Allah'ın sıfatlarını bilmek

I. Esas: Kudret
Alemin yaratıcısı olan Allah'ın kadir olduğunu ve 'Allah herşey üzerinde mutlak kudret sahibidir' (Maide/120) kavlinde sadık olduğunu bilmektir. Çünkü kainatın yapısını muhkem, yaratılışını kılı kırk yararcasına tertipli ve düzenli görüyoruz. Güzel dokunmuş ve mütenasip nakışlarla işlenmiş bir elbiseyi gören kişi, bu elbisenin kuvvetsiz ve kudretsiz bir ölü tarafından yapıldığı veya aciz bir insanın eseri olduğu vehmine kapılırsa, o vakit akıl denilen nimet ve fıtrattan tecerrüd etmiş, ahmaklık ve cehalet erbabının mesleğine dahil olmuş olur!..

II Esas: İlim
Allah'ın bütün mevcudatı bilen bir alim olduğuna, ilmiyle bütün mahlûkatı ihata ettiğine; ne gökte ve ne de yerde, zerre kadar da olsa hiçbir şeyin O'nun ilminin dışına çıkmadığına ve 'O, herşeyi hakkıyla bilendir' (Bakara/29) kavlinde sadık olduğunu bilmektir. Nitekim şu ayet bize bu gerçeği göstermektedir:

Yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir. O herşeyden haberdardır.
(Mülk/14)

Yaratılıştaki incelik ve en küçük şeylerde dahi göze çarpan tertip ve düzen, saniinin (yapıcısının) bu keyfiyeti bildiğine delalet eder. Binaenaleyh Allah'ın alim olduğuna yaratılmışlarla ve yaratmak fiiliyle muttalî olmaktayız. O'nun zikrettiği deliller, hidayet ve tanıtma veya tanıma hususundaki delillerin en alasıdır.

III. Esas: Hayat
Allah Teala'nın diri olduğunu bilmektir. Çünkü ilim ve kudreti olan bir zatın diri olması da bizzarure sabittir. Eğer kudret ve ilim sahibi, müdebbir bir yapıcının diri olmadığı tasavvur edilebilirse, o vakit, yürüyüp gezen mahlûkattan da 'Acaba canlı mıdır değil midir?' şeklinde şüphe edilmesi de caiz olur. Hatta, sanatlarına rağmen, sanatkarların da canlılıklarından şüphe etmek batmaktan başka hiçbir mana ifade etmez.

IV. Esas: İrade
Allah Teala'nın, bütün fiillerinin irade edici olduğunu bilmektir.
Hiçbir mevcut yoktur ki, Allah'ın dilediğine dayanmasın ve O'nun iradesinden neşet etmesin. Çünkü yapıcı ve dönderici yok edici) O'dur; irade ettiğini, en mükemmel bir şekilde yapan da O'dur. Kendisinden, yaptığı her fiilin zıddının da sadır olması mümkün olan Allah nasıl irade sahibi olmaz? Zıddı olmayan fiiller ise, meydana geldiği zamandan evvel veya sonra da vaki olabilirdi; bu, Allah için mümkündür. Allah'ın kudreti, zıdlar ve ayrı vakitlerle, aynı münasebet ve değişmez ilgiyi kurabilir. Binaenaleyh kudretini, yapılması mümkün olan iki şeyden birisine yönelten bir irade lazımdır. Eğer malûmun (bilinenin) tahsilinde ilim kafi gelip iradeye ihtiyaç olmasaydı ve bunun için de 'Birşey ilim tarafından önceden bilinen zamanla var oldu denilebilseydi de ihtiyaç bulunmaması da caiz olacak ve var olacağı ilim tarafından daha önceden bilindiği için kudretsiz var oldu' denilecekti.

V, Esas: Semî ve Basîr
Allah'ın Semî (işitici), Basîr (görücü) olduğuna, kalpteki fısıltıları, vehim ve fikirdeki gizlilikleri gördüğüne, zifiri karanlık bir gecede, kara bir taşın üzerinde yürüyen simsiyah bir karıncayı görüp onun ayağından çıkan sesi duyduğuna inanmak ve bunu bilmektir.

İşitmek ve görmek şeksiz şüphesiz kamil sıfatlardan olduğu halde, nasıl olurda Allah işitici ve görücü olmaz? Hem nasıl olur da, işiten ve gören mahlûk, yaratıcısından daha kamil olabilir? Masnûun (yapılanın), s aminden daha mükemmel ve daha tamam olması mümkün müdür? İşitme ve görmenin, yaratıklara tahsis edilip de yaratandan esirgendiği taksimin adalet neresindedir? Acaba Allah hakkında eksiklik; yarattığı ve icat ettiği mahlûk için kemal ne zaman vaki olmuştur; veya cehalet ve dalaletten ötürü putlara tapan babası ile mücadelede Hz. İbrahim'in delili eğer Allah işitmez ve görmez denilirse nasıl müstakim olabilir? Zira Hz. İbrahim (a.s) babasına aynen şunu söylemişti: 'İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir fayda vermeyen bir nesneye nasıl ibadet edersin?' (Meryem /42)

Eğer Hz. İbrahim'in hasımları, onun mabuduna (Mu'tezile'nin iddiasına göre Allah görmez ve işitmezdir) aynı vasıfları izafe etseydi ve haddi zatında da haşa böyle olsaydı, Hz. İbrahim'in delili çürük olur ve manaya delaleti itibardan düşerdi. Hem de Allah Teala'nın şu ayet-i celîlesi haşa doğru olmazdı:

Bu, (gök cisimlerinin batısı), kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz hüccetimizdir. Biz dilediğimiz kimseyi derecelerle yükseltiriz. Muhakkak ki rabbin tam hikmet sahibidir. (Herşeyi) kemaliyle bilendir. (En'am/83)

Nasıl ki, Allah'ın azasız fail (yapıcı ve iş görücü) olduğu, kalp siz ve dimağsız (beyin) alim olduğu düşünülür ve bu hüküm makul ise göz ve kulak olmaksızın görücü ve işitici olması da makuldür; zira söylediğimiz bu iki mana arasında hiçbir fark yoktur.

VI. Esas: Kelam
Allah Teala, zatî ile kaim, ses ve harften mürekkep olmayan bir kelam (konuşma) ile mütekellimdir (konuşucudur), O'nun kelamı, başkasınınkine benzemez; varlığının, başkasının varlığına benzemediği gibi... Konuşma, hakikatte nefsin konuşmasıdır. Kırpılan harflerden oluşan seslere gelince bunlar, nefisteki konuşmanın tercümanıdır. Nitekim bazen (dilsizlerle olduğu gibi), nefisteki konuşma iktidarına hareketler ve işaretler de delalet eder.

Cahil şairlere bile malûm olan bu keyfiyet, nasıl olur da bir grup ahmağa (Mu'tezile'ye) meçhul olur ve Allah'ın mütekellim olduğunu inkar ederler?

İşte cahiliye devrinin bir şairi, şöyle haykırıyor: Muhakkak ve mutlak konuşma kalptedir. Dil'se kalpteki konuşmaya delil kılınmıştır.

'Dilim hadistir; fakat dilimle okunan Kur'an kadîmdir' diyecek kadar akıl ve ferasetten mahrum bir kimseden ümidini kes! Artık dilini, onunla konuşmaktan muhafaza et.

Kadîm den evvel herhangi bir varlığın mevcut olmadığı hakikatini anlamayan, Bismillah lafzındaki B harfinin Sin 'den evvel geldiğini, binaenaleyh B'den sonra gelen sin harfinin kadîm ola-mayacağını idrak edemeyen kimseye, kalben iltifat etme. Zira Allah Teala'nın, bazı kulları kendisine yaklaştırıcı mertebelerden uzaklaştırmasında bizce bilinmeyen, nice sır ve hikmet vardır. Allah kimi dalalete götürürse, artık ona hidayet edecek kimse mevcut değildir.

Hz. Musa'nın, dünyada, ses ve harf olmaksızın (ilahî) bir kelamı işitmesini mümkün görmeyen bir kimse, varsın cisim ve renk olmayan bir mevcudun (Allah'ın) ahirette görülmesini de inkar etsin. Eğer 'Cismi, kemmiyeti ve keyfiyeti olmayan bir varlığın görülmesi mümkündür; fakat şu ana kadar buna şahid olan görülmemiştir' kanaatımda ise, göz için düşündüklerini kulak hakkında da düşünmeli ve kabul etmelidir. (Hz. Musa'nın sessiz ve harfsiz bir kelamı işittiğine de inanmamalıdır.)

Eğer Allah Teala'nın tek bir ilmi olduğuna ve bütün mevcudatı onunla bildiğine akıl erdiriyorsa, O'nun bütün ibarelerin delalet ettiği bir konuşma olan kelam sıfatına sahip olduğuna da inanmalıdır. Eğer yedi kat göğün, cennet ve cehennemin varlığının küçücük bir yaprağa yazıldığına, kalbin küçücük bir yerinde saklı olduğuna ve bütün bunların kalbin o zerreciğine ve o küçücük yaprağa girmediği halde mercimek tanesi kadar olan göz bebeğine göründüğüne akıl erdiriyorsan, dillerle okunan, kalplerde hıfzedilen, mushaflarda yazılan kelamın aralara hulûl etmeksizin vukuuna da akıl erdirirsin. Zira eğer Allah'ın Kitabı, yazmakla, kağıda düşüp orada istikrar bulmuş olsaydı, bu durumda Allah'ın da haşa isminin yazıldığı kağıdın içine düşmesi lazım gelirdi ve ateşin de isminin yazılı olduğu kağıdı yakması icap ederdi.

VII. Esas: Sıfatların Kıdemi
Diğer bütün sıfatları gibi Allah'ın, zatıyla kaim olan kelamı da kadîmdir. Çünkü Allah'ın, hadiselere mahal olup istihalelere (değişikliğe) uğraması muhaldir. Allah'ın bütün sıfatlarında zatında olduğu gibi kadîmlik vasfı vacibdir. Binaenaleyh Allah'ın zatına tağyir ve tebdil gelemez ve hadis olan nesneler de O'nun zatına hulûl edemez. Aksine Allah, ta ezelden beri, bütün iyi sıfatlarla muttasıf olduğu gibi ebedde de değişme ve bozulmalardan münezzehtir. Çünkü hadislere muhal olan birşey, hadislerden hali değildir. Hadislerden hali olmayan birşey ise hadistir. Hudûs (sonradan olma) vasfı, cisimlere, bozuldukları ve sıfatları değiştiği için verilir. O halde Allah Teala nasıl olur da, tağyir ve tebdili kabul etmek suretiyle, yaratmış olduğa cisimlerle aynı niteliği taşır? Bu hakikatin üzerine 'Allah'ın kelamı kadîmdir, zatî ile kaimdir. Hadisler ise o kelama delalet eden seslerdir' hükmü bina edilir.

Bir babanın müstakbel (henüz doğmamış) çocuğunu okutmak isteyebileceğine ve bunun da çocuğun doğup büyümesine ve babasının bu isteğim, Allah'ın kendisinde yarattığı bir ilimle anla-masına kadar devam edeceğine akıl erdirebilen bir kimsenin, Allah'ın 'Ben senin rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes Tuva vadisindesin' (Taha/12) ayetinin delalet ettiği isteğin ezelden beri Allah'ın zatî ile kaim olduğunu, Hz. Musa'nın içinde de bu talebi bilecek bir ilmin yaratıldığını, Musa'nın (a.s) var olduktan sonra bu talebe muhatap olup, o kadîm kelamı dinlediğini de kabul etmelidir.

VIII. Esas: İlim Sıfatının Kıdemi
Allah'ın ilmi kadîmdir. Allah, daima zat ve sıfatını bildiği gibi, mahlûkatından sadır olan fiilleri de bilmektedir. Vücûda getirilen mahlûku bilmesi için yeni bir ilme ihtiyacı yoktur; çünkü bütün bunları ezelî ilmiyle bilir. Mesela Zeyd'in güneş doğacağı sırada geleceğine dair bir bilgimiz varsa ve bu, güneş doğuncaya kadar devam ederse, Zeyd'in gelişini bilmemiz yeni bir ilme değil, eski ilmimize dayanmış olur. İşte Allah'ın ilminin kadîm olmasını da böyle anlamak gerekir.

IX. Esas: İrade Sıfatının Kıdemi
Allah'ın iradesi kadîmdir. Bu irade, hadislerin, ezelî programa göre kendilerine takdir edilen uygun vakitlerde vukû bulacağına taalluk etmiştir. Eğer Allah'ın iradesi hadis olmuş olsaydı, muhakkak hadislerin mahalli olurdu. Eğer Allah'ın iradesi, zatında değil de başka bir yerde meydana gelseydi, o vakit de irade edici olmazdı. Tıpkı yapmadığın bir hareket ile, hareket etmiş sayılmadığın gibi...

Allah'ın iradesi, eğer hadis olmuş olsaydı, birşey yapabilmesi için haşa başka bir iradeye ihtiyaç duyardı. Böylece yapıcı irade de başka bir iradeye muhtaç olacağı için bu ihtiyaç zinciri sonsuza doğru devam edip giderdi. Eğer bu iradeyi iradesiz yapmak caiz olsaydı, alemin de iradesiz yapılması caiz olurdu. (Âlemin iradesiz, kör bir tesadüf eseri olarak yapılması muhal olduğuna göre, birinci iradenin de eğer hadis kabul edilirse iradesiz yapılması muhal olur?)

X. Esas: İlim ve İradesinin Kıdemi
Şüphesiz Allah, ilimle alim, hayatla diri, kudretle kadir, iradesi ile irade edici, konuşma ile mütekellim (konuşucu), dinleme ile semî ve görmek ile basîr dir. Bu kadîm sıfatlar Allah'a aittir.

Kişinin 'Allah ilimsiz alimdir' demesi, 'Malsız zengindir, alimsiz ilimdir, malumsuz alimdir' demesi gibidir. Çünkü ilim, malûm ve alim, tıpkı öldürmek, öldürülen ve öldüren gibidir ki biri olmadığı zaman diğeri de olmaz. Öldürme fiili olmaksızın öldürenin ve öldürülenin tasavvur olunamayacağı gibi, öldüren olmaksızın öldürülenin ve öldürme olayının tasavvuru da mümkün değildir. İşte böylece ilimsiz alim, malumsuz ilim ve ilimsiz ma-lûm da tasavvur edilemez. Bu üç vasıf, aklen biri diğerinden ayrılamayan şeylerdir. Binaenaleyh alimin ilimden ayrılmasını caiz gören bir kişi, alimin malumattan, ilmin de alimden ayrılmasını caiz görmelidir. Çünkü bu sıfatlar arasında hiçbir fark yoktur.

Muhabir: Yazar Silinmiş