İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turgay Şafak ile savaş sonrası İran’daki son durumu konuştuk.
İsrail’le doğrudan çatışma, İran’ın dış politikada yıllardır izlediği vekil güç stratejisinden bir sapma mı, yoksa kontrollü bir restleşme miydi, Tahran bu tercihle neyi hedefledi?
İran İsrail veya ABD ile karşı karşıya gelmeyi hiçbir zaman istemedi. Aksa Tufanı operasyonundan sonra İsrail’in Gazze’de ortaya koyduğu katliamlar, ardından Hizbullah’a yönelik düzenlediği suikast ve saldırılar, Suriye’de İranlı üst düzey komutanların öldürülmesi sürecinde İran’ın savaşa dâhil olup olmayacağı çok konuşuldu ancak İran bu süreçte hiçbir şekilde dâhil olmadı. Şam’da İran büyükelçiliğine yapılan saldırı sonrası bir şekilde cevap vermesi gerektiği için oldukça düşük dozda dronelarla bir saldırı düzenledi. İran’ın güvenlik doktrini düşmanla sınırların dışında mücadele etmek üzerine kurulmuştu ancak vekil güçlerin zayıflamasının ardından İran diplomasi ve müzakere seçeneği üzerinde daha çok durmaya başladı. İsrail’in 12 Haziran gecesi İran’a düzenlediği saldırıya İran adına cevap verebilecek bir vekil güç kalmamıştı zaten. Kendi topraklarına yapılan saldırıya kendisinin misilleme yapması gerekiyordu. Bu bir sapma değil bir mecburiyet.
Tahran İsrail saldırılarına cevap vermese nasıl bir algı oluşurdu?
Tahran’a İsrail’in düzenlediği saldırı sonrası bütün üst düzey komutanlarını kaybetti. Nükleer alanda çalışan bilim adamlarını kaybetti. Bu saldırıya cevap vermemesi İran’ın bölgesel ve küresel imajı açısından bitmesi anlamına gelirdi.
İSRAİL’İN BİZİ KİMSE YENEMEZ TEZİ YIKILDI
Savaş süresince İran’ın askeri kapasitesi nasıl bir sınav verdi?
Demirkubbeyi delmesini ve İsrail’in şehirlerini hedef alması İsrail ve İran açısından nasıl bir sonuç doğurdu?
İsrail’in İran hava sahasını kontrol altına alması İran’ın hava savunma sistemleri açısından oldukça zayıf olduğunu ortaya koydu. Ancak İsrail’in “bize kimse saldıramaz” imajı da yerle bir oldu. İran sahip olduğu füze teknolojisi ile İsrail’in Tel Aviv ve Hayfa gibi önemli şehirlerinde önemli hedefler vurdu ve büyük hasarlar almasına sebep oldu. Bir taraftan İran hem İsrail hem de ABD tarafından hedef alınarak hem insan kaynakları büyük kayıp verdi hem de nükleer ve askeri tesisleri hasar alırken İsrail de çok güvendikleri “Demir Kubbe”nin kendilerini tam anlamıyla koruyamadığını görmüş oldu.
Öte yandan İsrail uyguladığı sansür ve küresel medyaya hâkimiyeti sebebiyle henüz hasarın ne düzeyde olduğunu henüz bilmiyoruz.
MİLLİYETÇİ SÖYLEM BAŞAT OLACAK
Bu savaşın molla rejimi üzerindeki etkileri sizce ne yönde oldu? Milliyetçi bir söylem var mı?
Savaş sürecinde tartışılan rejim değişikliğinin hem de bir düşman güç tarafından yönlendirilen bir ismin gelip İran yönetimini ele alması fikrinin boş bir düşünce olduğu ortaya çıkmış oldu. ABD ve İsrail tarafından öne sürülen Rıza Pehlevi’nin halk tabanında bir karşılığının olmadığı aşikâr oldu. İran halkı bütün toplumsal kesimleri ile saldırının “rejime” değil “İran”a yönelik olduğunu söyleyerek saldırıların karşısına olduğunu ilan etti. Öte yandan savaşın getirmiş olduğu bir psikoloji ile milliyetçi söylem toplumsal tabanını genişletti ve hatta müesses nizam tarafından da benimsendi. Ateşkes anlaşmasının Muharrem ayına denk gelmesiyle birlikte milliyetçi söylem okunan yas törenlerinde okunan mersiye ve ağıtlara da yansıdı. Daha önce şahit olmadığımız bir şekilde milliyetçi “İran”, “Ey İran” ve “Ey Vatan” gibi marşlar meydanlarda aşura törenlerinde yankılandı. Savaş boyunca sığınakta bulunan Devrim Lideri Ali Hameney de kameralar önüne çıktığı aşura töreninde meddahtan “İran” marşını okumasını istemesi bundan sonraki dönemlerde milliyetçi söylemin başat söylem olacağının en büyük işareti olsa gerek.
İRAN HALKI ÜLKESİNE SAHİP ÇIKTI
İran halkı içinde kendilerine özgürlük çağrısı yapan Netenyahu’ya kanan oldu mu? Rejim muhaliflerinde Pehlevi bir karşılık buldu mu?
Savaşın ilk günlerinde Netenyahu “biz yapacağımızı yaptık şimdi sıra sizde” gibi bir şeyler söyleyerek İran halkının rejime karşı ayaklanması çağrısı yapmıştı. Ancak İran halkı bir dış düşmanla iş birliği yapmayacağını ülkesini savunacakları mesajını verdi. Nitekim İran rejimi ile sorunlar yaşayan bu sebeple ülkeye girmelerine dahi izin verilmeyen birçok aydın ve akademisyen İsrail’i destekleyen ve bu saldırıyı rejimin devrilmesi için fırsat olarak gören Rıza Pehlevi gibi isimlere ağır eleştiriler yöneltmişler ve savaşta ülkelerinin yanında olduklarını ilan etmişlerdir.
VEKİL GÜÇ DOKTRİNİ TAMAMEN DEĞİŞTİ
Savaş sonrası vekil güç doktrini nasıl bir değişime uğrar?
Direniş ekseni geçtiğimiz yıl Hizbullah’ın liderinin ve üst düzey bütün yöneticilerinin öldürülmesi ile gücünü kaybetmişti. Su savaşta Yemen’deki Husiler dışında İsrail’e karşı bir saldırı yapan bir vekil güç yoktu. Zaten Husilerin yapısı ve İran ile ilişkileri diğer vekil güçlerden farklı.
Kısaca söylemek gerekirse İran’ın vekil güç doktrininin tamamen değiştiğini ve artık içeri ile daha fazla ilgilenmesi gerektiği fikrine ulaştığını düşünüyorum. Zira ortaya çıkan milliyetçi/İrancı anlayış da bunu gösteriyor kanaatimce.
YENİ SALDIRILAR GELEBİLİR
İran’da yeni yaptırımlar ya da ekonomik daralma bekleniyor mu?
Zaten uzun yıllardır yaptırımlarla karşı karşıya kalan İran’ın yeni yaptırımlarla karşı karşıya kalma ihtimali çok yüksek. Trump şartlarını İran’a kabul ettirmek için yeni yaptırımlar uygulayacağına dair bir şeyler dile getirdi. Burada sürecin nasıl işleyeceği yeni kurulacak müzakere masasına bağlı olacaktır. İran Dış işleri Bakanı Abbas Irakçı sürekli müzakere ve diplomasi mesajları veriyor ancak Trump kendi şartlarını kabul ettirmek için İran’ı zorlayacaktır. İran’ın uranyum zenginleştirme hususunda geri adım atmaması halinde hem yeni yaptırımlar hem de yeni bir saldırı gelebilir.
Savaş İran’ın nükleer programını nasıl etkiledi?
İran savaş sonrası yaptığı açıklamalarda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının görevini yerine getiremediğini söyleyerek iş birliklerini gözden geçireceklerini dile getirdi. Nitekim Cumhurbaşkanı Pezişkiyan kararname ile iş birliklerini askıya aldı. Ayrıca ajansa ait kameraların tesislerden sökülmesi hatta ajansın genel sekreteri Rafael Grossi’nin ziyaretine izin verilmeyeceğini de duyurdular. Bütün bunlar İran’ın uranyum zenginleştirme konusundaki iradeden vazgeçmediğini ve kontrollerin olmadığı bir süreçte üretimi hızlandıracağı anlamına gelmektedir. Tabi tekrar etmekte fayda var Trump’ın bu konuda nasıl bir yol izleyeceği oldukça önemli.
HAMANEY’İN YERİNE KİM GEÇECEK?
İsrail’le savaşın ardından İran’da “rejim içi” dengeler değişti mi?
Dini liderlik çevresi, Devrim Muhafızları ve siyasi elit arasında yeni fay hatları oluştu mu?
Henüz savaş psikolojisi muharrem ayı törenleri ile birlikte savaştan oluşturulmak istenen bir kahramanlık anlatısı olduğu için özellikle liderlik bağlamında gündeme gelen bir tartışma yok. Ancak Ayetullah Hamenei’nin yaşının ileri olması hasebiyle uzun yıllardan beri yerine kimin geçeceği konusu tartışılmaktaydı. Savaş ile birlikte ve özellikle Hamenei’ye suikast düzenleneceği iddiaları ile birlikte yeniden gündeme geldi bu tartışma. DMO’nun üst düzey komutanlarının öldürülmeleri DMO’nun nispeten zayıfladığı anlamına gelebilir. Ölen isimlerin yerine atanan komutanların hangi kanada daha yakın olduğu, bu süreçte özellikle Mossad’ın sızmalarına karşı sorumlu tutulup tasfiye edilecek kişi ve grupların etkisinin zayıflaması diğer grupların önünün açılmasına yol açabilir.
YENİ DİPLOMATİK FIRSATLAR ÇIKABİLİR
Türkiye’nin savaş sürecindeki denge politikası İran’da nasıl yorumlandı? Ankara Tahran ilişkilerine bu durum nasıl yansır?
Türkiye bölgesel bir güç olarak bölgesel ve küresel çatışmalarda arabulucu bir rol oynayan, barış görüşmelerine ev sahipliği yapan, ikili anlaşmaların çözümü noktasına öneriler sunan bir ülke olarak İsrail’in saldırısı ile başlayan süreçte de benzer bir tutum takınmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve diğer yetkililerin İsrail’in saldırılarını sert dille kınaması ve İsrail’i “haydut devlet” olarak tanımlaması İran gazetelerine geniş yer buldu. Bazı gazeteler sürmanşetten verdi. Genel itibariyle olumlu bir değerlendirme yapıldı İran tarafında. Hatta ABD’nin bazı mesajlarının İran’a Türkiye üzerinde iletildiği dün İran gazetelerinde yazılmıştı. Bu anlamla yeni diplomatik fırsatlar ortaya çıkacağını düşünüyorum.
ÜMMETÇİ BİR SÖYLEMDEN MİLLİYETÇİ SÖYLEME GEÇİŞ
Savaş sonrası radikal kanatla müzakereciler arasında bir tartışma yaşandı mı?
İran müesses nizamı Reisi’nin cumhurbaşkanlığı seçildiği dönemde daha sert bir dış politika takip etme düşüncesindeydi. Hem meclis hem kabine bu politikaya göre tasarlanmıştı. Ancak Aksa Tufanı operasyonu ve İsrail’in Gazze’deki katliamları ve ardından Hizbullah’ın zayıflaması ve ardından İbrahim Reisi’nin helikopter kazası (!) ile hayatını kaybetmesi İran bir paradigma değişikliğine giderek şahin söylemlerden vaz geçerek reformcu, diplomasi ve müzakere taraftarı bir cumhurbaşkanı ve kabine oluşturdu. Nitekim Trump’un seçilmesi ile müzakereler başladı ve belli bir yere kadar ilerledi. Bu süreçte İran içinde müzakere yanlılarının eli zayıfladı aslında. Zira muhafazakâr radikal kanat “müzakere diyerek bizi oyaladılar ve rehavete kapılınca saldırdılar” diyerek diplomasi masası kurulmasını isteyenleri eleştirdiler. İran’da bir dış müdahale ile rejim değiştirilmesi söz konusu olamaz. Yeni bir halk ayaklanması vs. gibi toplumsal hareketlilik de beklemiyorum doğrusu. İran’ın siyasi elitleri son savaşta gördüğümüz gibi devrimin ilk yıllarındaki “İslamcı/ümmetçi” söylemden uzaklaşıp “İran milliyetçisi” bir söylemi sahiplenmeleri ve bunun toplumda bir karşılık bulması bundan sonra atılacak adımların da daha rahat atılabileceğini gösteriyor. Sonuç olarak İran müesses nizamı rejimin devamını sağlamak için gerekli reformları yapabilecek esnekliğe sahip olduğunu göstermiştir diyebiliriz.