Dolar (USD)
34.14
Euro (EUR)
37.72
Gram Altın
2915.71
BIST 100
8898.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Kasım 2021

Bulgarlardan daha mı fakiriz?

Geçen cumartesi günü bir program vesilesiyle İstanbul Sultanahmet’te bulunuyordum. Haliyle gitmek istediğimiz yere ulaşıncaya kadar sokaktaki durumu da temaşa etme fırsatım oldu. Turizmin en yoğun olduğu yaz aylarından birisinde olmamamıza rağmen Sultanahmet ve çevresi hınca hınç insan kalabalıklarıyla doluydu. Turistlerin simalarından ve konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla büyük çoğunluğu Araplardan ve Balkanlardan gelen insanlardan oluşuyor. Bir miktar da diğer Avrupa ülkelerinden gelen insanlar var bu kalabalığın içerisinde.

Benzer bir tabloyla geçen bahar Edirne’ye yaptığım ziyarette karşılaşmıştım. Sokaklarda yüzlerce yabancı plakalı aracı görünce “Allah Allah” dedim kendi kendime, acaba tersine bir insan göçü mü yaşanıyor? Meğerse o gördüğüm plakaların büyük bir kısmı Bulgaristan’dan gelen turistlere aitmiş. Bulgarlar bugün de dahi Edirne’ye günlük ihtiyaçlarını karşılamak, gezmek ve alışveriş yapmak için geliyorlar. Geçen bahar Edirne’de mefruşatçıların, kasapların, bakkalların vitrinlerinde bile Bulgarca yazılar görmüştüm. Belli ki Bulgarlar Edirne’ye sadece gezmek için gelmiyorlar; perdeden ete, bakkaliyeden oyuncağa kadar pek çok ihtiyaçlarını Edirne’de karşılayıp geri dönüyorlar. Nasıl olsa mesafe de yakın. Bir saatlik yolculuk sonrasında Edirne’ye gelip akşamüstü tekrar memleketlerine geri dönebiliyorlar. Bu kötü bir şey mi? Elbette değil. En azından bizim esnaf para kazanıyor, içeriye döviz girişi sağlanıyor.

Diğer taraftan kültürel alışveriş de mümkün oluyor. En azından Bulgarlar, Selimiye’yi, Eski Cami’yi, Beyazıt Külliyesini, kısacası Osmanlı Medeniyetinden kalan izleri temaşa edip ülkelerine geri dönüyorlar. Peki bu, günübirlik geziler nasıl mümkün oluyor? Adamların her şeyden önce paraları kıymetli. Bir Bulgar, Türkiye’de 1 Euro para bozdurduğunda senden benden 12 kat daha fazla alım gücüne sahip oluyor. Mesela bir kuruyemişçiye giriyorsunuz Bulgar 1 birim parasıyla 12 tane fındık alıyor, siz sadece bir fındık alabiliyorsunuz. Ya da şöyle ifade edelim, siz bir Bulgar vatandaşına göre 12 kat daha az alım gücüne sahipsiniz, tabi Türkiye’de. Aynı durum tersine gelişse mesela siz Bulgar tarafına geçip alışveriş yapmak isteseniz oranın 1 birimlik parası için burada 12 birim paranızı gözden çıkarmak durumundasınız.

Herhangi bir Avrupalı cebine 1000 Euro para koyup Türkiye’ye geldiğinde burada 2 kişi, 10 gün çok rahat konaklayabiliyor; yiyor, içiyor, geziyor ve ülkesine dönüyor. Aynı şekilde siz buradan bırakın Almanya’ya gitmeyi, örneğin Bulgaristan’a geçmek ve orada 2 kişi 10 gün gezmek isteseniz 1000 Euro karşılığı olan 12 bin TL’yi temin etmek durumundasınız. Sıradan bir Avrupalı maaşının yarısıyla İstanbul’da rahatça 10 gün geçirebilirken siz maaşınızın 3 katı para biriktirip yurtdışına çıkmak zorundasınız. Tabi o miktar da yeterse. Mümkün değil.

Şimdi tahmin ediyorum bunları yazdığımda birileri diyecek ki “Efendi, bak hele, senin çarşıdan pazardan haberin var mı? Millet marketlerdeki, pazarlardaki fiyatlara yetişemiyor sen yurtdışına çıkmaktan bahsediyorsun!” El Hak bu eleştiri yerindedir ve doğrudur. Ancak unutulmaması gereken bir şey var. Faizler indirildiğinde Dolar ve Euro fırlıyor. Türk parası hızla değer kaybediyor. Faiz indirimi direkt olarak halkın kesesine yansımıyor. Sadece konut ve araba almak isteyenler için bir imkân kapısı aralanmış oluyor. Ancak ne araba fiyatları bir yıl önceki fiyatlarda duruyor, ne de ev fiyatları. Geçen yıl İstanbul’da 400 bin TL eden bir ev bugün 550 bin TL’den satılıyor. Faiz inse ne yazar, fiyatların genel seviyesi artmış vaziyette. Peki bu durum kime yarar? İnşaat lobisine yarar, otomotiv lobisine yarar. Cebinde üç kuruş parası olan ve bunu ille de harcamak isteyen huzursuz ya da tamahkâr vatandaşlar uzun vadeli borçlanmaları göze alarak soluğu banka kapılarında alıyorlar. Oto bayilerinde oluşan kuyruklar gösteriyor ki, ekonomik açıdan ortaya çıkan negatif gidişat biraz da bizim tamahkârlığımızdan kaynaklanıyor. Cebinde bir miktar parası olan esnaf ya da vatandaşlar apartman altlarına araba stokluyorlar. Bu arabaları daha sonra yüksek fiyatlarla başkalarına satıyorlar. Bayide 300 bin TL olan aracın fiyatı 380 bin TL’ye fırlıyor. Halbuki insanlar sadece ihtiyaçları kadar alışveriş yapsalar ve gerçekten bu ürünlere ihtiyacı olanlar bunları makul fiyatlara edinseler ne olur? Kıyamet mi kopar? Bu duruma devlet de sesini çıkarmıyor. Sonra da ekonomi battı, şöyle oldu böyle oldu diye feryat ediyoruz. Bugün ekonomik hayatımızda ortaya çıkan sıkıntıların en büyük sorumlusu yine biziz. Dış güçler, üst akıl, alt akıl, bunların hepsi şehir efsanesi. Kamusal ve sosyal ahlakın çöktüğü bir toplumda iktisadi bunalım kaçınılmaz hale gelir. Bulgar gelir cebindeki 100 Euro ile Edirne’den dünyanın alışverişini yapar memleketine döner. Biz de böyle ağzımız açık seyretmeye devam ederiz.

Peki bu işte ekonominin yönetiminden sorumlu olanların hiç mi suçu yok? Bu hususu da şöyle bir soruyla savuşturalım: “Muhafazakâr siyasetçiler, 20 yıllık zaman dilimi içerisinde bu faizci sömürü düzeninden kurtulmak için hangi radikal projeleri geliştirdiler, hangi esaslı adımları attılar?” Sanırım bu sorunun cevabı verildiğinde ortalık biraz daha aydınlanmış olacaktır.