— Yıkılmayana kadar yapılmaz derler ya evladım! Hızla gidişimiz oraya!
— Ne diyorsun Beybaba!
— Bilmez misin! Milletlerin var olma bağı sevgi üzerine olduğu kadar korku üzerine de bina edilmiştir.
Korkunun dahi sevgiye dair bir tarafı vardır. Bu var oluşun temel hareket noktalarından sevginin bedeli ağır ve uzun korkunun sonucu hazır ve kısa sürelidir.
Hem sevginin yolları çoktur. Korkununsa azdır. Bundandır ki vicdanı canlı tutan Allah korkusudur. Aklı da insanlık çizgisinden uzaklaşmasını ve anarşist boyuta gitmesini engelleyecek kanun korkusudur. Bu ikisi de bir arada olursa millet var olur.
— Neden bunları bana anlatıyorsun Beybaba!
— Evladım sevgi bağıyla beraber Allah korkusu da giderse milletin var olabilmesi sadece ve sadece kanun korkusuna bağlı kalır. Bu kanun da zulmetmeyen bir güç, ruhun faziletiyle beraber hikmetin oluşturduğu bir hakikat olmalıdır.
— Tamam da Beybabacım! Senin bu anlattıklarının günümüz krizi ile ne alakası var. Bir türlü sadede gelmiyorsun.
— Hürmet ve sabırla dinleyeceksen anlatayım. Yoksa git yanımdan derdimle baş başa kalayım?
— Özrümün affını dilerim! Ben de bu asrın gençleri gibi aceleciyim. Lütfen devam edin!
— Bak oğlum! Devlet, şefkatini Allah'ın şefkatinden ileri götürmemeli ve hikmetini de belli seviyede tutmalı idi. Yapacağı en şefkatli davranış ise ihkak-ı hak olmalıydı. Yani sadece ve sadece hak edene hak ettiğini vermeliydi. Liyakat ve salahiyeti daima esas tutmalıydı.
— Öyle olmadı mı?
— Hayır.
— Neden?
— Yüzümüzü batıya sırtımızı doğuya döndüğümüzden bugüne Anadolu coğrafyasında yaşayan halklar bilhassa Müslüman halklar sistematik olarak duyarsızlaştırıldı. Hal-i pürmelalimiz ise bunun bir sonucudur.
— Nasıl yani?
— Evladım! Vatandaş devlet eliyle harama alıştırıldı. Haramla helal arasındaki çizgi Londra asfaltı kadar kalınlaştırılıp meşrulaştırıldı. Herkesin üzerinde gideceği bir yol oldu. En erdemli kazancın alın teriyle gelen üretimin olduğu hedefinden uzaklaştırıldı. Sürekli doymayacağı kadar balık verildi. Ve bu verilen balığın da kendi hakkı olduğu duygusu hak parametresi gibi gösterildi.
Dahasını söyleyeyim mi sana?
— Buyurun efendim! Hiç böyle düşünmemiştim!
— Bu haram, devlet eliyle kurumsallaştırıldı. Başında da bankalar geldi. Kredi adıyla doğmayan bebeğin dahi genetiği haram ile işletildi. Helal kazanç yerine toplu bir para ile temas ettik. Ömrümüzde görmeyeceğimiz parayı birden görünce şaşırıverdik.
Asıl trajik olanı ise evladım! Allah'ın en yasak kıldığı faiz meşru kılındı. Bankalar her yıl ülkenin en kar eden müessesesi oldu. Çünkü helal olan ile yasal olan arasında hiçbir ayırım gözetilmedi.
— Peki ne yapmalı?
— Bankalar para alıp para satmamalıdır. Sadece parayı koruyan ve ulaştıran olmalıdır. Karşılığında da bir bedel almalıdır. Elde ettikleri bunca haksız kazancı terk ettirecek gerçekle de yüzleştirilmelidir. Her yasal olanın asla helal olmadığı fikri devletçe ifade edilmelidir. Millet arasında büyük kavgalara neden olan seküler kapitalizmin bu faşizmini bitirmek için bankanın bu kapısı kapatılmalıdır.
— Hem biliyor musun evladım?
— Neyi Beybaba?
— Allah korkusundan uzaklaşan halk, kanun korkusuna muhatap olarak adil bir şekilde denetlenmedi. Şu son 15 senede dahi tarihinde görmediği refah ve bolluğu gördüğü halde içten içe çürüyen bir toplum olduğunu fırsatlar eline geçtikçe acımasızca ve vicdansızca aynı zamanda pervasızca gösterdi. Bilhassa zenginlerimiz ve aydın geçinenlerimiz -başta- herkes elindeki imkanı paylaşmak yerine stoklamayı fırsat bildi.
Üretmeyen teşvikler ve alın teri dökmeden devletten alınan paralar maalesef en rağbetli şey oldu. Devletin bütün iyi niyetiyle ama bir o kadar da ilgisiz denetimiyle üretmeyen teşvikleri üretecek insanı dumura uğrattı. Sadece içsel durumunu değil aynı zamanda devlete olan bağlılığını da bu teşviklere bağladı.
— Ne yapalım peki?
— Acilen üretmeyen teşvikleri keselim. Gerisini denetleyelim.
— Neden?
— ...
Hem serbest piyasa adı altında zengini zengin eden ve fakiri gittikçe fakirleştiren piramit sivrildikçe sivrildi. Bütün masum ve mazlumları ezen insafsız kapitalizm normalleşen seküler harcamalarla herkesi esir aldı. Bu da duyarsızlaştıkça duyarsızlaşan ve bir nevi öğrenilmiş çaresizlik noktasında kendini gören bir halk kitlesi oluşturdu. Hatta milletin cebi hariç neyine dokunursanız dokunun ilgisiz kaldı. Vatan, millet, hürriyet adıyla yapılan darbelerde devletinin yanında oldu. Hükümetin hükmetmesini arzuladı. Ama cebine dokunduğunuz anda ne kadar hizmetiniz olursa olsun hükmedenlerin hükmünü rafa kaldırdığını tarih hep gösterdi.
— Evlat! Evlat! Biz değerlerimizi de kaybettik biri hariç. Bundandır ki çok çabuk unutuyoruz.
— Hangisi hariç?
— Çağdaşlık ve modernlik adına dini değerleri kaybettik. Demokrasi ve hümanistlik adına milli değerleri kaybettik. Şehirli olma ve kolonileşme adına yerel değerleri kaybettik. Ama haramla helal arasını Londra asfaltı gibi yaparak ekonomik değerleri en muteberler arasına yerleştirdik. Ve ona sımsıkı sarıldık.
Bundandır ki ekonomik değerler öncelemesi bizleri Hz. Yusuf'un azizliğindeki mali disiplinden uzaklaştırıp Avon tapınakları rahiplerinin israfçı ve hedonistik stokçuluğuna nasıl alıştırdığı ortaya çıktı.
Ben sana söyleyeyim! Ekonomik göstergelerin neyi gösterdiğini bilmiyorum! Ama milletin göstergelerinin çok iyi şey göstermediğini görüyorum!
Neyse evlat başını ağrıttım. Hakkını helal et. Sen yoluna devam et. Ben galiba mazide yaşıyorum. Senin gibi çağdaşlara ayak bağı oluyorum.
— Estağfurullah Beybabacım! Seni tanımak ve dinlemekle bahtiyarım.
— Essah mı?
— Essah.
— O zaman küçük bir hikaye ile bu sohbeti taçlandıralım mı?
— Neden olmasın!
— Evladım sen Yapışkan Sülük ile Mübarek Arı'nın hikayesini bilir misin?
— Hayır.
— O zaman sıkı dur.
Sülüğe asalak ve yapışkan arıya da mübarek hayvan demişler.
Bak evladım sülük miskin miskin tüner ve fırsatı bekler. Birikmiş kirli kanı görünce emmeye başlar. Emdikçe şişer ve şiştikçe de kendini kaybeder. Ve nihayet emdiği kanda boğulur. Ne kendine yar olur ne de başkasına. Sadece kirli kanın içinde boğulmakla kalmaz. İnsanlar arasında da namı kötü olur.
Arı ise sürekli çalışır. Çalıştıkça maharetleri ortaya çıkar. Konduğu her çiçekten aldığı özü peteğinde bal yapar. Ve onu insanlığın istifadesine sunar. Namı her yeri iyilikle alır. Arı da ölür. Ama onun ölümü başkalarının hayatının devamı olur. Kendisi de insanların başının tacı kalır.
İşte evladım! Beşeriyetin ya da milletlerin hata bizim memleketin dahi kriz ve kritik dönemlerinde insanların içindeki sülük veya arı tarafları sahnelenmeye başlar.
Şimdi sen söyle bakalım içimizde yapışkan miskin sülük mü çok var yoksa mübarek arı mı?
— Beni en hassasa yerimden vurdunuz. Lakin tek umudumuz: 15 Temmuz'u kurtaran imanın bu krizde imkanı da yanına almasıdır.
Size söyleyeyim mi Beybaba! Her ne kadar asalak sülükler fırsatı ganimet bilse de arı gibi olan millet imanı ile bu krizi fırsata dönüştürecek.
Aslına dönüp iktisatlı yaşayacak. İhtiyaç fazlasını dağıtacak. Üretmenin zevkine varacak. Ve ürettiklerini paylaşmanın heyecanını yaşayacak. Hem de en kısa zamanda. En kısa zamanda.
Çünkü harikalar asrındayız. Az vakte çok şey sığdıracak bir potansiyeldeyiz. Arı kadar olamazsak da karınca misali saflarımızı belirleyecek şuurda ve imandayız inşallah.
— Yaşşa be evlat! Senin sözünün üzerine artık söz olmaz. Allah bu milleti inşallah mahcup etmez. Haydi sen yoluna ben de yoluma!
— Lütfen veriniz elinizi öpeyim.
— Hayır evlat. Bu zamanda eli öpülecek kişi kalmadı zannımca. Haydi sen yoluna ben yoluma.