Röportaj

Organik gıda lüks mü oluyor?

Küresel şirketler yerel tohumu ele geçiriyor, çiftçi topraktan kopuyor, sağlıklı gıdaya erişim her geçen gün daha da zorlaşıyor Gıda artık sofradan önce şirketlerin kasasına giriyor; toprağın, tohumun ve üretimin kontrolü küresel sermayenin elinde. Tohumun patentlenmesiyle üretim zinciri kopuyor; sağlıklı gıda artık ayrıcalığa dönüşüyor.

Dünya üzerinde milyonlarca insan en temel haklardan biri olan sağlıklı ve doğal gıdaya ulaşamıyor. Gıda artık sadece soframıza gelen bir ürün değil; aynı zamanda politik, ekonomik ve sosyal bir mücadele alanı haline gelmiş durumda. Açlık, obezite ve gıdaya erişim eşitsizlikleri dünyanın dört bir yanında derinleşiyor. Gıdayı sadece kar amacıyla yöneten çokuluslu şirketler, yerel üretimi ve çiftçiliği zayıflatıyor. Bu tablo her geçen gün daha da ciddileşirken, sağlıklı gıdaya ulaşmak lüks olmaya başlıyor.

TOHUMUN PATRONU KİM?

Küresel şirketler genetiğiyle oynanmış tohumları patentliyor ve bu tohumları çiftçilere her yıl yeniden satıyor. Eskiden hasadından tohumluk ayıran köylü, artık bunu yapamaz hale geliyor. Çünkü tohum şirketin malı sayılıyor. Bu süreci yasal hale getiren ise TRIPS gibi uluslararası anlaşmalar. Böylece çiftçi kendi toprağında bile üretim yaparken şirketin iznine ve ürününe bağlı kalıyor. Tohumun ekonomik bir silaha dönüşmesi, sadece çiftçiyi değil tüm toplumu etkiliyor.

YEŞİL DEVRİM GERÇEĞİ VE GDO’LU ÜRÜNLER

Fikir babası bilim insanı Norman Borlaugy olan Yeşil Devrim, tarımsal dönüşüm, başta verimi artırmış gibi görünse de beraberinde ciddi sorunlar getirdi. Kimyasal gübreler, tarım ilaçları ve makineler toprağın doğal yapısını bozdu. İkinci Yeşil Devrim ile genetik müdahaleler yaygınlaştı. Akrep geni taşıyan pamuk, balık geni taşıyan domates gibi “ucube gıdalar” ortaya çıktı. Bu ürünlerin sağlık üzerindeki etkileri hâlâ tartışma konusu. Ancak şirketler için önemli olan sağlıklı üretim değil, yüksek kardır.

DEPOLARDAKİ TEHLİKELİ SESSİZLİK

Norveç’te kurulan Svalbard Küresel Tohum Deposu gibi yerlerde milyonlarca tohum “korunmak” üzere saklanıyor. Ancak bir tohumun gerçek yeri toprağın içidir, raflar değil. Tohum depolanarak değil, ekilerek yaşar. Tohumları depolayanlar aynı zamanda onları üretimden koparan şirketler. Bu çelişki, gıdanın geleceği ile ilgili önemli soru işaretleri yaratıyor. Depolarda güvenceye alınan tohumlar, çiftçiden kopartıldıkça insanlık için değil, sermaye için saklanmış oluyor.

ŞİRKETLERİN BÜYÜYEN GÜCÜ

Bugün dünya ticaretinin %70’i çokuluslu şirketlerin elinde. En büyük 100 ekonomiden 51’i artık devlet değil şirket. Bu şirketler sadece tarım ilacı, gübre ve tohum üretmiyor; aynı zamanda dünya gıda politikasını da şekillendiriyor. Küresel anlaşmalarla desteklenen bu şirketler, küçük çiftçileri sadece birer taşeron haline getiriyor. Tüketici ise sürecin sonunda pahalı ve güvensiz gıdaya mahkûm kalıyor.

TOPRAKLA BARIŞ, GIDAYA ÖZGÜRLÜK

Çözüm için yeniden toprağa dönmek gerekiyor. Küçük üreticilerin desteklenmesi, yerel tohumların teşviki, kooperatiflerin kurulması ve üretici-tüketici arasında doğrudan bağ kurulması şart. Kentlerdeki boş araziler küçük çiftçiler için üretime açılabilir. Tarımı merkezileştirmek değil, yerelleştirmek gerekiyor. Gerçek verimlilik, küçük ölçekli, doğayla uyumlu üretimle sağlanabilir.

TÜKETİCİLERİN DE GÜCÜ VAR

Sorumluluk sadece çiftçide değil. Tüketiciler de ne aldıklarını sorgulamalı. Yerel pazarlardan alışveriş yapmak, üreticiyi tanımak, topluluk destekli tarım projelerine katılmak gibi küçük adımlar büyük farklar yaratabilir. Tohum takasları, balkon bahçeleri, dayanışma ağları hepimizin yapabileceği katkılar arasında. Ne yediğimizi bilmek, sadece sağlığımız için değil, geleceğimiz için de önemlidir.

TOHUM HALKIN MALI OLMALIDIR

Tohum sadece bir tarım ürünü değil, bir halkın hafızası ve geleceğidir. Onu patentleyerek şirketlerin tekeline vermek, geleceğimizi satmakla eşdeğerdir. Gıdanın kontrolü birkaç şirketin eline bırakıldığında, sofralarımıza gelen her lokma bir tehdit haline gelir. Oysa gıda, yaşamdır. Ve yaşam, şirketlerin değil insanların hakkıdır.