Ehl-i Beyt ne demek? Ehli Beyt sevgisi nedir? Peygamber Efendimiz'in: "Ehl-i Beyt'imi de beni sevdiğiniz için sevin" buyruğundaki övgüsüne mazhar olan Ehl-i Beyt kimlerdir? Ehl-i Beyt'in içinde kimler yer alıyor? Ehli Beyti sevmek için onları bilmek ve tanımak gerekir. Sizin için Ehli Beyt hakkında bilinmesi gerekenleri araştırdık. Ehli Beyt Peygamber Efendimizin ev halkı olarak biliniyor. Ehli Beyt hakkında daha detaylı bilgilere ulaşmak için bu yazımıza bakabilirsiniz. İşte Ehli Beyt hakkında bilinmesi gerekenler...
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ev halkı. Ehl-i Beyt, bir evde yaşayan aile fertleri, aile demektir. İslam fıkıh terminolojisinde bir terim olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'in hısımlarından kendilerine zekat verilmesi yasaklanan aile fertlerinin tamamını ifade etmek için kullanılmıştır. Bu anlamda ehl-i beyt; Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ailesi, Ca'fer, Âkil, Abbas ve aileleridir. Şia'ya göre ise; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ailesi, eşleri ve çocuklarıyla Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'dir (Sahih-i Müslim, II . 751-752; .IV, 1873).
Rasûlullah (s.a.s.) ile ehl-i beyt'e de salat ve selam getirmek müslümanların bir görevidir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 323).
Ehl-i beyt terimi Kur'an-ı Kerîm'de Ahzab sûresindeki şu ayette açıklanmıştır: "Ey Peygamber hanımları, evlerinizde oturun; eski cahiliyedeki gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın, zekatı verin;Allah'a ve Peygamber'e itaat edin. Ey Peygamber'in ev halkı, Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister" (el-Ahzab, 33/33). Rasûlullah (s.a.s)'in eşlerinin, diğer bir deyimle mü'minlerin annelerinin ev halkından olduğu bu ayetten anlaşılmaktadır. Ayette, "Ey ev halkı" ifadesiyle onlar kastedilmektedir. Çünkü ayetin başında "Ey Peygamber'in hanımları" hitabı vardır (Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur'an terc. İstanbul 1983, IV, 370). Bu terim, bir adamın hanımlarını ve çocuklarını kapsamaktadır. İbn Abbas, Urve b. Zübeyr ve İkrime bu ayetteki ehlü'l-beyt lafzından Hz. Peygamber (s.a.s)'in hanımlarının kastedildiğini söylemişlerdir.
Hz. Ali ve ailesi de ehl-i beyt'tendir.
Enes b. Malik'in rivayetine göre: Hz. Peygamber (s.a.s), altı ay boyunca Fatıma'nın kapısının önünden geçtiğinde, sabah namazına giderken, "Ey ehl-i beyt namaz, namaz..." demiş ve Ahzab suresinin otuzüçüncü ayetini okumuştur. Ebû Ammar'ın ve başkalarının rivayet ettiği hadis de şudur:
''...Rasûlullah (s.a.s.), beraberinde Ali, Hasan ve Hüseyin olduğu halde geldi. Her birinin elini kendi eli içine almıştı. İçeri girdi ve Hz. Ali ile Fatıma'yı önüne oturttu; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i de kucağına aldı; sonra elbisesini onların üzerine örterek şu ayet-i kerimeyi okudu: 'Ey ehl-i beyt, Allah sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister... ' Sonra devamla, 'Allah'ım, bunlar benim ehl-i beytimdir. Benim ev halkımın temizlenmeye en fazla hakları vardır' diye dua etti." Bu hadis, çeşitli muhaddisler (Ahmed b. Hanbel, İbn Cerû et-Taberî, Müslim...) tarafından birçok ravîden rivayet edilen sahih bir hadistir. Hadislerde, Rasûlullah (s.a.s.)'in eşleri Ümmü Seleme veya Hz. Âişe'nin, Hz. Peygamber'e kendilerinin de ehl-i beyt'ten olup olmadıklarını sorduğu, bunun üzerine Rasûlullah'ın ona: ''Sen benim için seçilmişsin" buyurduğu nakledilmiştir. Zeyd ibn Erkam, "Rasûlullah (s.a.s.)'in hanımları da ev halkındandır. Ancak onun ehli beyti kendisinden sonra onlara zekat verilmesi haram kılınmış olan Ali, Akîl, Ca'fer ve Abbas aileleridir" demiştir. Mevdûdî, Rasûlullah'ın bir örtü altına alarak ehl-i beyt'ine dua ettiğine dair hadisler Müslim, Tirmizî, İbn Hanbel, İbn Cerir, Hakim, Beyhaki gibi muhaddislerin ve Ebû Said el-Hudrî, Hz. Âişe, Hz. Enes, Hz. Ümmü Seleme ve başka birçok raviden bu hadisin nakledildiğine değinerek; Kur'an'ın Hz. Peygamber'in hanımlarının ev halkından olduğunu açıklıkla beyan ettiğini, Hz. Peygamber'in buna ilaveten Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i de dahil ettiğini vurgulamaktadır (Mevdûdi, a.g.e. aynı yer).
Ehl-i beyt, kavram olarak ortaya çıkışından beri birtakım ihtilaflı konulara yol açmıştır. Hatta sia'nın doğuşuna ilişkin önemli bir yol ayrımıdır. Hem Sünnî hem Şii kaynakları, Gadir-i Hum hadisi ile Sekaleyn hadisi diye bilinen iki hadis kaydetmektedirler. Sekaleyn hadisi Şiî literatüründe önemli bir yer tutmaktadır (Cemal Sofuoğlu, Gadir-i Hum Meselesi, AÜİFD, XXVI, Ankara 1983, 468). Gadir-i Hum'da Hz. Peygamber'in ''Size iki ağır emanet bırakıyorum; onlara sımsıkı sarıldıkça hiçbir zaman sapıtmazsınız..." buyurduğu rivayet edilmiştir. Nesaî, Gadir-i Hum hadisi ile Sekaleyn hadisini bir arada vererek ikisinin de Gadir-i Hûm'da söylendiğini yazmaktadır (Ayr. bk. Müslim, Fadailü's-Sahabe, 36; Ebd Davûd, Menasik, 56; Tirmizî, Menakıb, 32; Nesaî, Hasais, 15; İbn Mace, Mukaddime, 11; Menasik, 84; Hakim, Müstedrek, III, 109; Ahmed b. Hanbel, II, 114, IV, 367; İbn Kesir, el-Bidaye, IV, 414).
Hadîsin Müslim'deki Zeyd b. Erkam (ö.68/687) rivayeti şöyledir. "Mekke ile Medine arasında Hûm denilen bir su başında bulunurken Rasûlullah hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı; Allah'a hamd ve sena etti, vaaz ve hatırlatmalarda bulundu; sonra, 'Haberiniz olsun ki ey insanlar, ben ancak bir insanım; Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum: Bunların birincisi, Allah'ın kitabidir; onda mutlak hidayet ve nur vardır. Bundan dolayı sizler Allah'ın kitabına tutununuz ve ona sımsıkı sarılınız' buyurdu. Böylece Allah'ın kitabına teşvik edip gönülleri ona rağbet ettirdi; sonra da şöyle dedi: 'Diğeri de ehl-i beyt'imdir. Ben, ehl-i beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum' (Rasûlullah bu son cümleyi üç kere tekrarlamıştır). (Müslim, Fedailü's-Sahabe, 36; Ayrıca bk. Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, Terc. M. Sofuoğlu İstanbul 1970, VII, 311-314). Zeyd b. Erkam, ayrıca Hz. Peygamber'in eşlerinin de ehl-i beyt'ten olduğunu, asıl ehl-i beyt'ten kasdın Peygamber'den sonra sadaka almaları haram olanlar yani Ali, Akîl, Ca'fer ve Abbas aileleri olduğunu belirtmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir başka hadisi şöyle nakledilmiştir: "Zekat, Muhammed 'e de Muhammed 'in akrabalarına da gerekmez; o insanların kiridir'' (Müslim, Zekat, 167; Ahmed b. Hanbel, V, 166). "Biz ehl-i beyt 'iz bize zekat helal değildir" (Ebû Davûd, Zekat, 29; Müslim, Zekat, 161). Ebû Hureyre'nin Buharî'deki rivayetinde de, "Hasan b. Ali-çocukken- zekat hurmalarından bir hurma aldı. Hz. Peygamber (s.a.s.) atması için 'kaka kaka' dedi. Sonra 'Sen bilmiyor musun ki biz zekat yemeyiz ' buyurdu" ifadesi vardır (Buhari, Zekat, 57, 60; Cihad, 188; Müslim, Zekat, 161; Ahmed b. Hanbel, I, 200).
Müctehidlerin Hz. Peygamber'in yakınları ile onlara haram olan zekat konusunda farklı görüşleri vardır. Ebû Hanife ile İmam Malik onların Haşimîler olduğunu söylerken, İmam Şafii, Haşimîler ve Muttaliboğulları'dır demektedir. Ebû Yûsuf ile İbn Teymiyye, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yakınlarının yabancılardan zekat almalarının haram, birbirleri arasında ise caiz olduğunu savunmuşlardır. Yûsuf el-Kardavî günümüzde yaşayan ve Hz. Peygamber soyundan gelenlerin zekat alabileceklerini belirtmektedir. İbn Teymiyye ganimetlerden beşte birinden pay alamayan ehl-i beyt'in darda kalmamaları için zekat almalarının caiz olduğunu söylemiştir. Yûsuf el-Kardavî buna işaret ederek Âlu Muhammed'in, Hz. Peygamber'in yaşadığı dönemdeki yakınları olduğunu vurgularken; Ebu Hanife, İmam Muhammed ve bir görüşe göre İmam Malik'in de böyle anladıklarını belirtmektedir. Yine o, Alu Muhammed'in zekat alamazken nafile sadaka alabileceklerinin caiz kabul edilmesinin, minneti daha fazla olan nafile sadakayı alırken farz olan zekatı almamanın tutarlı olmadığını söylemektedir. Hz. Peygamber'in yakınlarına zekat yasağı koyarken, yakınlarını zekat almaktan menetmek, afif yaşamanın örneğini göstermek, kendisini ve ailesini töhmetten kurtarmak istemiştir. Bu yasağın kıyamete kadar devam etmesinde bir hikmet bulunmamaktadır. Üstelik ganimet ve fey gelirlerinden de bugün yaşayan yakınlarını mahrum etmenin onları yoksulluğa ve fakirliğe mahkum etmek demek olduğunu savunmaktadır (Kardavî, Fıkhü's-Zekat, Beyrut 1969, II, 732-733).
Gadir hadîsinin Şiî kaynaklardaki anlatımında Hz. Peygamber'in Veda Haccı dönüşünde Gadir-i Hûm'da önemli bir hususu tebliğ etmek için konaklayarak ashabına, "Allah bana; 'Ey Peygamber, Sana indirileni tebliğ et; eğer bunu yapmazsan O 'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez' (el-Maide, 5/67) ayetini indirdi" buyurarak, Cebrail'in şu emri getirdiğini söylemiştir: "Ali b. Ebû Talib benim kardeşim, vasim, halifem ve benden sonra imamdır. Ey insanlar Allah onu size velî ve İmam olarak tayin etti; ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Ona muhalefet eden mel'un, saygı gösteren ise merhamete erecektir. Dinleyiniz ve itaat ediniz. Allah mevlamız Ali ise imamınızdır. İmamet ondan sonra onun soyundan kıyamete kadar devam edecektir." Ayrıca Ebû Sad el-Hudrî şöyle demiştir: "Maide sûresinin 67. ayeti Hz,. Ali hakkında nazil olmuştur'' (Mecmau'l-Beyan, III, 223; Dairetü'l-Maarifü'l-İslamiyye eş-Şia, 37; Vahidi, Esbabu'n-Nüzûl, 115). Bu ibareler, Şiî kaynaklarda bu şekliyle kaydedilmektedir.
Şia tefsirinde, sözkonusu ayette Rasûlullah'ın tebliğ etmesi istenen şey Hz. Ali'nin hilafetidir. Hasan el-Basrî'nin (ö.110/728) rivayetine göre; Cebrail Hz. Ali'nin velayeti konusunda Hz. Peygamber'e delil olmasını istemiş, o da 'amcasının oğlunu korudu' diye düşünmesinler niyetiyle bunu tebliğ etmemiş, ayet bunun üzerine inmiştir... Hz. Peygamber daha sonra "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır" buyurmuştur. İbn Teymiyye bu hadisin mevzû olduğunu yahut bu rivayetin Şiîler tarafından arzuları ve görüşleri doğrultusunda değiştirildiğini kaydetmektedir (bk. İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünne, Gadir-i Hum). Sekaleyn hadisi Ehl-i Sünnet'ten otuz dokuz, Şia'dan sekseniki rivayet yoluyla gelmiştir. Bu kadar çok rivayet yoluyla gelmesinin sebebi, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bunu birçok yer ve zamanda tekrar tekrar söylemiş olmasıdır. Şia, bu hadisten ehl-i beyt'in masum olduğunu ve Kur'an'dan ayrılmazlığı anlamını çıkarmış; bunların yalnız birine değil her ikisine de tutunmak gerektiğini, çünkü Hz. Peygamber'in "iki emanet"ten kasdının bu olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i beyt, kıyamete kadar Kur'an'ın yanındadır (Muhammed Takiy el-Hakim, Usûlü'l-Fıkhi'l-Mukarin, 167). Sünni alimler ise hadisin lafzını, "Allah'ın Kitabı ve Rasûlullah'ın sünneti" şeklinde açıklamaktadırlar (Bk. İbn Hişam, es-Sıre, IV, 251; Ebû Davud, Menasik, 56; İbn Mace, Menasik, 84; Ahmed b. Hanbel, IV, 267; İmam Malik, Kader, 3; Buhari Tarih, 375; Askalanî, Tehzib, VII, 327; İbn Abdilberr, el-İstiab, II, 473; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, V, 214, İbnü'l-Esir, Üsdü'l-dabe, 111, 307).
Ehl-i beyt'in Kerbela* katliamından sonra siyasetle ilgisini kesip kendisini tamamen ilme vermesine rağmen Emevi ve Abbasilerin onlar üzerindeki baskısı her zaman varolmuştur. Ali Zeynelabidin, oğulları İmam Zeyd ve Muhammed Bakır (ö.114) Hz. Peygamber'den tevarüs ettikleri ilmi sürdürmüşlerdir, Muhammed Bakır'ın oğlu İmam Cafer-i Sadık (ö.148) ehl-i beyt'in fikri, fıkhı ve ilmî mirasını sistemleştirmiş, o, İmam Zeyd'in, Hz. Ali'nin torunlarından en-Nefs-üz-Zekiye'nin, İbrahim'in, Abdullah b. el-Hasem'in şahadetlerini görmüştür. Onun zamanında başta Irak olmak üzere İslam ülkelerinde Ehl-i Beyt olduklarını öne süren "Daî" * ler ortaya çıkmış; bunlar helali haram kılarak, hatta İmam Cafer'i tanrılaştırarak İslam'dan sapmışlardır.
İslam tarihinde ehl-i beyt'in Hz. Ali'den sonra tarihte çeşitli aşamalar geçirdiği ve her bir dönemde ayrı ayrı şekil ve kalıplar alarak bugünkü hale ulaştığı bilinen bir husustur. İlmin kapısı olan Hz. Ali'ye ashab arasında sevgi ve hürmet besleyenler, hatta onun halife olacağını savunanlar vardı; ancak onlar mezhep oluşturmamışlardı. Ebû Zerr, Mikdat b. el-Esved, Cabir b. Abdullah, Ubey b. Kab, Ebû'l-Tufeyl, Abbas ve çocukları, Ammar b. Yasir, Ebû Eyyub el-Ensarı bunlar arasındadır. Daha sonraları Hz. Osman zamanında fitneler başlamış, aşın tarafçılık eğilimleri belirmiş, Emeviler zamanında ehl-i beyt'e büyük bir zulüm gösterilmesi bütün ümmetin Emevilere karşı nefretini doğurmuştur. Irak'ta gelişen Şiîlik, aşırılarıyla ve mûtedilleriyle tarihte önemli bir hareket olmuştur.
Hz. Ali yoluyla gelen ehl-i beyt; Hasan, Hüseyin, Muhammed İbn el-Hanefiyye, Abbas ve Ömer'den yayılmıştır. Hz. Ali şehid edildikten sonra (661) yerine Hz. Hasan halife seçilmiş ve halifeliğinde suikasta uğramış, iyileştikten sonra hutbesinde şöyle demiştir: "Ey Irak halkı bizim için Allah'tan korkun. Biz sizin emirleriniz ve misafirleriniziz. Biz ev halkıyız. Çünkü Allahu Teala bizim hakkımızda, "Ey ehlü'l-beyt, Allah sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister" diye bahsetmiştir."
Şia'ya göre masum olan ve ehl-i beyt'den gelen on iki İmam şunlardır: Hz. Ali, Hz. Hasan Hz. Hüseyin, Ali Zeyne'l-Abidin, Muhammed el-Bakır, Cafer-i Sadık, Musa el-Kazım, Ali er-Rıza, Muhammed el-Cevad, Ali el-Hadî, Hasan el-Askerî, Muhammed el-Mehdi. Ehl-i beyt'in Hz. Ali'den gelen imamlarına tarih boyunca zulmedilmiş, bunların birçoğu şehid edilmiştir.
Hz. Hasan'ın soyundan: Muhammed en-Nefsü'z-Zekiye (145/763), İbrahim, Hüseyin b. Ali (169/785), Muhammed b. Tabat (199/814), Muhammed b. Süleyman (814), Zeyd b. Musa el-Kazım ve Ali b. Muhammed, İbrahim b. Musa, el-Hasan b. Zeyd (250/864), el-Hüseyin, İsmail b. Yûsuf, Muhammed b. Zeyd, Ahmed b. Muhammed, Hasan b. Ali gibi kimseler gelip ehl-i beyt'in liderliğini yapmış Emevi ve Abbasilere karşı kıyam etmişlerdir.
Hz. Hüseyin'in soyundan gelip de ehl-i beyt davası uğruna şehid olanlar ise şunlardır: Zeyd b. Musa el-Kazım, Muhammed b. Cafer es-Sadık, el-Hüseyin el-Aftas, Muhammed b. Kasım, el-Hasan el-Karkî, Muhsin b. Cafer (404) (Mes'ûdî, Murûcü'z-Zeheb) Hz. Peygamberin ehl-i beytinden gelenler günümüzde İslam aleminin değişik yerlerinde yaşamaktadırlar. Hz. Hüseyin soyundan gelenlere Seyyid, Hz. Hasan soyundan gelenlere Şerif denilmektedir .
Hz. Peygamber'in ehl-i beyt'inin işleriyle meşgul olan görevlilere tarihte Nakîbü'l-Eşraf denilmiştir. Nakîbü'l-Eşraf, Peygamber hanedanı efradının umûmî bir vasisi hükmünde olup, gördüğü vazifenin şerefinden ötürü en yüksek mansıblardan sayılmış, İslam devletlerinde her zaman bunlara hürmet ve ta'zimde bulunulmuştur (Ayrıca bk: Ehl-i Sünnet).





