0

Malumunuz; Türkiye kuşatma altında… Yaklaşık on günden beri, bu kuşatmanın boyutları iyice genişliyor. PKK sempatizanları sokakları ateş topuna dönüştürmeye çalıyor. Marjinal sol örgütler, oldukça hareketli… Bankalar, alışveriş merkezleri tahrip edildi, ediliyor. Okul yakıldı veya yakılmaya teşebbüs edildi. Politik aktörler, şiddeti tetikliyor, meşrulaştırıyor. Siyaset, neredeyse, şiddet sarmalına doğru savruluyor. Kısacası, şiddetin pornografik saldırısı altındayız. Peki, tüm bu olumsuzlukların nedeni nedir?

Bu süreç, okuma serüvenimin başlangıcından itibaren hafsalamı meşgul eden düşünmek nedir sorusunu bana yeniden hatırlattı. Evet, düşünmek nedir? Düşünen insan ile emirlere kusursuzca itaat eden insan arasında fark var mıdır?

Aristo ve Eflatun'dan beri düşünmek genel olarak şöyle tanımlanır: "Benlikle olan sessiz diyaloga kendini kaptırmak…" Benliğiyle olan sessiz diyaloga kendini kaptıran, yani, düşünen, öncelikle sorgular. Sorgulamak, sesli veya sessiz, yaşamının özünü oluşturur. Düşünmek, anlamayı denemek; bağışlamak veya emirlere harfiyen uygulamak değildir. Emirlere kusursuzca itaat etmek; düşüncenin kaldırılması, aklın yitimi veya aklın donuklaşmasıdır.

Bu oldukça estetik cevabı şöyle güncelleyebiliriz: KCK'nin veya Kandil'in talimatıyla sokakları savaş alanına veya ateş topuna çevirenler, böylesi şiddet dolu bir eylemi düşünerek mi gerçekleştirdiler? Düşünme eylemi ile şiddet arasında bir bağ var mıdır? Şundan eminim; sokakları savaş alanına çevirenler veya şiddeti siyaset biçimi olarak benimseyenler, insanlığa ve kürt insanına karşı suç işlemektedir. Kusursuzca işlenen bir cinayet… Yıllarca şiddete ve teröre maruz kalan Kürt siyaseti, yaşadıkları akıl tutulması ve düşünmeme nedeniyle suç işlemektedir. Kürt siyaseti, artık, özeleştiri vermeli. Bunun yanı sıra, stratejik yanına düşünmeyi de eklemelidir.

Ak Parti'nin iktidar olmasıyla beraber, ilk defa Kürt meselesi, kürdün meselesi olmaktan çıkmıştır. Yıllarca saman altı edilen bu kronik sorun, yasal zemine kavuşmuştur. Hatta yeni Türkiye'nin yeni toplum sözleşmesinin ana omurgasını oluşturmaya başlamış; çözüm iradesi, anayasal meşruiyet kazanmıştır.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun son dönemde yapmış olduğu açıklamalar da bu anlayışın göstergesidir: "İlk defa yeni Bakanlar Kurulu kararıyla buna yasal zemin kazandırdık. Ne istiyorsunuz? Bu düzenlemeyle çözüm süreciyle ilgili görüşmeler nedeniyle kimse yasal olarak bundan sonra suçlanamaz. Bakanlar Kurulu kararından bir hafta sonra bu (Kobani) olayların çıkarılmasının nedeni ne? Birileri bu çözüm sürecinden rahatsız ediyor. Biliyorlar ki, çözüm süreci gerçekleşirse Türkiye prangalarından kurtulacak."

Türkiye'nin prangalarından kurtulması ve sözü geçer akçe olan bir devlet olmasının yolu, sorunlarını demokratik perspektiften çözmekten geçiyor. Müzakere kültürünü merkeze alan yeni bir perspektife ihtiyacımızı bulunuyor kısacası…

Son bir soru ile bu faslı kapatmak istiyorum: Suriye'nin farklı yerlerinden göçe zorlanan Kürtlerin sorumlusu kimdir? PYD, kendine bağlı olmayan, kendine destek vermeyen Kürtleri neden göçe zorlamıştır? Kürt siyaseti, neden PYD'ye hesap sorma cesaretine sahip değil?