Mü'minun Suresi Kuran'ın 23. Suresidir ve 118 ayeti kerimeden oluşmaktadır. Kelime anlamı olarak 'inananlar' demektir.Peki Mü'minun Suresi Türkçe ve Arapça olarak nasıl okunur? Tefsiri ve Türkçe meali nasıldır? Mümin kelimesi ne demektir? Mü'minun Suresi nerede ve ne zaman indirilmiştir. Detaylar haberimizde...
Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in 23. suresi olan Mümin Suresi adını surenin ilk ayetinde geçen ve 'inanlar' anlamına gelen mü'minun kelimesinden almıştır. Peki Mü'minun Suresi Türkçe ve Arapça olarak nasıl okunur? Tefsiri ve Türkçe meali nasıldır? Mümin kelimesi ne demektir? Mü'minun Suresi nerede ve ne zaman indirilmiştir? Bu soruları yanıtını haberimizde bulabileceksiniz.

Surenin temel konuları

Kurtuluşa eren müminlerin özellikleri,
Yüce Allah'a inanıp ibadet etmenin lüzumu,
Peygamberlere karşı tavır alan inkarcıların ortak özellikleri,
Yüce Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren deliller,
Allah'ın insanlara olan lütufları,
İnkarcıların ahiretteki durumları,
Dünya hayatına ilişkin uyarılar

MÜ'MİNUN SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU

1. Kad eflehal mü'minun
2. Ellezıne hüm fı salatihim haşiun
3. Vellezıne hüm anil lağvi mu'ridun
4. Vellezıne hüm liz zekati faılun
5. Vellezıne hüm li fürucihim hafizun
6. İlla ala ezvacihim ev ma meleket eymanühüm fe innehüm ğayru melumın
7. Fe menibteğa verae zalike fe ülaike hümül adun
8. Vellezıne hüm li emanatihim ve ahdihim raun
9. Vellezıne hüm ala salevatihim yühafizun
10. Ülaike hümül varisun
11. Ellezıne yerisunel firdevs hüm fıha halidun
12. Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tıyn
13. Sümme cealnahü nutfeten fı kararim mekın
14. Sümme halaknen nutfete alekaten fe halaknel alekate mudğaten fe halaknel mudğate ızamen fe kesevnel ızame lahmen sümme enşe'nahü halkan ahar fe tebarakellahü ahsenül halikıyn
15. Sümme inneküm ba'de zalike le meyyitun
16. Sümme inneküm yevmel kıyameti tüb'asun
17. Ve le kad halakna fevkaküm seb'a taraika ve ma künna anil halkı ğafilın
18. Ve enzelna mines semai maem bi kaderin fe eskennahü fil erdı ve inna ala zehabim bihı le kadirun
19. Fe enşe'na leküm bihı cennatim min nehıyliv ve a'nab leküm fıha fevakihü kesıratüv ve minha te'külun
20. Ve şeceraten tahrucü min turi seynae tembütü bid dühni ve sıbğil lil akilın
21. Ve inne leküm fil en'ami le ıbrah nüskıyküm mimma fı bütuniha ve leküm fıha menafiu kesıratüv ve minha te'külun
22. Ve aleyha ve alel fülki tuhmelun
23. Ve le kad erselna nuhan ila kavmihı fe kale ya kavmı'büdüllahe mal leküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun
24. Fe kalel meleüllezıne keferu min kavmihı ma haza illa beşerum mislüküm yürıdü ey yetefeddale aleyküm ve lev şaellahü le enzele melaikeh ma semı'na bi haza fı abainel evvelın
25. İn hüve illa racülüm bihı cinnetün fe terabbesu bihı hatta hıyn
26. Kale rabbinsurnı bima kezzebun
27. Fe evhayna ileyhi enisnaıl fülke bi a'yünina ve vahyina fe iza cae emruna ve farat tennuru feslük fıha min küllin zevceynisneyni ve ehleke illa men sebeka aleyhil kavlü minhüm ve la tühatıbnı fillezıne zalemu innehüm muğrakun
28. Fe izesteveyte ente ve mem meake alel fülki fe kulil hamdü lillahillezı neccana minel kavmiz zalimın
29. Ve kur rabbi enzilnı münzelem mübarakev ve ente hayrul münzilın
30. İnne fı zalike le ayativ ve in künna le mübtelın
31. Sümme enşe'na mim ba'dihim karnen aharın
32. Fe erselna fıhim rasulem minhüm enı'büdüllahe ma leküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun
33. Ve kalel meleü min kavmihillezıne keferu ve kezzebu bi likail ahırati ve etrafnahüm fil hayatid dünya ma haza illa beşerum mislüküm ye'külü mimma te'külune minhü ve yeşrabü mimma teşrabun
34. Ve lein eta'tüm beşeram misleküm inneküm izel lehasirun
35. E yeıdüküm enneküm iza mittüm ve küntüm türabev ve ızamen enneküm muhracun
36. Heyhate heyhate lima tuadun
37. İn hiye illa hayatüned dünya nemutü ve nahya ve ma nahnü bi meb'usın
38. İn hüve illa racülüniftera alellahi kezibev ve ma nahnü lehu bi mü'minın
39. Kale rabbinsurnı bima kezzebun
40. Kale amma kalılil le yusbihunne nadimın
41. Fe ehazethümüs sayhatü bil hakkı fe cealnahüm ğussa fe bu'del lil kavmiz zalimın
42. Sümme enşe'na mim ba'dihim kurunen aharın
43. Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste'hırun
44. Sümme erselna rusülena tetra küllema cae ümmeter rasulüha kezzebuhü fe etba'na ba'dahüm ba'dav ve cealnahüm ehadıs fe bu'del li kavmil la yü'minun
45. Sümme erselna musa ve ehahü harune bi ayatina ve sültanim mübın
46. İla fir'avne ve meleihı festekberu ve kanu kavmen alın
47. Fe kalu enü'minü li beşerayni mislina ve kavmühüma lena abidun
48. Fe kezzebuhüma fe kanu minel mühlekın
49. Ve le kad ateyna musel kitabe leallehüm yehtedun
50. Ve cealnebne meryeme ve ümmehu ayetev ve aveynahüma ila rabvetin zati karariv ve meıyn
51. Ya eyyüher rusülü külu minet tayyibati va'melu saliha innı bima ta'melune alım
52. Ve inne hazihı ümmetüküm ümmetev vahıdetev ve ene rabbüküm fettekun
53. Fetekkatau emrahüm beynehüm zübüra küllü hızbim bima ledeyhim ferihun
54. Fezerhüm fı ğamratihim hatta hıyn
55. E yahsebune ennema nümiddühüm bihı mim maliv ve benın
56. Nüsariu lehüm fil hayrat bel la yeş'urun
57. İnnellezıne hüm min haşyeti rabbihim müşfikun
58. Vellezıne hüm bi ayati rabbihim yü'minun
59. Vellezıne hüm bi rabbihim la yüşrikun
60. Vellezıne yü'tune ma atev ve kulubühüm veciletün ennehüm ila rabbihim raciun
61. Ülaike yüsariune fil hayrati ve hüm leha sabikun
62. Ve la nükellifü nefsen illa vüs'aha ve ledeyna kitabüy yentıku bil hakkı ve hüm la yuzlemun
63. Vel kulubühüm fı ğamratim min haza ve lehüm a'malüm min duni zalike hüm leha amilun
64. Hatta iza ehazna mütrafıhim bil azabi iza hüm yec'erun
65. La tec'erul yevme inneküm minna la tünsarun
66. Kad kanet ayatı tütla aleyküm fe küntüm ala a'kabiküm tenkisun
67. Müstekbirıne bihı samiran tehcürun
68. E fe lem yeddebberul kavle em caehüm ma lem ye'ti abaehümül evvelın
69. Em lem ya'rifu rasulehüm fe hüm lehu münkirun
70. Em yekulune bihı cinneh bel caehüm bil hakkı ve ekseruhüm lil hakkı karihun
71. Ve levittebeal hakku ehvaehüm le fesedetis semavatü vel erdu ve men fıhinn bel eteynahüm bi zekrihim fe hüm an zikrihim mu'ridun
72. Em tes'elühüm harcen fe haracü rabbike hayruv ve hüve hayrur razikıyn
73. Ve inneke le ted'uhüm ila sıratım müstekıym
74. Ve innellezıne la yü'minune bil ahırati anis sıratı lenakibun
75. Ve lev rahımnahüm ve keşefna ma bihim min durril leleccu fı tuğyanihim ya'mehun
76. Ve le kad ehaznahüm bil azabi fe mestekanu li rabbihim ve ma yetedarraun
77. Hatta iza fetahna aleyhim baben za azabin şedıdin iza hüm fıhi müblisun
78. Ve hüvellezı enşee lekümüs sem'a vel ebsara vel ef'ideh kalılem ma teşkürun
79. Ve hüvellezı zeraeküm fil erdı ve ileyhi tuhşerun
80. Ve hüvellezı yuhyı ve yümiytü ve lehuhtilafül leyli ven nehar e fe la ta'kılun
81. Bel kalu misle ma kalel evvelun
82. Kalu e iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb'usun
83. Le kad vüıdna nahnü ve abaüna haza min kablü in haza illa esatıyrul evvelın
84. Kul li menil erdu ve men fıha in küntüm ta'lemun
85. Seyekulune lillah kul efela tezekkerun
86. Kul mer rabbüs semavatis seb'ı ve rabbul arşil azıym
87. Seyekulune lillah kul e fe la tettekun
88. Kul mem bi yedihı melekutü külli şey'iv ve hüve yuciru ve la yücaru aleyhi in küntüm ta'lemun
89. Seyekulune lillah kul fe enna tüsharu
90. Bel eteynüham bil hakkı ve innehüm le kazibun
91. Mettehazellahü miv velediv ve ma kane meahu min ilahin izel le zehebe küllü ilahüm bima haleka ve leala ba'duhüm ala ba'd sübhanellahi amma yasıfun
92. Alimil ğaybi veş şehadeti fe teala amma yüşrikun
93. Kur rabbi imma türiyennı ma yuadun
94. Rabbi fe la tec'alnı fil kavmiz zalimın
95. Ve inna ala en nüriyeke ma neıdühüm lekadirun
96. İdfa' billetı hiye ahsenüs seyyieh nahnü a'lemü bi ma yasıfun
97. Ve kur rabbi euzü bike min hemezatiş şeyatıyn
98. Ve euzü bike rabbi ey yahdurun
99. Hatta iza cae ehadehümül mevtü kale rabbirciun
100. Leallı a'melü salihan fıma teraktü kella inneha kelimetün hüve kailüha ve miv veraihim berzehun ila yevmi yüb'asun
101. Fe iza nüfiha fis suri fe la ensabe beynehüm yevmeiziv ve la yetesaelun
102. Fe men sekulet mevazinühu fe ülaike hümül müflihun
103. Ve men haffet mevazınühu fe ülaikellezıne hasiru enfüsehüm fı cehenneme halidun
104. Telfehu vücuhehümün naru ve hüm fıha kalihun
105. E lem tekün ayatı tütla aleyküm fe küntüm biha tükezzibun
106. Kalu rabbena ğalebet aleyna şıkvetüna ve künna kavmen dallın
107. Rabbena ahricna minha fe in udna fe inna zalimun
108. Kalahşeu fıha ve la tükellimun
109. İnnehu kane ferıkum min ıbadı yekulune rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahımın
110. Fettehaz tümuhüm sıhriyyen hatta ensevküm zikrı ve küntüm minhüm tadhakun
111. İnnı cezeytühümül yevme bima saberu ennehüm hümül faizun
112. Kale kem lebistüm fil erdı adede sinın
113. Kalu lebisna yevmen ev ba'da yevmin fes'elil addın
114. Kale il lebistüm illa kalılel lev enneküm küntüm ta'lemun
115. E fe hasibtüm ennema halaknaküm abesev ve enneküm ileyna la türceun
116. Fe teallellahül melikül hakk la ilahe illa hu rabbül arşil kerım
117. Ve mey yed'u meallahi ilahen ahara la bürhane lehu bihı fe innema hısabühu ınde rabbih innehu la yüflihul kafirun
118. Ve kur rabbığfir verham ve ente hayrur rahımın
MÜ'MİNUN SURESİ TÜRKÇE MEALİ

1. Mü'minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.
2. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.
3. Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.
4. Onlar ki, zekatı öderler.
5. Onlar ki, ırzlarını korurlar.
6. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.
7. Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.
8. Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.
9. Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.
10. İşte bunlar varis olanların ta kendileridir.
11. Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
12. Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.
13. Sonra onu az bir su (meni) halinde sağlam bir karargaha (ana rahmine) yerleştirdik.
14. Sonra bu az suyu 'alaka' haline getirdik. Alakayı da 'mudga' 2yaptık. Bu 'mudga'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir!
15. Sonra (ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.
16. Sonra yine muhakkak siz, kıyamet gününde (tekrar) diriltileceksiniz.
17. Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık.3 Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.
18. Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.
19. Onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz.
20. Yine o su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de yiyenlere katık verir.
21. Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır ve onlardan yersiniz de.
22. Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.
23. Andolsun biz, Nûh'u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Allah'a karşı gelmekten hala sakınmaz mısınız?' dedi.
24. Bunun üzerine kendi kavminden inkar eden ileri gelenler şöyle dediler: 'Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.'
25. 'Bu, ancak cinnet getirmiş bir adamdır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.'
26. (Nûh), 'Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!' dedi.
27. Bunun üzerine Nûh'a, 'Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap' diye vahyettik. 'Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh'a) dedik ki: 'Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.'
28. Sen ve beraberindeki kimseler gemiye bindiğiniz zaman: 'Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah'a hamd olsun' de.
29. Yine de ki: 'Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen konuk edenlerin en hayırlısısın.'
30. Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.
31. Sonra onların (Nûh kavminin) ardından başka bir nesil yarattık.
32. Onlara, kendilerinden, 'Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur, hala O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?' diye öğüt veren bir peygamber gönderdik.
33. O peygamberin kavminden, Allah'ı inkar eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: 'O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.'
34. 'Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.'
35. 'O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?'
36. 'Halbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!'
37. 'Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.'
38. 'Bu, Allah'a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.'
39. O peygamber, 'Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!' dedi.
40. Allah, 'Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!' dedi.
41. Derken onları o korkunç ses kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör-çöp yığını haline getirdik. Zalimler topluluğu Allah'ın rahmetinden uzak olsun!
42. Sonra bunların arkalarından başka nesiller yarattık.
43. Hiçbir ümmet, kendi ecelinin önüne geçemez, onu geciktiremez de.
44. Sonra arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından helak ettik ve onları birer ibretli hikaye yaptık. Artık inanmayan bir kavim Allah'ın rahmetinden uzak olsun!
45, 46. Sonra Mûsa ve kardeşi Harûn'u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.
47. Bu yüzden, 'Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız' dediler.
48. Böylece ikisini de yalanladılar, bu yüzden de helak edilenlerden oldular.
49. Andolsun, hidayete ersinler diye Mûsa'ya Kitabı (Tevrat'ı) verdik.
50. Meryem oğlu İsa'yı ve annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik.
51. Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.
52. Şüphesiz bu (İslam) tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının.
53. (İnsanlar ise, din) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir.
54. Ey Muhammed! Sen onları bir zamana kadar, gaflet ve şaşkınlıklarıyla baş başa bırak!
55, 56. Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır onlar farkına varmıyorlar!
57. Rablerinin azametinden korkup titreyenler,
58. Rablerinin ayetlerine inananlar,
59. Rablerine ortak koşmayanlar,
60. Rabblerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler,
61. İşte bunlar hayır işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler.
62. Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.
63. Ancak kafirlerin kalbleri bu Kur'an'a karşı bir gaflet içindedir. Onların bundan başka yapageldikleri birtakım (kötü) işleri de vardır.
64. Nihayet refah ve bolluk içinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımız zaman, bakmışsın ki feryat edip duruyorlar
65. Boşuna feryat edip durmayın bugün. Zira bizden yardım görmeyeceksiniz.
66, 67. Çünkü ayetlerim size okunurdu da siz buna karşı büyüklük taslayarak arkanızı döner geceleyin toplanıp hezeyanlar savururdunuz.
68. Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, önceki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
69. Ya da onlar henüz kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkar ediyorlar?
70. Yoksa 'O cinnet getirmiş' mi diyorlar? Hayır o, onlara hakkı getirdi. Halbuki onların pek çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar.
71. Eğer hak onların arzularına uysaydı gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur'an'ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar.
72. Ey Muhammed! Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da inanmıyorlar)? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
73. Şüphesiz sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.
74. Fakat ahirete inanmayanlar, ısrarla bu yoldan çıkmaktadırlar.
75. Biz onlara merhamet edip başlarına gelen zararı giderseydik yine de azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlardı.
76. Andolsun, biz onları azap ile kıskıvrak yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler ve ona yalvarıp yakarmadılar.
77. Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımızda bir de bakarsın onun içinde ümitsizliğe düşüvereceklerdir.
78. Halbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
79. O, sizi yeryüzünde yaratıp türetendir. Sadece O'nun huzurunda toplanacaksınız.
80. O, diriltendir, öldürendir. Gece ile gündüzün birbirini takib etmesi de O'na aittir. Hala aklınızı kullanmıyor musunuz?
81. Hayır onlar, öncekilerin söyledikleri sözler gibi sözler ettiler.
82. Dediler ki: 'Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?'
83. Andolsun, biz de bizden önce atalarımız da bununla tehdit edildik. Bu öncekilerin uydurduğu masallardan başka bir şey değildir.
84. De ki: 'Eğer biliyorsanız söyleyin: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?'
85. Allah'ındır' diyecekler. 'Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?' de.
86. De ki: 'Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş'ın Rabbi kimdir?'
87. .'Allah'ındır' diyecekler. 'Öyle ise ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?' de.
88. De ki: 'Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?'
89. 'Allah'ındır' diyecekler. 'Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?' de.
90. Hayır, biz onlara gerçeği getirdik, fakat onlar kesinlikle yalancıdırlar.
91, 92. Allah hiçbir çocuk edinmemiştir. Onunla birlikte başka hiçbir ilah yoktur. Öyle olsaydı her ilah kendi yarattığını alır götürür ve mutlaka birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı. Gaybı da, görülen alemi de bilen Allah, onların yakıştırdığı nitelemelerden uzaktır. Onların koştukları ortaklardan çok yücedir.
93, 94. De ki: 'Ey Rabbim! Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde bulundurma.'
95. Bizim onlara yönelttiğimiz tehditleri sana göstermeye elbette gücümüz yeter.
96. Kötülüğü, en güzel olan şeyle uzaklaştır. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri daha iyi biliriz.
97. De ki: 'Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.'
98. 'Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.'
99, 100. Nihayet onlardan birine ölüm gelince, 'Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım' der. Hayır! Bu sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.
101. Sûr'a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır.
102. Artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
103. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedi kalacaklardır.
104. Ateş yüzlerini yalar ve onlar orada sırıtır kalırlar.
105. Allah, 'Âyetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?' der.
106. Onlar da şöyle derler: 'Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir toplum olduk.'
107. 'Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (tekrar günaha) dönersek şüphesiz kendimize zulmetmiş oluruz.'
108. Allah, 'Aşağılık içinde kalın orada, artık benimle konuşmayın!' der.
109. Kullarımdan, 'Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın' diyen bir grup var idi.
110. Siz ise onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep gülüyordunuz.
111. Sabretmiş olmaları sebebiyle, bugün ben onları mükafatlandırdım. Şüphesiz onlar başarıya erenlerin ta kendileridir.
112. Allah (inkarcılara) 'Yeryüzünde kaç sene kaldınız?' diye sorar.
113. Onlar, 'Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor' derler.
114. Allah şöyle der: 'Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız.'
115. 'Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?'
116. Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Ondan başka hiç ilah yoktur. O şerefli ve yüce arşın Rabbidir.
117. Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı halde Allah ile birlikte başka bir ilaha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kafirler asla kurtuluşa eremezler.
118. De ki: 'Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!'
MÜ'MİNUN SURESİ ARAPÇA OKUNUŞU

MÜ'MÜNUN SURESİ TEFSİRİ

MÜ'MİNÛN SÛRESİ

Mushaf'taki sıralamaya göre kitabımızın 23, nüzûl sıralamasına göre 74, üçüncü miûn grubunun dördüncü sûresi olan Mü'minûn sûresi Mekke'de nazil olmuştur. Âyetlerinin sayısı 118 dir.

'Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla'

Hamd yalnız ve yalnız alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Salat ve selam Allah'ın Rasûlüne ve Onun pak aile halkına ve ashabına olsun. Rabbi-miz bizden kabul buyur. Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.

Adını ilk ayetindeki 'mü'minûn' ifadesinden almış Mekke'de nazil olmuş 118 ayetlik bir sûre ile karşı karşıyayız. İnşallah bu haftadan itibaren bu sûreyi tanımaya başlayacağız.

Sûrenin nüzul zamanı gerek üslubu ve gerekse ihtiva ettiği ko-nular itibariyle Mekke döneminin ortalarında indirildiğini anlıyoruz. Âyetlerin seslenişine kulak verdiğimiz zaman Resûl-i Ekrem efendimizin Mekke müşrikleriyle mücadelesinin ritimlerini duyar gibi oluyoruz. Mekkeli müşriklerin daveti reddedip, davetçiye ve beraberindeki mü'minlere işkencelerini artırmaları sonucunda Resûlullah efendimizin Rabbimizden onların Yusuf'un kıtlık yıllarına benzer bir kıtlıkla sarsmasını istemesi üzerine gönderilen kıtlık senesinde nazil olmuştur. O yıllarda Müslüman olup, hidayet şerefiyle şereflenmiş olan Ömer efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilir: 'Bu sûre nazil olduğu sırada ben peygamber efendimizin yanında idim ve onun durumunu gözlüyordum. Vahyin inzali bittiği zaman Resûlullah Efendimiz şöyle buyurdu: 'Şimdi bana on ayet geldi ki, onlara uyan kişi kesinlikle cen-nete girecektir.' Sonra da sûrenin başındaki ayetleri okudu. (A. B. Hanbel, Tirmizî)

Sûrede işlenen ana temaya, yani ana fikrine gelince; Mekke müşriklerini peygamber efendimizin getirdiği hidayet hediyesini kabule davet olan sûreyi genel hatlarıyla 8 bölümde ele alıp incelememiz mümkündür.

Birinci bölümde (ayet 1-11) kurtuluşa eren mü'minlerin özellikleri sayılarak gerçek mü'minler tanıtılmış oluyor. Resûl-i Ekrem efendimizin Allah'tan getirdiği mesajını kabul eden, Allah'a ve elçisine Al-lah ve Resûlünün istediği gibi iman eden mü'minlerin iman kaynaklı bir hayat yaşayarak önceki kötü özelliklerini atıp bu güzel ve yüce özellikleri kazanmış olmaları Allah'ın, mesajının ve peygamberinin hak oluşunun, doğruluğunun en büyük ispatıdır.

İkinci bölümde (ayet 12-22) insanın ve tüm kainatın yaratılışına dikkat çekiliyor. Tek yaratıcı olan Allah'ın bu yaratıklarını yaratmasındaki esas hikmete dikkat çekiliyor. Tüm bu varlıkların yaratıcısı Al-lah'tır ve bu yaratıklar asla laf olsun diye, oyun eğlence olsun diye ya-ratılmamıştır. Bu varlıkların var edilişinin sebebi kainatta sözü dinlenecek, arzuları yerine getirilecek, çektiği yere gidilecek tek olan Allah'a iman ve O'nun elçisinin O'ndan getirdiği tevhid inancını kabul etmeniz içindir. Tüm kainatta bir tek gerçek var; o da yaratıcı olan Al-lah'ın tek Rab ve İlah olması ve biz kullarının sadece O'na kul köle olmamız gerçeğidir. İşte bu alemde var olan tüm varlıklar peygamberin çağırdığı tevhid ve ahiret gerçeğinin açık bir delilidir.

Üçüncü bölümde (ayet 23-54) peygamber efendimizden önce yaşamış Allah'ın kutlu elçilerinin toplumlarıyla ilişkileri, mücadeleleri, toplumları karşısında tavırları, toplumlarının onlara karşı tutumları an-latılır. Böylece önceki elçilerden örnekler verilerek peygamber efendimizin davetinin, mesajının hak oluşuna, haklı oluşuna tarihî deliller getirilir. Şu anda Muhammed aleyhisselamın şu anda söylediklerinin, yaptıklarının aynısını önceki peygamberler de söylemişler, şu anda onun muhatapları olan Mekke müşriklerinin ona karşı takındıkları tavırların aynısını önceki peygamberlerin toplumları da takınmışlardır. Yani bu son peygamber türedi, yeni, ilk defa duyulmuş, ne olduğu açık seçik belli olmayan birisi değildir. Ondan önce de aynı kaynaktan pek çok elçiler gönderilmiş ve toplumları tarafından yalanlanmıştır. Öyleyse ey insanlar, gelin bu tarihi delilden ibret alın da tarih içinde elçilerine karşı gelerek Allah'ın helak yasasının mahkumu olanlar safında değil de, o elçilere iman ederek, onlar safında yer alarak kurtuluşa erenlerden olun denilmektedir.

Dördüncü bölümde (ayet 55,67) önceki elçilerin hayat hikayesi anlatıldıktan sonra biz kullarını ilgilendiren temel bir ilkenin gündeme getirildiğini görüyoruz. Şurası hiçbir zaman unutulmamalıdır ki; dünya hayatındaki başarı ve mutluluk, Allah katındaki baları ve mutluluğun ölçüsü değildir. Bu dünyada başarıya ulaşmış, mutlu ve müreffeh bir hayat yaşamış kimse yarın ahirette de başarıya ulaşacak, cennete gi-decek, orada huzura kavuşacak değildir. Bu dünyada kendilerine servet verilenler, siyasal ve ekonomik güç ve imkan verilenler, sıhhat ve afiyet verilenler Allah'ın sevgilileri ve dostları oldukları için bunlar kendilerine verilmiş değildir. Diğer taraftan verilmeyenler de Allah'ın kendilerinden razı olmadıkları kimseler oldukları için mahrum bırakılmış değillerdir. Bunlar bu dünyada imtihan sorularıdır. Her iki taraf da kendilerine verilenlerle imtihana çekilmektedirler. Kimin kazanıp kimin kaybedeceği henüz belli değildir. Kimin dost kimin olmadığı yarın ortaya çıkacaktır. Mekke müşrikleri kendilerine verilen imkan ve fırsatlarla övünerek, karşılarındaki kendi sahip olduklarına sahip olmayan gariban Müslümanlara bakarak; biz hak yoldayız, bizim yolumuz doğrudur, biz Allah'ın sevgili kullarıyız, biz O'nun dostlarıyız, O bizden, bizim hayatımızdan razıdır. Eğer öyle olmasaydı Allah bize, onlara vermediği şu imkanları vermez, onlara verirdi diye övünüyorlardı. İşte Rabbimiz bu bölümde bunun böyle olmadığını, işin iman ve takvaya, teslimiyet ve itaate bağlı olduğu ortaya konur. Âhirette gerçek başarının, gerçek kurtuluşun, mutluluk ve saadetin ölçüsü iman ve takvadır. Kim iman eder ve Allah'a kulluğunun bilincinde bir hayat yaşarsa o kesinlikle kurtuluşa erecektir. Kim de küfür ve şirk içinde bir hayatın sahibi olursa, o da kesinlikle başarıya ulaşamayacaktır.

Beşinci bölümde (ayet 68-77) Mekke müşriklerini peygamber efendimizi ve onun getirdiği mesajı kabule ikna edici deliller sunulmaktadır. Gerek kevnî ayetlerden, gerekse metlûv ayetlerden sunulan delillerle insanların akılları erdirilme hedeflenir. Kullarına karşı rahmeti sonsuz olan Rabbimiz hep onların kurtuluşundan yanadır.

Altıncı bölümde (Âyet 78-95) önceki bölümlerde olduğu gibi yine kainattaki delillerin önüne çekilmektedirler. Hem kainattaki görsel ayetler üzerinde, hem de kendi enfüslerindeki, kendi bedenlerindeki ayetler üzerinde düşünüp ibret almaya davet edilmektedirler. Çevrenizdeki Allah ayetlerinden gafil bir hayat yaşıyorsunuz, bari kendi üzerinizdeki Allah ayetlerine bakarak O'nun tek Rab ve İlah olduğunu, kendinizin de O'nun kulları olarak O'na kul köle olmak zorunda olduğunuzu anlayın denilmektedir.

Yedinci bölümde (ayet 96-97) Resûl-i Ekrem Efendimize bir tavsiye gelmektedir. Kafirlerin, müşriklerin, zalimlerin ahlak dışı, İslam dışı, edep dışı davranışlarına bakarak peygamber efendimizin de onlara misilleme olarak onlar gibi davranmaması emrediliyor. Tavrını insanlara, insanların tutumlarına göre değil Allah'a, Allah'ın rızasına göre belirlemesi emrediliyor. Zulme uğrasa da, haksızlığa maruz bırakılsa da şeytandan bir dürtüye tabi olarak karşısındakilere kötülük yapmaya yönelmemesi, hep aftan yana, hep onların İslam'a ve kulluğa kazanılmasından yana tavır alması isteniyor.

Sekizinci ve son bölümde de (Âyet 98,118) Allah'ı tek Rab ve İlah kabul etmeyen, Allah'ı hayatlarına karıştırmak istemeyen, Allah'ın elçisini ve onun getirdiği hayat programını reddederek kendi bildikleri gibi bir hayat yaşayan insanların bu yaptıklarından ötürü ahirette hesaba çekilecekleri, peygambere ve mü'minlere yaptıkları işkencelerin sonucuna katlanmak üzere cehenneme yuvarlanacakları ortaya ko-nularak uyarı sürdürülür. Bu mukaddimeden sonra sûrenin ayetlerini tek tanımaya geçebiliriz inşallah.

1. 'Mü'minler saadete ermişlerdir.'

Muhakkak ki mü'minler felaha ermiştir, mü'minler başarıya ulaşmıştır, mü'minler kurtulmuştur. Yeryüzünde felaha erenler, kurtulanlar, başarıya ulaşanlar yalnızca mü'minlerdir. Dünya ve ahirette kaybetmekten, zarara uğramaktan kurtulanlar, kazananlar sadece mü'minlerdir. Mü'minlerin dışında herkes hem dünyada, hem de uk-bada kaybetmişlerdir, hüsrana mahkum olmuşlardır.

Mü'minler kesinlikle kazandılar. Dünyada zilletten, kaybetmekten, ahirette de cehenneme gitmekten, ateşe yuvarlanmaktan kurtuldular onlar. Korktuklarından emin oldular ve umduklarına ulaştılar onlar. Dünya ve ukba saadetine ulaştılar onlar. Peki neymiş onların özellikleri? Kimmiş o dünya ve ukba kurtuluşuna erip karlı çıkanlar? Bakın onların birinci özellikleri:

2. 'Onlar namazda huşu içindedirler.'

Onlar namazlarında huşu sahibidirler. Namazlarında huşu içindedirler. Onlar haşyet içinde bir namaz ikame ederler, Allah huzurunda olmanın bilinci içinde bir namaz icra etmektedirler. Onlar namazda Allah'tan mesaj almanın, Allah'a tekmil vermenin bilinci içindedirler. Onlar namazlarında huzurunda bulundukları Rablerinden haşyet içindedirler, Rablerinin azametinden tir tir titremektedirler. Kalpleri Allah'ı ve Allah'ın ayetlerini anmakla yumuşamış, Allah'ı ve Allah'ın ayetlerini hatırlamaktan zevk alan kimselerdir onlar. Rablerini razı edememenin, Rablerinin hatırının kazanamamanın, Rablerinin istediği kulluğu yapamamanın endişesi ve derdiyle kıvranırlar. Allah'ı gücendirmekten korkarlar, Allah'ı razı edememekten korkarlar.

Haşyet korku manasınadır, ama yılandan, çıyandan, akrepten korkmak ayrıdır, kişinin anasından korkması ayrıdır değil mi? Niye korkar kişi anasından? Acaba kalbini kırdım mı? Diye. İşte o müminler de Rablerinden böylece bir haşyet içindedirler. Rablerinden, Rablerinin rahmetinden ve cennetinden kesinlikle ümitlerini kesmemekle beraber acaba mı ki? diye yine de korku içinde bir hayat yaşayarak her an daha iyiye, daha güzel bir Müslümanlığa çabalarlar.

Onlar namazlarında aldıkları mesajları hayatlarında uygulayamamanın endişesiyle üzülürler. Namazlarında okudukları cehennem ayetlerinin, vaiyd ayetlerinin korkusuyla sapsarı kesilirler. Cennet ve mükafat ayetleriyle sevinip coşarlar. Rableri tarafından kendilerine sunulan yasal örneklere, peygamberlere benzemeye çalışırlar.

Namazın bilincindedirler onlar. Namazda okudukları ayetlerin bilincindedirler. Namazın tekbirinin, kıyamının, rükusunun, secdesinin farkındadırlar. Namazda ne dediklerinin, ne yaptıklarının farkındadırlar onlar.

Evet namazda huşulu olabilmek için namazda ne dediğimizin, ne okuduğumuzun farkında olmak zorundayız. Ne dediğini, ne okuduğunu, okuduklarının ne anlama geldiğini bilmeyen kimsenin kıldığı namaz sarhoşun namazı gibidir.

Çünkü Rabbimizin, kitabımızın başka bir ayetinde ne dediğinizi, ne söylediğinizi bilemeyecek kadar aklınız başınızda değilse namaza yaklaşmayın buyurduğunu biliyoruz. Ne dediğimizi bilerek bir namaz kılacağız ve namazda nasıl bir mesaj almışsak öylece bir hayat yaşayacağız. Aksi takdirde namazda bir şeyler okuyorsun ama okuduğun bu ayetlerin ne dediğinden habersiz olursanız böyle namaz olmaz.

Evet o mü'minlerin birinci özellikleri buymuş. İkinci özellikleri de:

3. 'Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.'

Yine o mü'minler lağviyyattan, boş işlerden, boş sözlerden, boş bir hayattan yüz çevirirler, uzak dururlar. Lüzumsuz şeyleri terk ederler onlar. Evet tüm hayatlarında, tüm konuşmalarında, tüm bakışlarında, tüm düşüncelerinde, tüm davranışlarında, tüm hareketlerinde boş şeyleri terk ederler. Mesela bir adım atacaklar, bir söz söyleyecekler, bir bakış yapacaklar, bir karar verecekler, bir eylem gerçekleştirecekler, ama bu lüzumsuzsa hemen onu terk ederler.

Fakat burada önemli bir şey var. O da kişi için lüzumlu ve lüzumsuzu, boş ve doluyu Allah ve Resûlü söyleyecektir. Öyleyse kişi önce Allah ve Resûlünün dediklerini tanımalı ki lüzumluyu ve lüzumsuzu ayırabilsin. Demek ki bu iş Kitap ve sünneti tanımaktan geçmektedir. Demek ki iyi bir Müslüman olmanın yolu kitap ve sünneti tanımaktan geçmektedir. Kitap ve sünnet bilinmeden lüzumlu ve lüzumsuz, boş ve dolu bilinemeyeceğine göre iyi bir Müslüman da olunamayacak demektir.

Evet bizi ilgilendirmeyen, amelin konusu olmayan ve yarın mîzanımıza konmayacak cinsten olan konsa bile cennete götürücü olmayan sözlerin, amellerin tümünden yüz çevirmek zorundayız.

Müslüman gerek söz ve gerek amel olarak boş şeylerin peşine takılmayan kimsedir. Çünkü kavil ve fiillerden ibaret olan amellere İslam'ın damgalarını biliyoruz. Salih amel, gayr-i salih amel. Salih bir imandan kaynaklanan amellere salih amel, salih ve sahih bir imandan kaynaklanmayan ya da küfürden kaynaklanan amellere de gayr-i sa-lih ameller denir.

Veya yine Kur'an'ın ifadesiyle ahsen amel, gayr-i ahsen amel tarifini görüyoruz. Veya değişik bir ifadeyle İslam amellere üç damga vurur. Sahibini cennete götürücü olan ameller, sahibini cehenneme götürücü olan ameller, bir de sahibini cennete de cehenneme de götürücü olmayan ameller. Cehenneme götürücü olanlarını reddedeceğiz, cennete götürücü olanlarına sarılacak ve ne cennete ne de cehenneme götürücü olmayanlarından da sakınacak uzak duracağız. Bakın Resûlullah Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurur:

'Ebu Hureyre (r.a) Rasûlullah efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: 'Kişinin iyi bir müslüman olduğunun alametlerinden birisi de onun kendisini ilgilendirmeyen şeyleri tek etmesidir.'

(Tirmizî, K. Zühd: 4/558)

Evet kişinin malayaniyi, yani kendisine gerekli olmayan şeyleri terk etmesi iyi bir müslüman olduğunun alametidir, delilidir, ispatıdır. Kişi iyi bir müslüman olmak isterse lüzumsuz şeyleri tek edecek. Eyvah! Bu bizim hayatımızın tümünü kapsıyor. Tüm hayatımızı içine a-lan bir konudur bu. Tüm konuşmalarımızı, tüm bakışlarımızı, tüm dü-şüncelerimizi, tüm davranışlarımızı, tüm hareketlerimizi içine alan bir konu. İnsan bir adım atacak bir söz söyleyecek, bir bakış yapacak, bir karar verecek, bir eylem gerçekleştirecek ama bu lüzumsuzsa, kendisi için gereksizse hemen onu tek edecek.

Fakat burada önemli bir şey var. O da kişi için lüzumlu ve lüzumsuzu Allah ve Resûlü söyleyecektir. Öyleyse kişi önce Allah ve Resûlünün dediklerini tanımalı ki lüzumluyu ve lüzumsuzu ayırabilsin ve lüzumsuzu hemen tek edebilsin. Demek ki bu iş kitap ve sünneti tanımaktan geçmektedir. Demek ki iyi bir müslüman olmanın yolu ki-tap ve sünneti tanımaktan geçmektedir. Kitap ve Sünnet bilinmeden lüzumlu ve lüzumsuz bilinemeyeceğine göre iyi bir müslüman da olunamayacak demektir. Müslümanlık güzelleşmeyecek demektir.

Esasen kişinin Rasûlullah efendimizin hayatın tümünü içine alacak biçimde anlattığı bu hadisi tam olarak anlaması demek dinin özünü kavraması demektir. Dinin fıkhını teşkil eden bu hadisin anlaşılması kişinin dinde fakih olmasını ve Allah'ın istediği biçimde gerçek bir kul olmasını gerçekleştirmesi demektir. Nitekim Allah'ın Resûlü başka bir hadislerinde: 'Kişinin kendisini ilgilendirmeyen konular üzerinde lüzumsuz bir şekilde konuşmaması onun fakihliğindendir'buyurmaktadır. Bu hadisten de anlıyoruz ki müslümanlığın güzelleşmesi için tek edilmesi gereken lüzumsuzluklardan birisi boş sözlerdir. Dinimizi ilgilendirmeyen, kulluğumuzu ilgilendirmeyen ve amelin konusu olmayan, amele dönüştürülmesi müm-kün olmayan tüm sözler boş sözlerdir ve müslümanın tek etmesi gerekmektedir. Çünkü Rabbimiz Saf sûresinde amelin konusu olmayan şeylerin konuşulmasını men etmektedir.

'Ey mü'minler yapmadığınız şeyin niye sözcülüğünü yapıp duruyorsunuz?'

(Saf: 2)

Yani konuştuğunuz şey konusunda niye kendinizi unutuyorsunuz? Bir şeyin sözcülüğünü yapıyorsanız, onu eyleme geçirin! Ya da birilerinin yapmasını emrediyorsanız siz kendiniz de bizzat onu yapın! Anlamına gelir.

İnsanlara bir şeyler söyler de kendinizi unutur musunuz? Veya kendinizin yapmadığı, yapmayacağı şeyleri niye söylüyorsunuz? Demek ki ayetin iki boyutundan söz ettik.

1: Yapmanın konusu olmayan şeyleri niye konuşuyorsunuz? demektir bunun manası. Yani amelin konusu olmayan şeyleri, yarın amele dökülemeyecek konuları, sizi ilgilendirmeyecek konuları, sizi amele sevk etmeyecek konuları niye konuşup duruyorsunuz? Mesela ne gibi? A.B.D yi konuşuyoruz, Çini, Maçin'i, Mançurya'yı konuşuyoruz. İnkaların Amerikan kültürüne etkilerini konuşuyoruz. Sumatra dosyasını konuşuyoruz, Filadelfia'nın kahvelerini konuşuyoruz veya devlet kurmadan devlet yıkmadan konuşuyoruz. Kendi çocuklarımızın eğitim derdini unutup başkalarının çocuklarının eğitim problemini konuşuyoruz. Veya adam henüz evlenmemişken boşanma konularını tartışıyor. Veya oturmuş kadınlar kendilerine farz olmadığı halde ko-calarının Cuma problemlerini halletmeye çalışıyorlar. Veya her gün yatağa girerken okunacak duaları bırakıp Hac ortamında değilken oturduğumuz yerlerde ihramlıyken okunacak duaları, ihramlıya yasak olan konuları konuşuyoruz. Veya işte oturduğumuz her bir mecliste attan, avrattan, fiyattan, murattan, saptan, samandan, marktan, dolardan söz ediyoruz. E niye konuşuyoruz bütün bunları? Yani bizden amel istemiyor ki bütün bu konular! Lüks şeyler bunlar! Yarın amele dökülemeyecek fantezik konuları niye konuşuyorsunuz? diyor Allah.

2: Bir ikinci manası da: Yani sizler hep söz müslümanı mı olacaksınız? Hep söz planında mı müslüman olacaksınız? Amel planında müslüman olmayacak mısınız? Hep sözlümü olacaksınız? Hep böyle sözlümü kalacaksınız? Nişanlanıp evlenmeyi hiç düşünmüyor musunuz? Namazını kılmayacağınız yere niye abdest alıyorsunuz? Abdest bir daha abdest bir daha abdest! Yeter ya bir de namaz kılmayı öğrensenize! Halbuki konuşma yerine iş yapmayı sever Allah.

Evet bizi ilgilendirmeyen, amelin konusu olmayan ve yarın mi-zana konmayacak cinsten olan konsa bile cennete götürücü olmayan sözlerin tümünden yüz çevirmek zorundayız. Kur'an-ı kerimde bizi bundan men eden pek çok ayet vardır:

Kaf sûresinde Rabbimiz şöyle buyurur:

'Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki a

Muhabir: Yazar Silinmiş