Dolar (USD)
32.40
Euro (EUR)
34.72
Gram Altın
2439.86
BIST 100
10082.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Nisan 2023

Türkiye'nin seçim sonrası planı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Temmuz ayında asgari ücrete ara zam yapılacağı açıklaması birçoklarını memnun etse de daha ocak ayında alınan zamların seçime varmadan büyük ölçüde erimeye başladığı açıkça görülüyor.

Enflasyonla anlamlı mücadele edilmediği müddetçe ne zam haberleri ne de 2000 lira altındaki borçları silmek gibi kısmi çözümler biter.

İktidarın ekonomi politikasındaki ana amacı; cari fazlayıkurumsal hâle getirebilmek için Çin’in Avrupa pazarına yaptığı satıştan hatırı sayılır miktarı Türkiye üzerinden satmak...

Bunu yapabilmek adına ihracat kredileri desteği artırılırken ihracat yatırımının dışında kalan alanlara konu olan, bireysel, konut, ticari krediler gibi iç piyasa kredileri sınırlandırılmaya devam ediyor.

Getirilen sınırlama ile enflasyon artışı 'kontrollü' bir noktada tutuluyor.

Aslında bu faiz dengesini hiç bozmadan da yapılabilirdi.

Sadece biraz tasarruf yapılacak ve ihracatçıya teşvik, vergi istisnası ve ucuz kredi sağlanacaktı.

O zaman vatandaş da bu kadar karışık bir düzen içinde kalmaz, iktidar da seçim döneminde seçmenin cebinde eriyen paradan dolayı ne yapacağını bilemez bir duruma düşmemiş olurdu.

Yapılabilecek pek çok şey, uygulanabilecek pek çok politika var.

Bana göre TOGG modeli bunların en başarılılarından biri...

Türkiye’nin sermayedarlarını bir araya getirerek yatırıma teşvik eden bir devlet başkanı olması ülkenin menfaatine olsa da bunun TOGG dışındaki alanlarda yapılmıyor olması ekonomi adına gerçekten büyük bir kayıp...

Yatırımla ilgili bu problemin yanında iktidarın son yıllarda çözemediği bir diğer önemli sorunun da "yeni pazarlar bulma" noktasında girişkenliğinin azaldığını düşünüyorum.

Mal sattığımız ana pazarın Avrupa olması, diğer birçok ülkenin de birinci hedefinin 'Avrupa’ya mal satmak' üzerinden tanımlanması Türkiye’nin diğer pazarlara yeterince önem vermemesi sonucunu doğurdu.

Bence bu konuda da ciddi adımlar atılmalıydı.

Çok yazdım, çok söyledim.

Cumhurbaşkanı, o çok eleştirilen uçaklarla bir dönem yaptığı gibi iş insanlarını ülkelere taşısa ve iş birlikleri için önayak olsa ülkenin ve ekonominin geleceği adına çok büyük işler başarılmış olurdu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dış politika ve küresel dengelere odaklandığı andan itibaren hem iç siyaseti ve devlet işleyişini hem de ekonomi yönetimini büyük ölçüde kurmaylarına devretti.

Fakat bu kurmaylar ne istenen havayı sağladı ne de taş üstüne taş koyma konusunda anlamlı bir başarı elde edebildi.

Şimdi seçim döneminde vatandaş sandığa giderken kimin kazanmasını istediği noktasında bir karar verecek.

21 yıldır yapılanlar takdir edilse de seçmen geçmişe değil geleceğe oy verir.

Yürütmeye talip 4 Cumhurbaşkanı adayı içinden bir tercihte bulunacaksa önce vatandaşın sorunlarını tespit eden sonra da doğru reçeteler yazabilenlerle çalışmayı yeğleyecektir.

Eğer muhalefetteyer alan adaylar bu konuda bir ivme gösterebilirse o zaman vatandaş, umudu öne çıkaran isimlere yönelik tercihte bulunabilir.

Yok, muhalefet hamasi söylemler dışında ayağı yere basan, uygulanabilir projeler ortaya koymazsa o zaman bilinene güven süreci işler ve Erdoğan kazanır.

Kim kazanırsa kazansın, ekonomide yeni bir havanın getirilmesi şart!

Mevcut politikaların birçok zorluk ürettiği görülüyor.

İstenilen amaca ne ölçüde ulaşıldığı da tartışmalı...

O zaman yavaş ve rahatsızlık vermeden, piyasa dengesini de bozmadan orta ve uzun vadeli mali kurallarla kamu harcamalarının planlanması ve para politikalarına da yeni yollar belirlenmesi gerekiyor.

Dünya çok hızlı değişiyor.

Suudi Arabistan’ın İran ile barışmasını sağlayan Çin’in Suudileri şimdi de Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ne alması gerçekten çok büyük bir olay...

Ekonominin ilkelerini değiştirebilecek büyük hadiselerin öncesindeyiz.

Petrolün dolar şartı ile satışına karşı yükselen sesler ve ABD dolarının rezerv para olarak artık yolun sonuna gelmiş olması ihtimalini artırırken bu durum Türkiye'nin yeni fırsatlara hazırlıklı olma gerekliliğini de ortaya çıkarıyor.

Ama bunu 1 trilyon doların altında bir ekonomi ile yapamazsınız.

Bu nedenle mevcut ucuz iş gücü politikası ile devam edilerek dünyanın dönüşümünde Çin’e karşı rekabet yerine Çin ile iş birliği konusu "bir pazarlık kozu" olarak kullanılacaktır.

Çin’in Ankara Büyükelçisi’nin verdiği mesajlar tesadüf değil.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da yılbaşında “Çin ile aramız iyi değil!” açıklaması eli açıktan oynama ve gelecekteki pazarlık gücü için bir hazırlanmaydı.

Türkiye'nin Rusya ile yakın ilişkilerinin devam ettirilecek olmasının arkasında Putin ve Çin devlet başkanlarının söylediği “100 yıldır görülmeyen değişimler yaşanıyor ve bunu biz yürütüyoruz.” ifadesi yer alıyor.

Eğer bir derin akıl varsa Türkiye’nin kazanan tarafta yer alması noktasında politika üretilmesini talep edecektir.

İttihat ve Terakki'nin aceleyle Almanya saflarında girdiği Birinci Dünya Savaşı için "40 yıldır beklediğim fırsat geldi ama yanlış tarafta savaşa girildi." açıklamasını yapan Abdülhamit'in bu sözlerinden sonra Türkiye yanlış tarafta yer almamaya çalıştı.

İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar beklemesi ve sonunda ABD tarafında savaşa dâhil olması ile Soğuk Savaş döneminde Batı bloğunda yer alması bunun en büyük göstergeleri değil m?

Türkiye şu an Çin ve Rusya ile pazarlık aşamasına hazırlık yapıyor.

Bu süreçte de buna zeval getirecek bir işe girişmezler.

Mevcut hükümet ya da gelecek olanın bu çizgiden uzaklaşması pek olası değil.

Bu nedenle para ve makro politikalarda ortodoks politikalara tam anlamıyla dönüş pek muhtemel görülmüyor.

Bunun yerine maliye politikaları ve ya yeni açılımlar ile farklı bir hava yakalanmaya çalışılabilir.

Seçimden sonraki hükümetin işi mevcut pazarlık durumunu korurken finansal ve parasal düzende Türkiye’nin pozisyonunun kötüleşmesini engellemek olacaktır.

Zor bir süreç olsa da yapılabilir.

Oyun kurucu olmayınca jeopolitik konumunuz üzerinden bu işlere girmek zorunda kalıyorsunuz.

Olması gereken ise içeriyi derleyip toparlayıp ahlâk ve liyakat esaslı çalışkan bir toplum ortaya koymak, argeye dayalı sanayi üretimi ve güvenilir dış politika partneri hâline gelmek olmalı...

Aksi takdirde iki kutup arasında keskin tercihlerde bulunmak zorunda kalırsınız.

Yıllarca Batı'dan yana olan Türkiye, artık doğudan yana tercih yaptı.

Fakat bunu ilan etmedi. Elini açık etmeyerek pazarlık kozunu koruyor.

ABD bunu çok iyi bildiği için Yunanistan üzerinden başlattığı üs yapılanmaları ile baskıyı GKRY ile yaptığı askeri anlaşmayla devam ettiriyor.

Daha fazlası da gelecektir.

Suudi Arabistan’ın ŞİÖ’ne tam üyelik elde etmesinden sonra bambaşka bir hava yakalanabilir ve ABD görece daha saldırgan bir hâle gelebilir.

Kaybeden bir Amerika’nın saldırganlığına maruz kalmak yerine kazanacak bir sistem için ABD’nin çok hızlı tasarruf yapması ve Türkiye ile denklik üzerinden kurulu bir ilişki tesis etmesi gerekir.

Tren kaçmak üzere...

Suudi Arabistan’ın hızlı adımları bölgedeki dengeleri çok hızlı değiştiriyor.

Londra’nın BREXIT’ten duyduğu pişmanlığın artması Ortadoğu’yu da içine alacak yeni bir bölgeselleşme sürecine girilmesi sonucunu getirebilir ve ABD iyice yalnızlaşabilir.

Arapların kasası İngilizler, günün sonunda refahlarını konu alan çıkarlar ile dostlukları arasında tercihle baş başa bırakılırsa sonucun ne olacağını hepimiz biliyoruz.

BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) devletlerinin Güney Afrika zirvesinde konuşacakları ortak para birimi hayata geçebilir. Geçmezse er veya geç doların hâkim konumu YIKILACAKTIR.

Büyük hesaplar ve çıkarlar arasında kalan Türkiye’nin gitti kritik bir seçimde sizce bu tabloyu kaç aday iyi okuyup buna göre hazırlıklar yapıyordur?