0

Yanık bir türkü gibi hepimizin hali, genizler darmadağın bir ömür yaşamışçasına acı ve ağrı faslında. Kıyamet alametleriyle dopdoluymuşuz gibi sanki ve dizlerimize kadar günahlarımızın teriyle yargılanıyormuşuz gibi bir halsizlik henüz bu dünyadayken yaşadığımız...

Neden her şey nedensizmiş gibi nedenler tufanında. Neden kız çocukları istedikleri renkli tişörtleri giyemez ve külkedisi hikayesini dinleyemez ki… Daha dün söyledi bir arkadaşım komşunun 13 yaşındaki kızı ödevini internetten çıkarmak için bize geldiğinde bu soğuk havada ceketini giymemesi üzerine sordum ''nerde montun Azra'', ''abi daha babam bana almamış, ama alacak'' ( oyy kurban olsunlar sana Azra ), ( size de yazıklar olsun ki ömür boyu Azra'ya ağlayamıyorsanız ey gözlerim, ey göz beklerim…) babası da günde 30 lirayla amele işte, babası kira mı ödesin yoksa Azra'ya mont mu alsın yoksa cicili biçili tişörtler mi? Ah ah… Şimdi gel de Azra için bir ömür ağlama, gel de yüreğini ebedi mahpus eyleme bir tek Azra'nın dramına…

Nerden başlamalı ve nerden bitirmeli ki hep aynı fasıl, hep aynı tefsir. Kan coğrafyalıyız işte kan. Kan üreten ve kan tüketen o memleketin evladıyız işte. Merhamet tebliğ edenlere ahlak tebellüğ edememenin acısının ve günahının bedelini mi ödüyoruz ne… Arabesk tufanların zehir yüklü dumanını zerk ettikleri o zehrin panzehri olan aşk ve ahlak erdemine ulaşamamanın cezasındayız…

Ben en çok çocuklara üzülüyorum biliyor musunuz ya da beni anlıyor musunuz, aslında en çok annelere üzülüyorum hayır hayır ben en çok o çaresiz dedelere ve ninelere üzülüyorum aslında babalara, yükü ağır babalara, helal lokma gayretinde olup da çocuğunu kurtlara kurban veren babalara üzülüyorum. Yok yok en çok aşıklara üzülüyorum aslında, bu doğru değil en çok yağmurlara üzülüyor ve yağmurları özlüyorum yangınlar vatanında...

Bu Ortadoğu'nun ve Afrika'nın dünyasını taşımışım kalbimin dehlizlerine ve hikayeler biriktirmişim ''Allah ve şeytan işi'' hikayeler... Hikayeler taşıyor kalbim, azgın dalgalar dağıtıyor bu serveti. Kim demiş insanlar acıyla olgunlaşır diye, acıyla acılaştı an'lar, analar ve anılar…

Acı Görme Hastalığı'yla kronikleşmiş bir hastanın kadavralaşmış biçareliğindeyiz ve lambalar sönük ve aslında kıyas kabul edemiyor bu matem, bu matem meltemi…

Ondan fazla ömür yaşamak istiyor gönül, ilkinde, ikincisinde ve ta dokuzuncusuna kadar acı acı ağlamak, sancı dolu haykırmak istiyor şu eşkıyalaşmış ve kaskatı kesilmiş gönül… Geri kalan ömürlerde ne mi yapmalı… Zikir çekmeli Allah! Allah! Diye… Diye diye geçsin ömür…

Bir okuyucum yazmıştı bana ve ilk defa taşıyorum onun bu serzenişini: '' Bir kelimecik dahi olsa seni okumak istemiyorum ve nefret ediyorum yazdıklarından ve durmadan ömür dolusu seni okumak istiyorum ve hayranım yazdıklarına'' Ben ancak anlayabiliyorum onu ve hakkıyla hakkını ödüyorum ve anlıyorum bu halı… Anlıyorsunuz değil mi…

Alışmayacağız şu haksız acılara, alışmamalıyız diyoruz, nafile, fıtratımıza mı nakşedilmiş şu acılar diyesim geliyor, Allah'a haksızlık olur…

Nedir nedendir bu hal… Ya ahhh… Ey ah…

Vah vah, en çok şu analara yazık…