Doç. Dr. Emete Gözügüzelli ile Kıbrıs’taki son gelişmeleri, İsrail’in toprak alımlarını, Rum tarafının fanatik tutumlarını, Türkiye’nin çözüm arayışlarını ve Doğu Akdeniz’deki jeopolitik dengeleri konuştuk.

Do‡. Dr. Emete G”Z�G�Zelli

Kıbrıs’ta tehdit veya risk olarak gördüğünüz sorunlar nelerdir?

Aslında en büyük tehdit ve sorun, kendi içimizdeki kavga. Kavgalardan ziyade, Kıbrıs Türkü ile Türkiye’nin arasını bölmek ve açmak üzere beşinci kol faaliyetlerinin aralıksız sürdürüldüğünü görüyoruz. Kimi medya kanalları üzerinden Türkiye’ye karşı algı operasyonu yürütülmeye çalışılıyor. Tabii ki bu tip meselelerin, Kıbrıs gibi coğrafi ve jeopolitik anlamda güçlü ve tarihi önemi olan bir yerde yaşanması çok mümkün. Zaten bunlar, Kıbrıs meselesinin yüzyıllardan beri her döneminde var olan hakikatlerdir.

Resim2-6

İSRAİL KKTC’DEN TOPRAK ALIYOR!

Yabancıların toprak alımları da gündemde. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yabancıların toprak alımlarıyla ilgili olarak özellikle son dönemlerde İsrail üzerinden, gerek güneyde gerekse kuzeyde yapılanma faaliyetleri yürütülüyor. Bu, gelecek dönemlerde dikkatlice ele alınması ve izlenmesi gereken bir konudur. İleride farklı bir tehdit algısına dönüşmemesi için gerekli adımların atılması gerekir.

Mevcut siyasi ve sosyal durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kıbrıs’ta mevcut siyasi yapı açısından baktığımızda, bir tarafta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin devam etmesi ve bundan sonraki Birleşmiş Milletler müzakere sürecinde iki devletli esas çerçevesinde çözüm modelini savunan mevcut iktidar yapısı var. Buna muhalif olan ise Avrupa Birliği tarafından desteklenen, Güney Kıbrıs’ın ortaya koyduğu federalizm söylemini benimseyen ana muhalefet partisi konumundaki yapıdır. Bu durum, ülke içinde ve uluslararası alanda Kıbrıs meselesinde ortaya konan ulusal birliğin ve dirliğin tam anlamıyla ifade edilmesinin önüne geçmektedir.

Resim4-6

“KIBRIS MESELESİ BİR HUKUK SORUNU DEĞİL, JEOPOLİTİK ÇATIŞMA ALANIDIR”

Peki süreç neden bu şekilde ilerliyor?

Aslında Kıbrıs meselesinde Batı’nın ve doğudaki bazı ülkelerin, özellikle Türkiye’nin garantör olarak yer aldığı Kıbrıs adasında jeopolitik anlamda daha farklı bir güce sahip olmaması için yürüttüğü stratejinin bir çıktısını yaşıyoruz. Amaç, Kıbrıs üzerindeki etkinliğini ortadan kaldırmak. Mesele özünde bir hukuk ve hak teslimi meselesi değil; tamamıyla jeopolitik çıkarların çatışma alanı haline gelmiş bir durum söz konusu. Bu nedenle Kıbrıs Türküne karşı önyargılı ve haksız diplomasi çabalarına şahit oluyoruz.

Kıbrıs Barış Herakatı

1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATI

1960 Cumhuriyeti ve 1974’teki gelişmelerin bugünkü sorunların çözümünde nasıl bir rolü var?

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu farklı bir konjonktürdeydi. 1974 Barış Harekâtı ise başka bir tarihsel süreçte gerçekleşti. Şunu net söylemek gerekir ki, 1974 Barış Harekâtı, Türkiye’nin garantörlüğünde olmasaydı, bugün Kıbrıs Türkü diye bir millet zaten olmazdı. 1960’ta Adnan Menderes’in ağırlığını koyarak Zürih ve Londra’da imzalanan anlaşmalar sayesinde Türkiye, Kıbrıs’ta yeniden söz hakkı sahibi oldu. Kıbrıs Türkleri ise İngiliz döneminde kaybettikleri egemenliklerini tekrar tesis etme fırsatı buldular. Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sahip olduğu müktesep hakların kökeninde, 1960’taki bu kurucu haklar ve 1974’teki garantörlük anlaşması vardır. Türkiye, Kıbrıs Türkü için sıradan bir ülke değil; anavatandır. Kıbrıs Türkünün yüzyıllara dayanan bağlarını, milli birliğini ve dirliğini koruyabildiği bir vatan toprağıdır.

Resim5-6

İSRAİL’İN YAYILMACI POLİTKALARI DEVAM ETTİRİLMEK İSTENİYOR!

Bugünkü jeopolitik konjonktürü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mevcut jeopolitik konjonktür, Doğu Akdeniz ve bu bölgeyi kıtalar arasında bir rekabet alanı haline getirmiştir. Bölge kritik bir merkezdir. Akdeniz’de Filistin-İsrail meselesi, Suriye’deki gelişmeler, deniz yetki alanları ihtilafları, hava sahası sorunları, arama-kurtarma koordinatları üzerine tartışmalar… Türkiye ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasındaki ihtilaflar şu an dondurulmuş bir statüde devam ediyor. Buna karşın Güney Kıbrıs’ta ciddi bir silahlanma süreci Amerika üzerinden yürütülüyor. İsrail’in öngörülemez ve yayılmacı politikaları devam ettirilmek isteniyor. Bölgedeki devletler ekonomik anlamda bağımsız değil; Amerika ile kurdukları ilişkiler çerçevesinde faaliyet yürütüyorlar. Türkiye ise Libya ile yaptığı deniz sınırlandırma anlaşması, Kuzey Kıbrıs ile imzaladığı sınırlandırma ve hidrokarbon anlaşmalarıyla, Mavi Vatan doktrini, Suriye ve Irak’ta terörle mücadele politikalarıyla dizginlenemeyen bir güç konumunda. Bu durum, diğer rakip güçler için bir tehdit algısı oluşturuyor. Onlar da Türkiye’yi dizginlemek için daha fazla ittifak sistemleri kuruyorlar. Enerji güvenliğinin Avrupa’nın öncelikleri arasında olduğu bir dönemde, Kıbrıs meselesinde ısrarla iki devletli çözümün reddi, bu jeopolitik rekabetin olumsuz sonuçlarından biridir.

Resim7-2

“KIBRIS’TA BARIŞIN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL: HELENİZM ZİHNİYETİ”

Çözüm için ne gerekiyor?

Kıbrıs’ta çözüm dediğimiz noktada, öncelikle haklara saygı gösterilmesi gerekir. Bu, Kıbrıs Türkünün egemenlik haklarına saygının korunması, Türkiye’nin garantörlük haklarının muhafaza edilmesi demektir. Maalesef bu saygıyı hâlen göremediğimiz için Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümden söz etmek mümkün değil. Bu bir “bölünme” değil; hakların tesisi anlamında, uluslararası metinlere ve görüşmelere yansıyan iki kesimliliğin zorunlu kıldığı bir neticedir. Rumların Helenizm zihniyetiyle Batı tarafından şımartılmaya devam edilmesi, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında tek taraflı gasp ettikleri devleti yönetmeye devam etmeleri, kalıcı barışın önündeki en büyük engeldir.

Resim8-5

“RUMLARIN AZINLIKLAŞTIRMA POLİTİKALARINA ASLA BOYUN EĞMEYİZ”

Rum tarafının zihniyeti konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bakan Fidan, 23. Doha Forumu'na katılacak
Bakan Fidan, 23. Doha Forumu'na katılacak
İçeriği Görüntüle

En temelde Kıbrıs meselesine bakış açısındaki yorum farklılıkları ve konunun farklı zeminlerde değerlendirilmesi, sorunların çözümünü engelliyor. Rumlar için Kıbrıs meselesinin özünde Türkiye’nin adadaki varlığı bulunuyor. Sözde “işgal” politikaları öne sürülüyor. Oysa işin özünde, Rumların 1963’ten beri Kıbrıs Türkünün anayasal ve egemenlik haklarını ortadan kaldırma çabaları hiç durmadı. 1974 sonrası müzakere süreçlerinde de Rum tarafı, egemenliği öngören hiçbir anlaşma modeline yaklaşmadı. Bu nedenle, engellerin aşılması için Rum tarafının temel zihniyetini değiştirmesi, Kıbrıs Türkünü azınlık konumuna düşüren politikalardan vazgeçmesi gerekir.

Annan Planı sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Annan Planı tarihi bir dönemdi. Kıbrıs Türkü, Avrupa’nın verdiği sözleri nasıl yerine getirmediğini açıkça gördü. Rumların uzlaşmaz tavrına rağmen Batı, onları tek yanlı olarak AB üyesi yaptı. Bu, geçmişte olduğu gibi Rumları koruma ve kollama niyetinin devam ettiğini gösterdi. Bu süreç, Kıbrıs Türküne devletine sahip çıkması, egemenlik esasına dayalı eşit uluslararası statüye yönelmesi gerektiğini öğreten büyük bir ders niteliğindedir. Annan Planı’ndan çok yönlü dersler çıkarılması gerekir.

Kıbrıs’ın stratejik öneminden bahseder misiniz?

Kıbrıs, sadece Doğu Akdeniz için değil, kıtalar arasında Cebelitarık’tan Hint-Pasifik’e, Karadeniz’den Atlantik’e kadar uzanan transit, ulaşım ve enerji güzergâhlarının ortasında yer alıyor. Enerji kaynaklarının yanı sıra deniz ticareti, ulaşım yolları ve lojistik bağlantılar açısından da kritik bir merkezdir. Körfezden çıkan petrolün Akdeniz üzerinden Avrupa’ya taşınmasında yol kısaltıcı bir konuma sahip. Çin’in “Kuşak ve Yol Projesi”nin Akdeniz ayağında da önemli bir merkez olarak görülmesi, bu stratejik önemden kaynaklanmaktadır.

Ersin Tatar

“KIBRIS’TA İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM TARİHİ BİR GERÇEKLİKTİR”

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın iki devletli çözüm modeli hakkındaki görüşünüz nedir?

Sayın Tatar’ın iki devletli çözüm modeli, tarihi bir gerçekliği ifade ediyor. Kosova veya Tayvan örnekleri her ne kadar kendilerine özgü koşullara sahip olsa da, resmi olarak BM üyesi olmadan dünyayla ticaret ve diplomatik ilişkiler geliştirebilmeleri açısından Kıbrıs için de anlamlı örneklerdir. Bugün BM sisteminin yapısına baktığımızda, erozyona uğramış değerler ve adil olmayan dünya düzeninin Kıbrıs meselesini de etkilediğini görüyoruz. Uluslararası hukuk bağlamında KKTC, kendi toprağı, nüfusu, otoritesi ve başka devletlerle ilişki kurma kapasitesi olan bir devlettir. Tanınma, bağımsızlığını etkileyen bir durum değildir. BM kararlarını bekleyip beklemeyeceği zamanla belli olacak; ancak görünen o ki KKTC, BM diyaloğunda bulunmaya devam ederek eşit egemenlik statüsünü dünyaya anlatma, Türkiye’nin gücüyle orantılı olarak temaslarını artırma yolunda kültürel, sportif, ticari faaliyetler yürütme hazırlığındadır. Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye yapılması, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki varlığı bu görünürlük açısından önemlidir.

“EGEMENLİK OLMADAN BARIŞ OLMAZ”

İki toplum arasındaki ilişkiler için ne söylersiniz?

Aslında iki halk arasındaki uçurumu kapatmak, tek taraflı olmaz. Bu uçurum siyasi ve ideolojik zihinlerdeki farklılıklardan kaynaklanıyor. İki tarafın da birbirine saygı göstermesi gerekir. Türkler hiçbir zaman Rumlara saygısızlık yapacak şekilde davranmamıştır. Hakları gasp edilmek istenen, egemenlik hakları yok sayılan taraf Türklerdir. Bu uçurumu derinleştiren, Rum Yönetimi’nin uzlaşmaz tutumudur. Kıbrıs meselesini çarpıtarak Türkiye’yi kötüleyen, gerçeği saptıran bir anlayışla hareket etmektedirler. Bu uçurumun kapanmasının tek yolu, Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Türkünün eşit egemen varlığını kabul etmesidir.

Ortak zemin arayışlarının önünde engel nedir?

1974’ten bugüne, taraflar arasında ortak bir idari yönetim anlayışının olmayışı en temel engeldir. BM Özel Temsilcisi raporunda da ortak zemin olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, yenilikçi ve gerçekçi tek yaklaşım, iki ayrı eşit egemen devlet anlayışıdır. Bölgesel jeopolitik riskler, enerji kaynakları üzerindeki çatışma ihtimallerinin yüksekliği, Türkiye’nin desteğiyle var olan devletin korunmasını zorunlu kılmaktadır. Batı Trakya’daki Türklerin durumuna bakıldığında, uluslararası hukuka aykırı uygulamalara rağmen dünyadan ses çıkmaması, KKTC’nin kendi egemenliğine sahip çıkmasının önemini göstermektedir.

Azerbaycan ile ilişkiler hangi düzeyde?

KKTC ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler son dönemlerde derinleşiyor ve daha da derinleşecek. Bazı devletler, “seni tanıyorum” demeden ikili ilişkilerini derinleştirerek bu tanımayı fiili (de facto) olarak daha ileri noktaya taşıyabiliyor. Hukuki anlamda tanıma bir süreç meselesidir; jeopolitik şartlar ve koşulların uygunluğu ile ilgilidir. Azerbaycan, Türkiye’nin ağırlığıyla orantılı bir şekilde hareket ediyor. Ortak bir kardeşlik zemini üzerinde yürüyen ilişkiler, fiili olarak Azerbaycan’ın Kıbrıs Türkünü tanıdığını gösteriyor. Meclis Başkanını ağırlayan, KKTC Cumhurbaşkanını resmi düzeyde karşılayan bir Azerbaycan kardeşliğinden söz ediyoruz.

Resim6-6

“KKTC, TÜRK DÜNYASININ AKDENİZ’DEKİ KALESİDİR”

Türk Dünyası açısından bu ilişkiler ne anlam ifade ediyor?

Azerbaycan, Türkiye ve KKTC arasındaki bağ artık vazgeçilmez bir kardeşlik bağını oluşturmuştur. Bu entegrasyon, Türk Dünyası’nın bütünleşmesinin ışığıdır. Bu güç birliğinin Akdeniz’deki en önemli kalesi, Kıbrıs Türklerinin sahip olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir.

Kaynak: Röportaj / Fatma Gülşen KOÇAK