Dolar (USD)
32.60
Euro (EUR)
34.87
Gram Altın
2496.96
BIST 100
9623.32
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Nisan 2022

+18

Bir süredir hukukçu dostlarımızla çeşitli meseleler hakkında konuşuyoruz. Hukuk dünyasında ne oluyor, ne bitiyor? Az çok takip etme imkânımız oluyor. Özellikle üniversitelerde tartışılan konular hakkında son dönemde çeşitli bilgiler edinmiş vaziyetteyiz. Ancak edindiğimiz bu bilgiler pek de hoşunuza gidecek cinsten değil doğrusu. İsterseniz sünnet meselesiyle başlayalım.

Bir grup hukukçu şu an sünnet üzerinde çalışıyor. Sünnetin 18 yaşına kadar yapılmaması, 18 yaşından sonra çocuğun buna kendisinin karar vermesi gerektiği üzerinde çalışıyorlar. İşin daha da vahimi sünnetin anne babanın tasarrufundan çıkarılması. Yani bu zihniyete göre anne-baba aralarında karar alıp çocuklarını sünnet ettiremeyecekler. Çocuk 18 yaşından sonra kendisi karar verecek. Bu fikirler, bilgi kaynaklarıma göre çeşitli bilimsel toplantılarda dile getiriliyor. Henüz yasa teklifi gibi korkunç bir aşamaya gelmiş değil. Ancak yavaş yavaş bu tartışmalarla toplumu hiç de istemediğimiz bir geleceğe hazırlıyorlar.

Bir başka mesele ise aynı cinsten iki bireyin evliliği ve evlat edinmesi. Kimi AB ülkelerinde örneklerine rastladığımız kadınla kadının, erkekle erkeğin evliliği gibi sapkın ve olağandışı ilişkilerin bir hukuki zemine oturtulması isteği. Kimi hukukçular bu türden evlilikleri bir insan hakları meselesi olarak görüyorlar. Aynı hukukçular bu konuda tercihin bireylere bırakılması gerektiğini ifade etmekle kalmıyorlar, hukuk sisteminin de bu tercihlere saygılı hale getirilmesinin elzem olduğunu savunuyorlar. Bu çarpık evliliklerde ise evlat edinmenin önünün açılması gerektiğini ifade ediyorlar. Fiziken aynı cinsten iki bireyin evliliğinden bir çocuk dünyaya gelemeyeceği için özellikle bu teklifi getiriyorlar. Peki böyle bir ortamda büyüyen çocuk nasıl bir halet-i ruhiyeye sahip olur? Onu da siz düşünün...

Bir diğer haber ise hukuk camiasının da üzerinde çokça konuştuğu ancak Türkiye’de normalleşmesi için pek çok kesimin seferber olduğu cinsel eğilimler meselesi. LBGT meselesinin Türkiye’de ne noktaya geldiği herkesin malumu. LBGT hakları olarak yutturulan sapkın cinsel eğilimleri meşrulaştırmak, topluma ve hukuk sistemine şirin göstermek için bazı muhafazakârlar dahi çoktan ayartılmış vaziyette. Artık bu konu Türkiye’de öylesine normalleştirildi ki İslami kesimden bazı figürler bile bunun bir insan hakları meselesi olduğunu söyleyecek kadar şirazeden çıktılar.

Geçenlerde bir öğretmen arkadaşımız MEB’in öğretmenlere verdiği uzaktan eğitime dâhil oluyor. Web üzerinden bu seminerlere katılmak zorunda olan arkadaşımız demokrasi konusu işlenirken semineri veren kişinin şu sözleri karşısında donup kalıyor. “Farklı cinsel eğilimlere saygı,örneğin LGBT haklarının korunması demokrasinin temel şartıdır!” Bu fikirler MEB’in eğitim programında seminer veren bir yetkilinin ağzından çıkıyor. Peki MEB’in ve yetkililerinin bundan haberi var mı? Bilemiyorum doğrusu. Ancak bir günahları varsa bu seminerlerde konuşturdukları kimseleri doğru şekilde seçmemiş olmalarıdır. Ancak devletin resmi kurumlarında durum buysa sokakta olan biten hakkında ne diyebiliriz?

Bunlardan başka Yargıtay içtihatlarında zina etmiş kadına (eşe) nafaka bağlanması, evinden uzaklaştırma cezası verilen erkeğin eşinin gayrı-meşru ilişkisine uzaktan seyirci pozisyonuna getirilmesi, eşlerin ihanet gibi ağır kusurlara göz yummak zorunda bırakılması gibi mide bulandıracak durumlarla da karşı karşıyayız. Yani aileyi yerin dibine batırmak ve aile müessesesini parçalamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Tabi bütün bunlar böyle bir günde olup biten şeyler değil. İşin bu noktaya gelebilmesi için toplumu zehirleyen bu karar ve uygulamalar üzerinde hukukçular bir süre konuşup tartışıyorlar. Aradan belli bir süre geçtikten sonra yukarıda saydığımız sapkınlıklar yasal zeminde meşru hale getiriliyor. Mesela bir bakmışsınız, bir gün zina suç olmaktan çıkarılmış! Yarın neler yasalaşır hukuk nezdinde,neler nelermeşru hele getirilir bilinmez.

İşin kötü tarafı bütün bu olup bitenler böyle bir dönemde cereyan ediyor. Siyasetçiler sessiz, ilim adamları sessiz, bilim adamları sessiz, hocaefendiler sessiz, gazeteciler-yazarlar sessiz. Herşey gözümüzün önünde oluyor ama hiçbir şey olmuyormuş gibi yapmaya devam ediyoruz. Aile ve toplum elden gidiyor beyler, uyanın artık! Türkiye’de “ruh, kültür, aile ve inanç temelleri tartışmaya açık bir grup azınlık” topluma bu sapkınlıkları dayatmaya ve bunları hukuk zemininde meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu adamlar her yerde varlar. Bakanlıklarda, yargıda, üniversitelerde, basın yayında, siyasette, ticarette… Zehir kanımıza yavaş yavaş zerk edildiği için henüz olayın vahametinin farkında değiliz. Ancak bütün bunların ağır sonuçlarını 20 yıl sonra kucağımızda bulacağımız kesin! Şimdiden hazırlık yapmaya başlasanız iyi olur.