Sakatlar Haftasına yaklaştığımız şu günlerde mazlum Hasan Mezarcı'yı hatırladım. 28 Şubat'ın post-modern ve psiko-terör yöntemlerinin baskılarına dayanamayıp ruh sağlığını yitiren Milletvekili Hasan Mezarcı'yı hatırlayanınız var mı? Müftülük yaptığı bölgeden Refah Partisi tarafından aday gösterilerek, 1991'de milletvekili olur. Mensup olduğu partisi, mevcut rejim tarafından zaten kuşku ile bakılırken o, ilginç çıkışlarıyla yakın tarihle ilgili tabu konuları gündeme getirir. Bu tutumuyla parti içinde bile destek göremez ve gittikçe "yalnız adam" konumuna düşer. Rejim ise bu fırtınalı ruhun etrafa yaydığı aykırı görüşlerinden fevkalade tedirgin olur. Halbuki o, yakın tarihimize ait bazı konuların gayri resmi tarih ölçütleriyle aydınlatılmasını ister. "Topal Osman" hadisesinin Mecliste araştırılmasına yönelik önergesi, birçoklarının yüreğini hoplattırır. Özgürlük ortamında bazı şeyleri demokrasi çerçevesinde medenî bir biçimde tartışmak, henüz mümkün görünmemektedir.Kendisine ve partisine belirli hakim güç odaklarının yoğun psikolojik baskısı neticesinde partisinden ihraç edilir. Partiden kopartılan Mezarcı'nın fikirleri ve iddiaları, kah "rejime başkaldırı", kah "Atatürk'ün manevi şahsiyetine hakaret" olarak algılandığı için, mahkemelerde hesap verir ve cezaevlerini mesken edinir.Hayal kırıklığına uğrayan Hasan Mezarcı'nın hapishane hayatı sessiz geçer. Bir içine kapanma ve yalnızlaşma sürecine girer. Türkiye'yi değiştirmek o kadar kolay olmadığını anlar ve bütün hayalleri suya düşer. Türkiye'de rahat bir nefes alamayan ve iyice dışlanan Mezarcı, hapishaneden çıktıktan sonra Almanya'ya göç eder.
"Mehdilik" İlanı
Üç yıl aradan sonra televizyonlarda kendisi bu sefer kulağında küpeleri, bileklerinde bilezikleri, boynunda kolyesi, sarıya boyattığı uzun saçları, elinde bastonu, tepeden tırnağa altın sarısı entarisi ile görülür. Bu kılık kıyafet değişikliği ile beraber ruh aleminde de ciddî bir değişikliğin olduğunun ilk işaretidir bu. Kendi samimî ifadesiyle artık o bir "Mesih"tir. "Hapiste yatarken Allah bana bu emri verdi. Onun isteği ile şimdiye kadar kimseye peygamberliğimi açıklamadım" gibi ifadeler kullanır. Ortalama akla sahip olan her normal insan, bu durumun patolojik izahını ve psikiyatrik tanımını (mistik paranoya) yapamasa da, Mezarcı'nın ruh sağlığının bozulduğunu anlar aslında. Ancak, aklı başında bir milletvekili iken öne attığı fikirlerini "aykırı" bulan ve bundan dolayı da kendisini manen linç etmek isteyen bazı basın mensupları, bu sefer mantıkî aykırılığın zirvesine ulaşmış akıl hastası bir insana her nedense "itibar" ederler. Kitlelerin karşısında onu bu garip haliyle görüntülemek istemeleri, aslında 28 Şubat sürecinde işlerlik kazanmış olan psikolojik savaşın devamı niteliğinde idi. Sanki Mezarcı'nın Milletvekiliyken sarf ettiği sözlerinin ne kadar "saçma" olduğunu ispatlamak ve ondan intikam almak istercesine mistik hezeyanlı paranoit ruh halinden doyasıya yararlanmak isterler.
Reha Muhtar'ın Cadı Avcılığı
Hasta haklarına tamamen aykırı bir durum olduğu halde Reha Muhtar gibi bir haber sunucusu, "cadı avcılığı"nın baş aktörlüğüne soyunur. "Ben bir Peygamberim. Peygambere saygı olması gerekir..." şartıyla canlı yayına çıkar Hasan Mezarcı. Kendisine teminat verilir ve Reha Muhtar "esprili bir röportaj" yapmanın ümidiyle kızmayacağını beyan eder. Reha Muhtar, Almanya üzerinden Mezarcı ile canlı olarak röportaj yaparken, gerçekten hiç kızmadı ama bakışları, sözleri, mimikleri ve dudağının kenarından hiç eksik olmayan alaycı gülümsemeleri çok dikkat çekiciydi. Yayından bir iki gün sonra Mezarcı ile bir telefon görüşmesi daha gerçekleşir. Mezarcı durumun farkındadır: "Reha bey çok güzel bir şekilde benimle dalga geçti. Keşke ciddî davranabilseydi… Çünkü ben bir Peygamberim… Ancak bütün Peygamberler ilk zamanlarda alay edilmişti". Reha Muhtar, köşe yazısında bizlere bu bilgileri verirken yine alaycı tavrından zerre kadar taviz vermezken "Hazreti Mezarcı"nın "finali şarlatanlıkla son buluyor" der. Mezarcı, mistik hezeyanlar içinde mantıkî hatalar yaptığı açıkça bellidir. "Benimle alay edildi", "Peygamberlerle de alay edildi" "O halde ben de Peygamberim" şeklinde mantıkî benzetmeler yapan bir kişi şarlatandan ziyade muhakeme bozukluğu içinde olan bir paranoittir. Dürüst ve objektif gazetecilik yapmak isteyen her araştırmacı gazeteci bunu bilmesi gerekir. Reha Muhtar, akıl hastalığına yakalanmış ünlü birisiyle "röportaj" yaparak haddi zatında onu hem küçük düşürmüş, hem birileri adına intikam almış, hem de cadı avcılığının öncülüğünü yapmış oldu.
Türkiye'ye Dönüşü ve Hapis Hayatı
Mezarcı "Mesih" olarak memlekete dönüş yaptığı halde derhal gözaltına alınır. Çıkarıldığı mahkemece, ceza-i ehliyete sahip olup olmadığına bakılmaksızın İpsala Cezaevi'nde ve Bandırma'da Özel Tip Cezaevi'nde haksız yere üç ay yatar. Mezarcı'nın 20 yıllık memuriyetinden dolayı yürürlükteki kanunlara göre elde ettiği bazı sosyal hakların elinden alınması bile talep edilir. "Hukukî" gerekçe çok "mantıkî"dir: Madem Mezarcı artık "Mehdi" o halde emeklilik maaşına ihtiyaç duymamalı. Bazı işgüzar milletvekilleri yine aynı tarzda "Peygamber maaşını Allah'tan alır" diyerek, maaşının kesilmesi için, kanunî hazırlıklar bile yapmaya kalkışırlar. Zamanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan da hiç istifini bozmadan "teknik bir konudur, peygamber olduğuna göre, parayla pulla ilgisi olmamalıdır, konuyu incelettiriyorum" der. Elverişsiz hapishane şartlarının yanında kötü muamele ve işkence gibi insanlık dışı uygulamalara maruz kaldığı anlaşılan bir insanın ciddî ve kalıcı travmalar yaşayabileceği bir gerçektir. "Ben Meryem oğlu İsa gibi 10 yıl çile çektim, acı çektim, işkence gördüm" diyen Hasan Mezarcı, kendiliğinden ve sebepsiz bir şekilde bu duruma getirilmedi. Hasan Mezarcı'ının ruh sağlığını bozan 28. Şubat zihniyetinin baş aktörlerinin ve yardımcılarının uyguladıkları psiko-sosyal terör yöntemleridir. Sistemli yapılan işkence ve zulüm, bir insanın ruh sağlığını bozabilir. Zulme dayanan bir sistemi halen uygulamak isteyenler veya savunanlar, bakalım öbür dünyada akıllarını nasıl koruyabilecekler?