Kuranı Kerimde 114 sure bulunuyor. Son mukaddes kitap Kuran'ın surelerinden biri de Müminun suresidir. Müminun suresi Kuranı Kerimin 23. suresidir. 118 ayeti kerime olan Müminun suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. İşte Müminun suresi, Müminun suresinin okunuşu ve anlamı

Kur'an-ı kerîmin yirmi üçüncü sûresi. Enbiya sûresinden sonra, Secde sûresinden önce inmiştir. Mü'minûn sûresi Mekke'de nazil oldu (indi). Yüz on sekiz ayet-i kerîmedir.Sûrenin ilk ayetlerinde kurtuluşa eren mü'minlerin ibadetlerinden, yaşayışlarından ve kavuşacakları ahiret nîmetlerinden bahsedildiği için Sûret-ül-mü'minûn denilmiştir. Sûrede ayrıca, Allahü tealanın insanları yarattığı, onlara neler bağışladığı, Nûh, Mûsa, Harûn ve Îsa aleyhimüsselamın karşılaştıkları güçlükler, inkarcıların uğrayacakları felaketler, Allahü tealanın büyüklüğü ve kudreti, kıyamet günü ve o günde olacak şeyler bildirilmektedir. (İbn-i Abbas, Taberî,Razî, Kurtubî, Ebû Hayyan)

MÜMİNUN SURESİNİN OKUNUŞU VE ANLAMI

Müminûn 1 (Mealleri Karşılaştır): Kad eflehal mu'minun(mu'minune).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ قَدْ أَفْلَحَ ٱلْمُؤْمِنُونَ
Mü'minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

Müminûn 2 (Mealleri Karşılaştır): Ellezîne hum fî salatihim haşiûn(haşiûne).
ٱلَّذِينَ هُمْ فِى صَلَاتِهِمْ خَٰشِعُونَ
Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.

Müminûn 3 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum anil lagvi mu'ridûn(mu'ridûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ عَنِ ٱللَّغْوِ مُعْرِضُونَ
Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.

Müminûn 4 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum liz zekati failûn(failûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَوٰةِ فَٰعِلُونَ
Onlar ki, zekatı öderler.

Müminûn 5 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum li furûcihim hafizûn(hafizûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَٰفِظُونَ
Onlar ki, ırzlarını korurlar.

Müminûn 6 (Mealleri Karşılaştır): İlla ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum fe innehum gayru melûmîn(melûmîne).
إِلَّا عَلَىٰٓ أَزْوَٰجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَٰنُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ
Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.

Müminûn 7 (Mealleri Karşılaştır): Fe menibtega verae zalike fe ulaike humul adûn(adûne).
فَمَنِ ٱبْتَغَىٰ وَرَآءَ ذَٰلِكَ فَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْعَادُونَ
Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.

Müminûn 8 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum li emanatihim ve ahdihim raûn(raûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِأَمَٰنَٰتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَٰعُونَ
Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.

Müminûn 9 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum ala salavatihim yuhafızûn(yuhafızûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَٰتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.

Müminûn 10 (Mealleri Karşılaştır): Ulaike humul varisûn(varisûne).
أُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْوَٰرِثُونَ
İşte bunlar varis olanların ta kendileridir.

Müminûn 11 (Mealleri Karşılaştır): Ellezîne yerisûnel firdevs(firdevse), hum fîha halidûn(halidûne).
ٱلَّذِينَ يَرِثُونَ ٱلْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَٰلِدُونَ
Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

Müminûn 12 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad halaknal insane min sulaletin min tîn(tînin).
وَلَقَدْ خَلَقْنَا ٱلْإِنسَٰنَ مِن سُلَٰلَةٍ مِّن طِينٍ
Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.

Müminûn 13 (Mealleri Karşılaştır): Summe cealnahu nutfeten fî kararin mekîn(mekînin).
ثُمَّ جَعَلْنَٰهُ نُطْفَةً فِى قَرَارٍ مَّكِينٍ
Sonra onu az bir su (meni) halinde sağlam bir karargaha (ana rahmine) yerleştirdik.

Müminûn 14 (Mealleri Karşılaştır): Summe halaknen nutfete alakaten fe halaknel alakate mudgaten fe halaknel mudgate ızamen fe kesevnel izame lahmen summe enşe´nahu halkan ahar(ahara), fe tebarekallahu ahsenul halikîn(halikîne).
ثُمَّ خَلَقْنَا ٱلنُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا ٱلْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا ٱلْمُضْغَةَ عِظَٰمًا فَكَسَوْنَا ٱلْعِظَٰمَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَٰهُ خَلْقًا ءَاخَرَ ۚ فَتَبَارَكَ ٱللَّهُ أَحْسَنُ ٱلْخَٰلِقِينَ
Sonra bu az suyu "alaka" haline getirdik. Alakayı da "mudga" yaptık. Bu "mudga"yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir!

Müminûn 15 (Mealleri Karşılaştır): Summe innekum ba´de zalike le meyyitûn(meyyitûne).
ثُمَّ إِنَّكُم بَعْدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ
Sonra (ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.

Müminûn 16 (Mealleri Karşılaştır): Summe innekum yevmel kıyameti tub'asûn(tub'asûne).
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ تُبْعَثُونَ
Sonra yine muhakkak siz, kıyamet gününde (tekrar) diriltileceksiniz.

Müminûn 17 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad halakna fevkakum seb´a taraika ve ma kunna anil halkı gafilîn(gafilîne).
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَآئِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ ٱلْخَلْقِ غَٰفِلِينَ
Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.

Müminûn 18 (Mealleri Karşılaştır): Ve enzelna mines semai maen bi kaderin fe eskennahu fîl ardı ve inna ala zehabin bihî le kadirûn(kadirûne).
وَأَنزَلْنَا مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۢ بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّٰهُ فِى ٱلْأَرْضِ ۖ وَإِنَّا عَلَىٰ ذَهَابٍۭ بِهِۦ لَقَٰدِرُونَ
Biz, gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.

Müminûn 19 (Mealleri Karşılaştır): Fe enşe'na lekum bihî cennatin min nahîlin ve a'nab(a'nabin), lekum fîha fevakihu kesîretun ve minha te'kulûn(te'kulûne).
فَأَنشَأْنَا لَكُم بِهِۦ جَنَّٰتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَٰبٍ لَّكُمْ فِيهَا فَوَٰكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
Onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz.

Müminûn 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve şecereten tahrucu min tûri seynae tenbutu bid duhni ve sıbgın lil akilîn(akilîne).
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَآءَ تَنۢبُتُ بِٱلدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِّلْءَاكِلِينَ
Yine o su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de yiyenlere katık verir.

Müminûn 21 (Mealleri Karşılaştır): Ve inne lekum fil en'ami le ibreh(ibreten), nuskîkum mimma fî butûniha ve lekum fîha menafiu kesîretun ve minha te'kulûn(te'kulûne).
وَإِنَّ لَكُمْ فِى ٱلْأَنْعَٰمِ لَعِبْرَةً ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِى بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَٰفِعُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır ve onlardan yersiniz de.

Müminûn 22 (Mealleri Karşılaştır): Ve aleyha ve alel fulki tuhmelûn(tuhmelûne).
وَعَلَيْهَا وَعَلَى ٱلْفُلْكِ تُحْمَلُونَ
Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.

Müminûn 23 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad erselna nûhan ila kavmihî fe kale ya kavmi' budullahe ma lekum min ilahin gayruh(gayruhu), e fe la tettekûn(tettekûne).
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِۦ فَقَالَ يَٰقَوْمِ ٱعْبُدُوا۟ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُۥٓ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ
Andolsun biz, Nûh'u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Allah'a karşı gelmekten hala sakınmaz mısınız?" dedi.

Müminûn 24 (Mealleri Karşılaştır): Fe kalel meleullezîne keferû min kavmihî ma haza illa beşerun mıslukum yurîdu en yetefaddale aleykum, ve lev şaallahu le enzele melaikeh(melaiketen), ma semi'na bi haza fî abainel evvelîn(evvelîne).
فَقَالَ ٱلْمَلَؤُا۟ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ مِن قَوْمِهِۦ مَا هَٰذَآ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَآءَ ٱللَّهُ لَأَنزَلَ مَلَٰٓئِكَةً مَّا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِىٓ ءَابَآئِنَا ٱلْأَوَّلِينَ
Bunun üzerine kendi kavminden inkar eden ileri gelenler şöyle dediler: "Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık."

Müminûn 25 (Mealleri Karşılaştır): İn huve illa raculun bihî cinnetun fe terabbasû bihî hatta hîn(hînin).
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌۢ بِهِۦ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا۟ بِهِۦ حَتَّىٰ حِينٍ
"Bu, ancak cinnet getirmiş bir adamdır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz."

Müminûn 26 (Mealleri Karşılaştır): Kale rabbinsurnî bima kezzebûn(kezzebûni).
قَالَ رَبِّ ٱنصُرْنِى بِمَا كَذَّبُونِ
(Nûh), "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!" dedi.

Müminûn 27 (Mealleri Karşılaştır): Fe evhayna ileyhi enısnaıl fulke bi a'yunina ve vahyina fe iza cae emruna ve faret tennûru fesluk fîha min kullin zevceynisneyni ve ehleke illa men sebeka aleyhil kavlu minhum, ve la tuhatıbnî fîllezîne zalemû, innehum mugrakûn(mugrakûne).
فَأَوْحَيْنَآ إِلَيْهِ أَنِ ٱصْنَعِ ٱلْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَآءَ أَمْرُنَا وَفَارَ ٱلتَّنُّورُ ۙ فَٱسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ ٱثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ ٱلْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَٰطِبْنِى فِى ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓا۟ ۖ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ
Bunun üzerine Nûh'a, "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap" diye vahyettik. "Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh'a) dedik ki: "Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır."

Müminûn 28 (Mealleri Karşılaştır): Fe izesteveyte ente ve men meake alel fulki fe kulil hamdu lillahillezî neccana minel kavmiz zalimîn(zalimîne).
فَإِذَا ٱسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى ٱلْفُلْكِ فَقُلِ ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ ٱلَّذِى نَجَّىٰنَا مِنَ ٱلْقَوْمِ ٱلظَّٰلِمِينَ
Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: "Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah'a hamd olsun" de.

Müminûn 29 (Mealleri Karşılaştır): Ve kul rabbi enzilnî munzelen mubareken ve ente hayrul munzilîn(munzilîne).
وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِى مُنزَلًا مُّبَارَكًا وَأَنتَ خَيْرُ ٱلْمُنزِلِينَ
Yine de ki: "Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın."

Müminûn 30 (Mealleri Karşılaştır): İnne fî zalike le ayatin ve in kunna le mubtelîn(mubtelîne).
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍ وَإِن كُنَّا لَمُبْتَلِينَ
Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.

Müminûn 31 (Mealleri Karşılaştır): Summe enşe'na min ba'dihim karnen aharîn(aharîne).
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِنۢ بَعْدِهِمْ قَرْنًا ءَاخَرِينَ
Sonra onların (Nûh kavminin) ardından başka bir nesil yarattık.

Müminûn 32 (Mealleri Karşılaştır): Fe erselna fîhim resûlen minhum eni'budûllahe ma lekum min ilahin gayruh(gayruhu), e fe la tettekûn(tettekûne).
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْهُمْ أَنِ ٱعْبُدُوا۟ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُۥٓ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ
Onlara, kendilerinden, "Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur, hala O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" diye öğüt veren bir peygamber gönderdik.

Müminûn 33 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalel meleu min kavmihillezîne keferû ve kezzebû bi likail ahıreti ve etrafnahum fîl hayatid dunya ma haza illa beşerun mislukum ye'kulu mimma te'kulûne minhu yeşrebu mimma teşrabûn(teşrabûne).
وَقَالَ ٱلْمَلَأُ مِن قَوْمِهِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ وَكَذَّبُوا۟ بِلِقَآءِ ٱلْءَاخِرَةِ وَأَتْرَفْنَٰهُمْ فِى ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا مَا هَٰذَآ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ
O peygamberin kavminden, Allah'ı inkar eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: "O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor."

Müminûn 34 (Mealleri Karşılaştır): Ve lein eta'tum beşeren mislekum innekum izen le hasirûn(hasirûne).
وَلَئِنْ أَطَعْتُم بَشَرًا مِّثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَّخَٰسِرُونَ
"Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız."

Müminûn 35 (Mealleri Karşılaştır): E yaıdukum ennekum iza mittum ve kuntum turaben ve izamen ennekum muhracûn(muhracûne).
أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنتُمْ تُرَابًا وَعِظَٰمًا أَنَّكُم مُّخْرَجُونَ
"O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?"

Müminûn 36 (Mealleri Karşılaştır): Heyhate heyhate lima tûadûn(tûadûne).
۞ هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ
"Halbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!"

Müminûn 37 (Mealleri Karşılaştır): İn hiye illa hayatuned dunya nemûtu ve nahya ve ma nahnu bi meb'ûsîn(meb'ûsîne).
إِنْ هِىَ إِلَّا حَيَاتُنَا ٱلدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ
"Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz."

Müminûn 38 (Mealleri Karşılaştır): İn huve illa raculuniftera alallahi keziben ve ma nahnu lehu bi mu'minîn(mu'minîne).
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ ٱفْتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُۥ بِمُؤْمِنِينَ
"Bu, Allah'a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız."

Müminûn 39 (Mealleri Karşılaştır): Kale rabbinsurnî bima kezzebûn(kezzebûni).
قَالَ رَبِّ ٱنصُرْنِى بِمَا كَذَّبُونِ
O peygamber, "Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!" dedi.

Müminûn 40 (Mealleri Karşılaştır): Kale amma kalîlin le yusbihunne nadimîn(nadimîne).
قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَّيُصْبِحُنَّ نَٰدِمِينَ
Allah, "Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!" dedi.

Müminûn 41 (Mealleri Karşılaştır): Fe ehazethumus sayhatu bil hakkı fe cealnahum gusaen, fe bu'den lil kavmiz zalimîn(zalimîne).
فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّيْحَةُ بِٱلْحَقِّ فَجَعَلْنَٰهُمْ غُثَآءً ۚ فَبُعْدًا لِّلْقَوْمِ ٱلظَّٰلِمِينَ
Derken onları o korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör çöp yığını haline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah'ın rahmetinden uzak olsun!

Müminûn 42 (Mealleri Karşılaştır): Summe enşe'na min ba'dihim kurûnen aharîn(aharîne).
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِنۢ بَعْدِهِمْ قُرُونًا ءَاخَرِينَ
Sonra bunların arkalarından başka nesiller yarattık.

Müminûn 43 (Mealleri Karşılaştır): Ma tesbiku min ummetin eceleha ve ma yeste'hırûn(yeste'hırûne).
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَـْٔخِرُونَ
Hiçbir ümmet, kendi ecelinin önüne geçemez, onu geciktiremez de.

Müminûn 44 (Mealleri Karşılaştır): Summe erselna rusulena tetra, kullema cae ummeten resûluha kezzebûhu fe etba'na ba'dahum ba'dan ve cealnahum ehadîs(ehadîse), fe bu'den li kavmin la yu'minûn(yu'minûne).
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَا ۖ كُلَّ مَا جَآءَ أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا وَجَعَلْنَٰهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ
Sonra arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe, onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından helak ettik ve onları birer ibretli hikaye yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah'ın rahmetinden uzak olsun!

Müminûn 45 (Mealleri Karşılaştır): Summe erselna mûsa ve ehahu harûne bi ayatina ve sultanin mubîn(mubînin).
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَٰرُونَ بِـَٔايَٰتِنَا وَسُلْطَٰنٍ مُّبِينٍ
(45-46) Sonra Mûsa ve kardeşi Harûn'u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.

Müminûn 46 (Mealleri Karşılaştır): İla fir'avne ve meleihî festekberû ve kanû kavmen alîn(alîne).
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَإِي۟هِۦ فَٱسْتَكْبَرُوا۟ وَكَانُوا۟ قَوْمًا عَالِينَ
(45-46) Sonra Mûsa ve kardeşi Harûn'u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.

Müminûn 47 (Mealleri Karşılaştır): Fe kalû e nu'minu li beşereyni mislina ve kavmuhuma lena abidûn(abidûne).
فَقَالُوٓا۟ أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَٰبِدُونَ
Bu yüzden, "Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız" dediler.

Müminûn 48 (Mealleri Karşılaştır): Fe kezzebûhuma fe kanû minel muhlekîn(muhlekîne).
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا۟ مِنَ ٱلْمُهْلَكِينَ
Böylece ikisini de yalanladılar, bu yüzden de helak edilenlerden oldular.

Müminûn 49 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad ateyna mûsel kitabe leallehum yehtedûn(yehtedûne).
وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا مُوسَى ٱلْكِتَٰبَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Andolsun, hidayete ersinler diye Mûsa'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik.

Müminûn 50 (Mealleri Karşılaştır): Ve cealnebne meryeme ve ummehû ayeten ve aveynahuma ila rabvetin zati kararin ve maîn(maînin).
وَجَعَ a

Muhabir: Yazar Silinmiş