Yemek duası Türkçe okunuşu nasıldır? Yemek duası Arapça okunuşu nasıldır? Yemek duası meali nasıldır? Peygamber Efendimiz yemeğe başlamadan önce nasıl dua ederdi? İşte yemek duası ve Peygamber Efendimizin yeme adabı...
Hayatın her anında edebe riayeti şiar edinmesi gereken Müslümanın, yeme içmesi de nebevî sünnete uygun olmalıdır. Yeme içme ihtiyacı karşılanırken, helal yoldan beslenmeye ve israftan kaçınmaya özen gösterilmesi emredilmiştir. İslam toplumunun kendine mahsus bir sofra kültürü ve beslenme adabı vardır. Bunların bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi, sağlıklı ve mutlu bir hayatın yaşanmasında en mühim rolü üstlenecektir.
1- PEYGAMBERİMİZİN YEME ÂDÂBI
Yemeğe oturmadan önce ve yemekten sonra eller yıkanmalıdır. Bu, temizlik ve sağlık açısından oldukça önemlidir. Hadis-i şerîfte:
"Yemeğin bereketi, yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktadır." (Tirmizî, Et'ime, 39) buyrularak bu duruma işaret edilmiştir. Yemekten önce ellerin yıkanması kirleri, sonra yıkanması ise bulaşan yağ ve benzeri şeyleri temizler. Nitekim Efendimiz şu uyarıda bulunmaktadır:
"Elinde yemek bulaşığı kaldığı halde yıkamadan uyuyan kimse, herhangi bir zarara uğrarsa kendisinden başka kimseyi suçlamasın!" (Ebû Davûd, Et'ime, 53)
Yemeğe Nasıl Başlanır?
Her hayırlı işte olduğu gibi yemeğe de "bismillah" diyerek başlamak İslam'ın getirdiği güzelliklerdendir. Nitekim Resûlullah şöyle buyurmuştur:
"Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan askerlerine, «Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz.» der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan onlara, «Geceyi geçirecek bir yer buldunuz.» der. O şahıs yemek yerken besmele çekmezse şeytan yine askerlerine, «Hem barınacak yer hem de yiyecek yemek buldunuz.» der." (Müslim, Eşribe, 103)
Yemeğe başlayan kimsenin, besmeleyi unuttuğunda ne yapması gerektiğini yine Efendimiz'in tavsiyelerinde bulmaktayız. Hz. Ayşe anlatıyor; Allah Resûlü bir defasında ashabından altı kişi ile birlikte yemek yiyordu. Bir bedevî gelerek yemeği iki lokmada yiyip bitirdi. Resûl-i Kibriya Efendimiz:
"– Eğer bu kimse «bismillah» deseydi yemek hepinize yeterdi. Öyleyse biriniz yemek yediği vakit «bismillah» desin. Yemeğin başında bunu söylemeyi unutursa:
«Başında da sonunda da bismillah» desin!" buyurdu. (İbn-i Mace, Et'ime, 7; Ebû Davûd, Et'ime, 15)
Bununla alakalı diğer bir hayreti mûcip hadise de şöyle cereyan etmiştir; Sahabeden Ümeyye bin Mahşî'nin (r.a.) anlattığına göre Resûlullah'ın yanında bir kimse yemek yiyordu. Adam son lokmaya kadar besmele çekmedi. Son lokmayı ağzına götürürken "Bismillahi evvelehû ve ahirahû" dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kainat Efendimiz tebessüm etti ve "Şeytan onunla birlikte yemek yiyordu. Adam besmele çekince, şeytan yediklerini dışarı çıkardı." buyurdu. (Ebû Davûd, Et'ime, 15)
Yemeği Toplu Olarak Yemenin Fazileti
Yemek, mümkün olduğunca toplu olarak yenmelidir. "Toplulukta rahmet, ayrılıkta azap vardır." (Münavî, III, 470) buyuran Peygamberimiz, yemek yerken de birlikte bulunmayı tavsiye etmektedir. Vahşî bin Harp'in (r.a.) haber verdiğine göre bir kısım sahabîler:
– Ya Resûlallah! Yemek yiyoruz fakat doymuyoruz, dediler. Resûl-i Ekrem onlara:
"– Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz!" deyince:
– Evet, öyle yapıyoruz, dediler. Allah Resûlü de:
"– Birlikte yiyiniz ve besmele çekiniz ki yemeğiniz bereketlensin." buyurdu. (Ebû Davûd, Et'ime, 14)
Yemeğe büyüklerden önce başlanmamalıdır. Ashaptan Huzeyfe (r.a.) diyor ki:
"Birlikte yemek yiyeceğimiz zaman, Peygamberimiz başlamadan biz elimizi yemeğe sürmezdik." (Müslim, Eşribe, 102) Sahabe-i kiramın Resûlullah'ın büyüklüğüne hürmeten tatbîk ettiği bu güzel edep, asırlarca Müslüman ailelerde uygulanagelmiştir. Evin büyüğü oturup yemeğe başlamadan yenilip içilmesi, büyük bir sû-i edep (edep eksikliği) telakkî edilmiştir.
Yemek Sağ Elle, Önünden Yenir
Bir mü'min yemeğini sağ eliyle ve önünden yemelidir. Ömer bin Ebî Seleme (r.a.) anlatıyor:
"Resûlullah'ın himayesinde yetişen bir çocuktum. Yemek yerken elim tabağın her yanına giderdi. Bunun üzerine Efendimiz bana şöyle buyurdu:
"– Yavrum, besmele çek, sağ elinle ve hep önünden ye!" (Buharî, Et'ime, 2)
Seleme bin Ekva' (r.a.) da şunları söyler; "Adamın biri Efendimiz'in yanında sol eliyle yemek yiyordu. Resûl-i Ekrem ona:
«– Sağ elinle ye!» buyurdu. Adam:
– Yapamıyorum, diye cevap verdi. Allah Resûlü adama:
«– Yapamaz ol!» buyurdu."
Seleme'nin bildirdiğine göre, adam kibrinden dolayı böyle söylemişti. Resûlullah'ın bedduasını aldıktan sonra, gerçekten elini ağzına götüremez oldu. (Müslim, Eşribe, 107)
Bugün toplumumuzda İslam dışı kültürlerin etkisiyle ve çağdaşlık adı altında sol el ile yemeyi adet haline getirme temayülü görülmektedir. Özellikle halka açık lokanta gibi yerlerde bıçakların sağ tarafa, kaşık ve çatalların sol tarafa konulması ve değişmez bir kaide gibi uygulanması bunun bir tezahürüdür. Bu yanlış telakkînin İslam'ın yemek adabıyla bağdaşmadığı açıktır. Müslümanlar bu hususta dikkatli ve titiz davranmalıdırlar.
Yemek yerken, açgözlülük sayılabilecek hafif hareket ve davranışlardan kaçınmak gerekir. Cebele bin Sühaym diyor ki: "İbn-i Zübeyr ile birlikte savaştığımız sene kıtlık oldu. Bize erzak olarak hurma dağıtıldı. Hurmayı yerken Abdullah bin Ömer yanımızdan geçer ve bize şöyle derdi; «Hurmayı çifter çifter yemeyiniz. Çünkü Hz. Peygamber bize hurmayı böyle yemeyi yasakladı. Fakat birinize arkadaşı izin verirse, çifter çifter yiyebilir.»" (Buharî, Et'ime, 44)
Bu meyanda, lokmayı iyice çiğneyip yutmadan, öbürünü almamak da yemek adabındandır.
Bir kimse hoşuna gitmese bile, hazırlanan yemeği beğenmezlik etmemeli, en azından bunu dil ile ifadeden sakınmalıdır. Ebû Hüreyre (r.a.), Resûlullah'ın hiçbir zaman yemekte kusur aramadığını, isteği varsa yediğini, canı çekmiyorsa yemediğini bildirmektedir. (Buharî, Menakıb, 23)
Yemeği Sünnetlemek
Yemek bittikten sonra kabı iyice temizlemek de İslamî bir edeptir. Enes'ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Resûlullah, yemek yediği zaman üç parmağını da yalardı ve bu konuda şöyle buyururdu:
"Birinizin lokması yere düştüğü zaman, bulaşan şeyi temizleyip lokmayı yesin. Onu şeytana bırakmasın." Sözlerine devamla tabağın sıyrılmasını da emrederek: "Bereketin, yemeğin neresinde bulunduğunu bilemezsiniz." derdi. (Müslim, Eşribe, 136)
Hadîs-i şerifte Fahr-i Kainat Efendimiz'in yemek yedikten sonra parmaklarını üç kez yaladığı ifade edilmektedir. O dönemde çatal kaşık gibi yemek aletleri bulunmadığı veya yaygın olarak kullanılmadığı için, yemekler umûmiyetle el ile yenilmekteydi. O zamanki şartlara göre bundan daha tabiî bir durum olamazdı. İslam, yemekten önce ve sonra elleri iyice yıkama edebini talim ederek, bu şekilde yemekten doğacak mahzurları bertaraf etmiştir. Nitekim güzelce yıkanan bir el, metalden yapılan çatal ve kaşıktan daha temiz olduğu gibi, sağlık açısından da daha güvenlidir. Bu uygulamadan hareketle günümüzde, sünnet olduğu düşüncesiyle yemeği el ile yemede ısrar etmek veya kaşık varken elle yemeyi yanlış bir davranış olarak görmek tasvip edilecek bir durum değildir. Zîra Müslüman her bakımdan temiz ve nezih bir davranış sergilemelidir.
İslam, altın ve gümüş kaplar içerisinde yemek yemeyi haram kılmıştır. Huzeyfe'den (r.a.) nakledildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
"Saf ipek elbise giymeyiniz. Altın ve gümüş kaptan bir şey içmeyiniz. Bu tür tabaklardan yemek de yemeyiniz!" [2] (Buharî, Et'ime, 29) Diğer taraftan yemeği mümkün mertebe takva ehli kimselerle yiyip şerirlerin sofralarından uzak durmak gerekir.
İçkili Sofraya Oturulmaz
Alkollü içecekler ve benzeri haramların bulunduğu sofralara oturmak da haramdır. Peygamber Efendimiz:
"Allah'a ve ahiret gününe îman eden kimse, üzerinde içki bulunan sofraya oturmasın!" buyurmuştur. (Tirmizî, Edeb, 43) Alkollü mamûllerin çok yaygın olduğu günümüzde Müslümanlar son derece dikkatli davranarak içki bulunan yerlerde yemek yememeye ve bu tür yerlerden alış veriş yapmamaya gayret etmelidirler. Zarûret olmadığı halde, maslahat îcabı diyerek ihmalkarlık gösterilmemelidir.
Yemek yerken bir yere dayanmak, uygun bir hareket olarak görülmemiştir. Vehb bin Abdullah'tan (r.a.) rivayet edildiğine göre Resûlullah:
"Ben bir yere dayanarak yemek yemem." buyurmuştur. (Buharî, Et'ime, 13)
Abdullah bin Büsr (r.a.) anlatıyor; Resûl-i Ekrem Efendimiz'e bir miktar koyun eti ikram etmiştim. Efendimiz onu yemek üzere diz çökerek oturdu. Orada bulunan bir bedevî:
– Bu ne biçim oturuştur, diyerek hayretini ifade etti. Bunun üzerine Fahr-i Kainat Efendimiz:
"– Şüphesiz Allah beni mütevazi ve kerem sahibi bir kul olarak yarattı; kibirli ve inatçı biri yapmadı." diye cevap verdi. (İbn-i Mace, Et'ime, 6)
Böyle bir hareket nimete saygı olduğu gibi, ondan daha mühimi de nimetin sahibine ta'zîmdir. Bir yere dayanmadan yemek yemenin sağlık açısından da pek çok faydaları mevcuttur.
Yemekten Sonra Okunacak Dua
İhsan edilen sayısız nimetlerin sahibine ta'zîm ve şükrün bir diğer ifadesi, yemekten sonra dua okumaktır. Allah Resûlü, sofrasını kaldırdığı zaman şu duayı yapardı:
"Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan, huzurundan geri çevrilmeyip kabul edilen sayısız hamd ile şükrederiz." (Buharî, Et'ime, 54) Efendimiz'in şu duayı yaptığı da rivayet edilmektedir:
"Bizi yediren, içiren ve müslüman kılan Allah'a hamdolsun." (Ebû Davûd, Et'ime, 52)
Yemek Duasının Önemi
Diğer bir hadiste de yemek duasının önemi şöyle ifade edilmektedir:
"Bir kimse yemek yedikten sonra; «Bana bu yemeği yediren, sonucu etkileyecek bir güç ve kudretim olmaksızın onu bana nasip eden Allah'a hamd olsun!» derse, geçmiş günahları bağışlanır." (Ebû Davûd, Libas, 1)
Rivayete göre Ebu Heysem yemek hazırlayarak Efendimiz ve ashabından bazılarını davet etmişti. Resûlullah yemekten kalkınca:
"– Kardeşinizi mükafatlandırın!" buyurdu. Ashab:
– Mükafatı nedir ya Resûlallah!" diye sordular. Efendimiz:
"– Bir kimsenin evine girilip yemeği yenildiği ve içeceği içildiğinde onun için dua edilir. İşte bu onun mükafatıdır." cevabını verdi. (Ebû Davûd, Et'ime, 54)
Yemek Yemede Ölçü
Yemekte ölçülü davranıp tıka basa yememek gerekir. Efendimiz buyuruyor ki:
"Hiç bir insan midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Halbuki kişiye, kendisini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet bir kimsenin mutlaka çok yemesi gerekiyorsa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırsın!" (Tirmizî, Zühd, 47)
Fahr-i Cihan Efendimiz'in tıka basa doldurulan mideyi tehlikeli bir kaba benzetmesi, beden ve ruh sağlığı ile yeme içme arasında yakın bir münasebet bulunduğunu göstermektedir.
İskenderiye Mukavkısı, Resûlullah'a pek çok hediyelerle birlikte bir de doktor göndermişti. Efendimiz doktora:
"– Ev halkının yanına dönebilirsin. Çünkü biz acıkmadıkça yemeyen bir kavmiz. Yediğimiz zaman da doyuncaya kadar yemeyiz." buyurdu. (Halebî, III, 299)
Her iki hadiste de hayatın devamını sağlayacak kadar yemek ile, yeme içmeyi hayatın gayesi haline getirmek arasındaki farka dikkat çekilmektedir. Yeme içmede zarurî olan ölçü; vücûdun güç ve kuvvetini devam ettirecek, kişinin çalışamayacak ve kulluk yapamayacak derecede takatsiz kalmasına yol açmayacak kadar olmasıdır. Bunun, herkese göre değişen bir miktar olacağı da tabiîdir. Bu sebeple Peygamberimiz, midenin en az üçte birinin boş bırakılmasını tavsiye ederek, herkes için uygulanabilir bir yol göstermiştir.
Bir atasözünde şöyle denilir:
"İnsan yemek için yaşamamalı, yaşamak için yemelidir!" Zîra insanlar, kıtlık zamanlarında açlıktan değil, alışmış oldukları tokluktan dolayı ölürler.
Resûlullah Efendimiz, mü'minin sadece midesini, kafirin ise yedi bağırsağını birden doldurmak sûretiyle yiyip içtiğini belirterek İslam ahlak ve adabının bu konudaki ölçüsünü çarpıcı bir tasvirle beyan etmiştir. Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Resûlullah'a bir misafir gelmişti. Misafir o esnada kafir idi. Efendimiz onun için bir koyunun sağılmasını istedi. Misafir getirilen sütü içip bitirdi, tekrar getirildi yine bitirdi, tekrar getirildi yine bitirdi. Böylece tam yedi kap süt içti. Bu misafir ertesi gün sabahleyin müslüman oldu. Allah Resûlü yine ona süt getirilmesini emretti. Misafir onu içti. Efendimiz tekrar getirtti, fakat misafir bu kez bitiremedi. Bu hadise üzerine Fahr-i Kainat Efendimiz:
"– Mü'min bir bağırsağı ile kafir ise yedi bağırsağı ile içer." buyurdu. (Müslim, Eşribe, 186)
Nafî (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
"İbn-i Ömer, kendisi ile beraber yemek yiyecek bir fakir olmadan asla sofraya oturmazdı. Bir gün birlikte yemeleri için yanına bir adam getirdim. O da çok yedi. Bunun üzerine İbn-i Ömer:
– Ey Nafi! Bu adamı bir daha yanıma getirme! Çünkü ben Nebiyy-i zî-şan Efendimiz'in şöyle buyurduğunu işittim:
"– Mü'min bir bağırsağı ile kafir ise yedi bağırsağı ile yer." (Buharî, Et'ime, 12)
Âyet-i kerîmede Allah Teala kafirlerin yeme konusundaki tavrını, bir teşbihle şöyle anlatmaktadır:
"İnkar edenler, dünyada sadece zevk u safa ederler ve hayvanların yediği gibi yerler! Onların varacağı yer cehennemdir." (Muhammed 47/12)
Kafirlerin bütün ihtimamları midelerine ve şehvetlerinedir. Âhirete dönüp bakmazlar bile. Dünyaya harîstirler ve akibetten gafildirler. Dolayısıyla mü'min, onlardan farklı olarak yeme içmede ölçülü olmalı, dünyaya ve nimetlerine karşı ihtiyaç nispetinde rağbet etmelidir. Zîra bir hadîs-i şerîfte:
"Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır!" (İbn-i Mace, Et'ime, 51) buyrularak böyle bir hareket, ölçüsüzlük olarak telakki edilmiştir. Allah dostlarına göre ise şeriatte doyduktan sonra yemek israf, tarîkatte doyuncaya kadar yemek israf, hakîkatte de Allah'ın huzûrunda olduğunu unutarak yemek israftır.
Bir keresinde, çokça yiyen bir adam geğirmeye başlayınca, Efendimiz adamcağızı:
"Geğirmeyi bırak. Çünkü dünyada çok doyanlar, kıyamet gününde en uzun müddetle aç kalacak olanlardır." diye uyarmıştır. (Tirmizî, Kıyamet, 37)
Kötü Kokulu Yiyeceklerin Yenilmesi
Yeme adabından biri de soğan ve sarımsak gibi kokusu insanları rahatsız eden yiyecekleri yedikten sonra, toplu halde bulunulan yerlere gitmemektir. Allah Resûlü:
"Kim sarımsak ya da soğan yerse, bizden uzak dursun!" Diğer bir rivayette: "Mescidimize yaklaşmasın!" buyurmuştur. (Buharî, Ezan, 160)
Bir defasında Efendimiz'e, nahoş kokulu bir sebze yemeği getirildi. Ondan yemedi, fakat ashabından birine; "Sen ye! Çünkü ben, senin münacatta bulunmadığın (meleklerle) münacatta bulunuyorum." buyurdu. (Ebû Davûd, Et'ime, 40)
Melekler ve nûranî varlıklar, insanların temiz olmasını ve güzel kokmasını severler. Aksi durumlardan da hoşlanmazlar. Bu sebeple camiye veya birlikte bulunulan yerlere soğan, sarımsak, sigara, rahatsız edici parfüm ve benzeri kokularla gitmemek en münasip davranıştır. [3]
"Ey îman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin! Eğer sadece Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin!" (el-Bakara 2/172) ayetinde ifade edildiği üzere, her türlü helal rızıktan yemek içmek aslında mubahtır. Ancak diğer konularda olduğu gibi yeme içmede de îtidalli hareket etmek, aşırılık ve israftan kaçınmak gerekir. Kur'an-ı Kerîm'de bu durum şöyle beyan edilmektedir:
"Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (el-A'raf 7/31)
Her işin belli bir gayesi vardır ve niyet, yapılan işlerin kıymetini tayinde büyük bir vazîfe icra eder. Yemek de hangi niyet ve maksat için yenilirse, onun için güç ve kuvvet olur. Bu yüzden yemekten maksat, zevk ve lezzet alarak nefsin boyunduruğu altına girmek değil, Allah'a kulluk ve ibadete güç kazanmak olmalıdır. Yani yemek bizzat gaye değil, hedefe giden yolda bir vasıta olarak görülmelidir. Yeme ve içmede tehlikeli olan şey, tokluk sebebiyle günaha düşmektir.
Mevlana hazretleri yeme içme ile insan maneviyatı arasındaki alakayı şöyle dile getirir:
"Kene gibi pis bir deriye konup şişeceğine, kuşlar gibi yarı aç ol ki fezalarda dolaşasın."
Gece olduğunda yemek kaplarının üzerlerinin örtülmesi tavsiye edilmiştir. Resûlullah birçok hususa temas ettiği bir hadîs-i şerîfinde bu mevzûya da yer vererek şöyle buyurur:
"Karanlık çöktüğü zaman çocuklarınızı dışarı salmayın. Çünkü şeytanlar bu esnada her tarafa yayılırlar. Yatsı vaktinden bir müddet geçince, onları serbest bırakabilirsiniz. Kapını kapa Allah'ın ismini zikret! Kandilini söndür Allah'ın ismini zikret! Su kabının ağzını kapa Allah'ın ismini zikret! Yemek kabının ağzını kapa Allah'ın ismini zikret! (Kapatacak bir şey bulamadığın takdirde) herhangi bir şeyi üzerine uzatıp koymak sûretiyle de olsa (bunu yap)! Zîra şeytan kapalı kapıyı açamaz. Kandilleri söndürün, zira fare fitili çekip ev halkını yakabilir." (Buharî, Bed'ü'l-halk, 11; Müslim, Eşribe, 96)
Diğer bir hadiste de şöyle buyrulur:
"Sene içinde bilinmeyen bir gece vardır. O gecede veba hastalığı indirilir. Hastalık bu gece açık bir yemek kabına veya su kabına rastlarsa oraya muhakkak girer." (Müslim, Eşribe, 99)
2- PEYGAMBERİMİZİN İÇME ADABI
Allah Resûlü'nün sünnetinde yemek yemenin olduğu gibi su ve benzeri meşrûbatı içmenin de adabı vardır. Buna göre su, mümkün olduğu kadar içi görülebilecek bir kaptan içilmelidir. Resûlullah içerisinde zararlı maddeler bulunabileceği endişesiyle, büyük su kabından ağızla su içmeyi yasaklamıştır. (Buharî, Eşribe, 23)
Su içerken besmele çekilerek üç nefeste içilmeli ve sonunda "elhamdulillah" denilmelidir. Efendimiz suyu ve diğer meşrûbatı üç nefeste içer (Buharî, Eşribe, 26) ve bu husûsta da şöyle buyururdu:
"Deve gibi bir nefeste içmeyin. İki veya üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman besmele çekin; içtikten sonra da «elhamdülillah» deyin!" (Tirmizî, Eşribe, 13)
Suyu Üç Nefeste İçmenin Faydaları
Peygamberimiz suyu üç nefeste içmenin faydalarını şöyle açıklamıştır:
Üç nefeste içen kimse suya iyice kanar, böylece susuzluğu teskin edilmiş olur. Suyu üç nefeste içmek sağlığa daha uygundur. (Müslim, Taharet, 65; Eşribe, 121)
Suyun mideye azar azar inmesi halinde insanın vücut yapısı, onu hemen ihtiyaç duyulan yere sevk eder. Çok miktarda suyun birden hücûmu halinde ise vücut, dengesini kaybederek vazîfesini tam olarak yapamaz. Üşüyen bir kimse, midesine aniden inen suyun soğukluğu ile daha da üşür; hararetli vücut da bir anda gelen çok suya karşı tepki gösterir ve suyun serinliğinden tam olarak istifade edemez. Yavaş yavaş ve azar azar içilmesi durumunda ise bu gibi zararlı durumlar söz konusu olmaz.
İçilecek Şeylere Üflenmesi Neden Yasaklandı?
Bir şey içerken, meşrûbatın içinde bulunduğu kaba herhangi bir sebeple üflenmesi de uygun görülmemiştir. Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz içilecek şeylere üflemeyi yasaklamıştı. Bir adam:
– Kaba çerçöp düştüğünü görürsem ne yapayım? deyince Efendimiz:
"– Düşen şeyi dök!" buyurdu. Bu defa adam:
– Bir nefeste içince suya kanmıyorum, dedi. Resûl-i Ekrem de:
"– O takdirde su kabını ağzından çek! (Üç yudumda iç!)" buyurdu. (Tirmizî, Eşribe, 15)
Fahr-i Kainat Efendimiz'in kabın içine solumayı veya kaba üflemeyi yasaklaması, çok önemli bir nezaket kaidesidir. Zîra suyun içine veya su kabına soluyarak su içmek, hayvanların adetidir. Bir de üfleme sırasında suyun içine ağızdan bir şeyler kaçabilir, bu da başkalarının tiksinmesine sebep olur. Bu yolla ağızdan karbondioksit verilerek suyun kirletilmesi ve bulaşıcı bazı hastalıkların yayılması da söz konusudur. Su ve yemek kabının içine üflememek, besmele çektikten sonra suyu iki veya üç nefeste içmek, her defasında kabı ağızdan biraz uzaklaştırmak ve sonunda da "elhamdülillah" demek İslam'ın getirdiği edep kaideleridir.
Ayakta Su İçmenin Hükmü
Su ve meşrubat türü şeyler ayakta değil, mümkün mertebe oturarak içilmelidir. Resûl-i Ekrem, ayakta su içmeyi yasaklamıştır. Katade şöyle der:
"– Biz Enes'e (r.a.) ya ayakta yemek nasıldır?" diye sorduk. Enes (r.a.):
"– Ayakta yemek daha beterdir." dedi. (Müslim, Eşribe, 113)
Bununla birlikte bazı rivayetlerde Efendimiz'in ayakta su ve zemzem içtiği de nakledilir. İbn-i Abbas (r.a.): "Peygamberimiz'e zemzem ikram ettim. Onu ayakta içti." demiştir. (Buharî, Hac, 76)
Nebiyy-i Muhterem, kendisi de zaman zaman ayakta su içmek sûretiyle bunun yasak olmadığını göstermiş, belki de sağlık açısından uygun görmediği için bunun alışkanlık haline getirilmesini istememiştir. Suyu oturarak içmenin daha uygun olduğunu belirtmek, insanları buna yönlendirmek ve tercihinin bu yönde olduğunu daha açık bir şekilde anlatmak için de ayakta su içmenin iyi olmadığını bildirmiştir. Bunun bir hikmeti de ümmetini irşad ve daha güzel edebe yönlendirmektir. Zîra oturarak içmek zarif ve yerinde bir davranış şekli olup suya kanılmasını, huzurla içilmesini ve vücûdun onu mahalline sarf etmesini en iyi şekilde sağlar.
Bir mecliste su, limonata, süt ve benzeri meşrubat ikram edilirken, ikram edene göre sağ taraftan başlanılmalıdır. Efendimiz su ve şerbet gibi şeyler içtiğinde yanında bulunanlara da ikram ederdi. Meşrubat kabını daima sağında bulunana takdim eder ve öylece devam ederdi. Bir gün Efendimiz'e, içine su katılmış süt getirildi. O sırada Peygamberimiz'in sağında bir bedevî, solunda da Hz. Ebûbekir oturuyordu. Sütten içtikten sonra onu bedevîye verdi ve: "Herkes sağındakine versin!" buyurdu. (Buharî, Eşribe, 14, 18) Sehl bin Sa'd'ın (r.a.) naklettiği bir rivayet de şöyledir:
Resûlullah'a bir içecek getirilmişti. Ondan bir miktar içti. Bu esnada sağ tarafında bir çocuk, sol tarafında ise ashabın büyüklerinden yaşlı kimseler oturuyordu. Efendimiz sağındaki çocuğa ka'bına erilmez bir incelik ve nezaketle:
"– Müsaade edersen bu içeceği evvela şu büyüklerine vereyim?" buyurdu. O akıllı çocuk da herkesi şaşırtan ve aleme ibret olmaya seza şu büyük cevabı verdi:
– Ya Resûlallah! Senden bana ikram olunan nasîbimi hiç kimseye vermem!
Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz mübarek ellerindeki içeceği o çocuğa verdiler. (Buharî, Eşribe, 19)
Bir mecliste hürmete layık bir kimse bulunduğunda ikrama ondan başlanır ve onun sağından devam edilir. Ayrıca teberrüken, salih zatların yediğinden yenilmesi ve içtiğinden içilmesi edep gereğidir.
İnsanlara su ve benzeri içecek dağıtan kimsenin, elindeki içecekten en son içmesi de bir edeb kaidesidir. Bir hadis-i şerif'te: "Halka su dağıtan kimse suyu en son içer." buyrulmuştur. (Tirmizî, Eşribe, 20) Peygamber Efendimiz bu veciz sözlerini bir sefer sırasında söylemişti. Uzun yolculuk esnasında Müslümanlar hem iyice yorulmuş hem de içecek suları tükenmişti. Haris bin Rib'î (r.a.), yorgunluğuna rağmen Resûl-i Ekrem'e hizmette kusur etmemeye çalışmıştı. Müslümanlar susuzluktan iyice bunalınca, Hz. Peygamber içinde birazcık su kalmış olan küçük matarasını istedi. İşte o anda Resûlullah'ın mûcizelerinden biri gerçekleşti. Ebû Katade'nin tuttuğu bardağa mübarek elleriyle matarasından su doldurmaya, Ebû Katade de sahabîlere dağıtmaya başladı. Sahabîler kana kana içtiler. En sona Allah'ın Resûlü ile Ebû Katade kalmıştı. Resûlullah bardağı doldurduktan sonra Ebû Katade'ye:
"– İç!" dedi. Fakat Ebû Katade (r.a.) Efendimiz'den önce içmek istemedi:
– Sen içmedikçe ben içemem ya Resûlallah! dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
"– Halka su dağıtan kimse, suyu en son içer." buyurdu. Neticede Ebû Katade bu emre boyun eğip suyu içti, son olarak da Allah Resûlü içti. (Müslim, Mesacid, 311)
Altın ve gümüş kaplardan su içmekten sakınılmalıdır. Huzeyfe (r.a.) diyor ki; "Nebiyy-i zî-şan Efendimiz bize halis ipek ve atlas kumaştan elbise giymeyi, altın ve gümüş kaplarla su içmeyi yasakladı ve şöyle buyurdu: «Bunlar dünyada kafirlerin, ahirette de sizin olacaktır.»" (Buharî, Eşribe, 28)
Ümmü Seleme'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur :
"Gümüş veya altın kaplarla su içen kimse, karnına cehennem ateşi doldurmuş olur." (Müslim, Libas, 1-2)





