittiğini. İçimizde değişip duran mevsim fırtınalarını hissederiz de adını bir türlü koyamadığımız bir burkulmayı yaşadığımızı kabul etmek istemeyiz.

Mevsimlerin içinde en çok hangisi sevilir diye sorulsa, genelde baharın, ilkbaharın adı anılır herhalde. Sonbaharın hüznünden, kışın soğuk yüzünden bunalan insanoğlu, ilkbaharı bir kurtuluş olarak görür. Mart ayının aldatıcılığına aldırmadan sokaklara, parklara vurur kendini. Aldatıcı güneşin altında soğuktan sertleşmiş bedenini rahatlatmaya çalışır. Bu geçici mutluluk bile ruhu kapalı kalmaktan bulanmış olanlar için bir ferahlama nedeni olabilir.

Dağ, bayır yemyeşil olmaya başlar; ırmaklar çağlar, ağaçlar çiçeğe durur. Küçük şeylerle mutlu olmasını bilenler için bütün bunlar bir mutluluk sebebidir. Bir çiçeği koklamak, bir bahar yeline kendini kaptırmak ve bir süreliğine de olsa umursamamak hiçbir şeyi ancak ilkbahara yakışan bir başına buyrukluktur.

İnsanoğlunun hayatı genelde mutlu olmakla değil de şikayet etmekle geçer. En umulmadık şeylerden bile şikayet eden kişiler nasıl mutlu olacağını bilemeyen kişilerdir. Kişi, yazın sıcağından, sonbaharın kasvetinden, kışın soğuğundan şikayet eder de baharın yakınılacak bir yerini bulamaz. Bahar kurtuluştur, ferahlıktır, doğanın ve insanın derin bir nefes alışıdır.

Hiçbir mevsimin gelişi bahar gibi görkemli olmaz. Yüzyıllardır bu topraklarda baharın gelişi bir bayram gibi kutlanır adeta. Şölenlerle, törenlerle bu geliş; muştulanır dört bir yana. Yaylalar şenlenir, ırmaklar daha bir keyifle akar. Kuzular şenlendirir dağı bayırı.

Tadı tuzu kalmadı diyoruz ya hayatımızın, bu doğru. Her gün bir yanımızı yitiriyoruz, her gün biraz daha eksildiğimize şahit oluyoruz. Ne yapsak da hangi yolu denesek de bu gidişi durdurmak imkansız gibi görünüyor. Gelenek, görenek, bayram, seyran derken sonunda baharımızı da yitirdik. Sonbaharı yaşayamadan kışa geçiyoruz, kıştan sonra ne olduğunu anlamadan yazın boğucu sıcağı karşılıyor bizi. Nisan ayında sanki kışı yaşadık. Bahar geldi diye kıyılara kaldırdığımız kalın kazaklarımıza tekrar bürünme gereğini hisseder olduk.

Adı küresel ısınma, ozon tabakası, nükleer etkiler olsa da sonuç bizi ürkütmeye yetiyor. Baharsız kaldık. Sonbaharın hüznünü doya doya yaşayamıyoruz. Yapraklar dökülmeye fırsat bulamadan ani bastıran soğuklarla kapkara olup kendilerini toprağın kalbine bırakıyorlar. Artık, bir sonbahar serinliğinde ağır adımlarla, dökülen yaprakların arasında yürümenin zevkini çıkaramıyoruz.

Birkaç kez yalancı yüzünü gösteren güneş, terk ediyor hemen kendisine hasret yürekleri. Nisan ayında kış soğuğunu yaşadığımız çok oldu. Meyveye durmuş ağaçlar, çiçeğe durmuş dağ bayır yalancı güneşe doyamadan tekrar bunaltan bir karanlığa gömüldüler. Mayıs geldi ama soğuğu da yanında getirdi. Akşamları evlerin bacasından süzülen dumanlar çiçeğe durmuş ağaçlara, yemyeşil dağa bayıra inat yaparcasına nazlı nazlı süzülmeye devam ediyor. Geçen yıla göre biraz daha şanslıyız. Soğuğa direnen meyve ağaçlarının uçlarından tomurduk vermeye başladı meyveler. Bu işlerden anlayanlar havaya bakıp; "Dolu da yapmazsa bu yıl meyve çok olur." diyorlar. Yani tehlike geçmiş değil.

Havalar karıştı. Her şey birbirine girdi. Günübirlik yaşıyoruz. Bir günümüz diğerini tutmuyor. Allak bullak oldu her şey. Baharın tadı kalmadı, ülkenin üzerindeki karabulutların azalmasından tedirgin olanlar her gün yeni bir senaryoyla yeni komplo teorileri üreterek iyice karanlığa gömdüler her yanı. İstikrarı hazmedemeyenler kendi oluşturdukları suni gündemlerle zaten tadı kalmayan baharımızın havasını iyice bozdular.

Nefesimizi açacak bir Esenlik Bildirisi'ne o kadar ihtiyacımız var ki uzaklardan haber bekleyenler gibi yolları gözler olduk. Bir müjde, bir kurtuluş reçetesi ya da ruhumuzu okşayacak bir melek gülümsemesi için çok şeyi feda edebiliriz. Yeter ki yeniden açsın baharımız. Tekrar tekrar uyanalım muştulanmış bir bahar sabahına.