Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.88
Gram Altın
2430.22
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 May 2023

Türkiye'deki elit zümrenin servet kavgası

Eric Hoffer, “Kesin İnançlılar” adlı kitabında, “Bir kitle hareketi kolayca kendini başka bir kitle hareketine dönüştürebilir” diyor. Türkiye’deki siyasi arenaya ve ittifakların birbirleriyle olan ilişkilerine bakıldığında bu tespitin ne kadar da doğru olduğu ortadadır.

Şimdi size asıl rekabetin nerede cereyan ettiğini anlatacağım. Bilindiği gibi Fransız devrimi öncesinde toplumda ciddi bir kast sistemi vardı. Aristokratlar, din adamları, halk ve burjuvazi.

Aristokratlar ve din adamları ayrıcalıklı sınıfı oluşturuyor ve vergi ödemiyorlardı buna mukabil halk ve zengin tabaka olmasına rağmen burjuvazi de vergi ödüyor ve imtiyaz sahibi değillerdi. Asıl sıkıntı da buradan çıktı.

Burjuvayı halk tarafına iten temel etkenlerden biri de buydu. Türkiye’de ise böyle bir burjuva sınıfı oluşmadı.

Ne oldu biliyor musunuz? Küçük elit bir zümre, devleti kaynak olarak görerek tüm serveti kendilerine aktarmayı tercih etti. Bunu da halkçılık kisvesi altında yaptılar.

Burada Atatürk’ü çıkarları uğruna kullanan halktan kopuk, tepeden inmeci Kemalist elit zümrenin kendilerine münhasır bir saltanat inşa etme sürecini kastediyorum.

Bana “1950 ile 2023 arasında olan bitenleri bir cümleyle özetler misiniz” deseler; “Elli yıldır küçük bir elit zümrenin tekelinde olan devletin kaynakları son yıllarda toplumla paylaşılmaya başlanmıştır” derim.

Bu öyle bir zümre ki Fransız ihtilalinde aktif rol oynayan burjuva sınıfı gibi bir tavır ortaya koymadı tam tersine yıllardır halkı aşağılayarak, tepeden bakarak ve onları devletin kaynaklarından uzak tutarak tamamen kendilerine çalıştılar.

Örneğin Atatürk, “köylü milletin efendisidir” derken bu elit zümreye göre onlar Hasso, Memo, yobaz, gerici, cahil, göbeğini kaşıyan, bidon kafalı, işe yaramaz yığınlardı.

Yani onlar, halkı bu zümreye gelir getiren bir aparat olarak gördü.

O yüzdendir ki yıllardır İstanbul’un en lüks semtlerinden ve kıyı şeridinde hali vakti yerinde olanlardan oy topladılar.

Asıl amaçları yasama, yürütme ve yargıyı ellerinde bulundurarak, devletin halka ait ekonomik kaynaklarına hükmetmektir.

Bu sebeple devleti mutlak anlamda hükmedecek bir vesayet sistemi tesis edildi. Bunu, ülke servetinden sadece bu ideolojiye mensup, yazar, sanatçı, sinemacı, aydın, siyasetçi ve bürokrat sınıfının faydalanması için yaptılar.

O yüzdendir ki ülke serveti ne zaman halka doğru akmaya başlasa koro halinde “ laiklik elden gidiyor” dediler. Oysa gerçekte elden gidilmesinden korkulan şey, servetti.

Erdoğan, ülke servetini toplumla paylaşmaya başladığı günden beridir onlar nezdinde “diktatör” olarak görülme başlandı. Anlayacağınız asıl kavga, bu elit zümrenin ülke servetini yeniden ele geçirme kavgasıdır.

Ali Fuat Gökçe’nin profesörlük unvanı neden verilmiyor?

Ali Fuat Gökçe, Gaziantep Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde Doçent olarak görev yapan kaliteli bir akademisyendir.

Aynı zamanda yıllarca PKK ile savaşan ve Türk Silahlı Kuvvetleri Üstün Cesaret ve Feragat Madalyasına sahip emekli bir subayımızdır.

Ali Fuat Hoca, 7 Nisan 2017 yılında doçent oluyor ve 7 Nisan 2022 yılında da doğal olarak beş yıllık bekleme süresini dolduruyor.

Normalde profesörlük unvanının verilmesi icap eder değil mi? Ne var ki Ali Fuat Gökçe, bir yıldır profesörlük kadrosunun açılmasını bekliyor ancak bu gerçekleşmiyor.

Rektörün “ben bir kişiye ilan çıkarmıyorsam o ya PKK’lıdır ya da FETÖ’cüdür” dediği iddia ediliyor. Bu ifadeler yıllardır terör örgütleriyle savaşan Ali Fuat Hoca’yı derinde yaralıyor ve rektörü bu ifadelerinden ötürü mahkemeye veriyor.

Öyle ya iddia ettiği gibiyse şahsına soruşturma açtırması gerekmez miydi?

Şimdi bizde buradan soruyoruz? Ali Fuat Gökçe’nin süresi dolmuş olmasına rağmen yani hak etmiş olmasına rağmen neden profesörlük unvanı verilmiyor? Sebep nedir?