0

Yeryüzünde zulümlerin böylesine katmerlenip ayyuka çıktığı bir karanlık çağda yüreklerimiz, zihinlerimiz yanıp tutuşuyorken; kendimizi ve mazlumları teselli için söyleyecek çok fazla sözümüz kalmadı. Kifayetsiz kelimelerse, maalesef katledilen bebeklerin, kadınların, yaşlıların, hayatının baharına eremeyen gençlerin içine hapsolduğu zulüm kilidini açmaktan; hüzün zincirlerini kırmaktan aciz...

Kelimeler, İsrail terör şebekesinin zehirli yılanlar misali istila ettiği Filistin'imizi, işgal ettiği Kudüs'ümüzü özgürleşmekten çok uzak. Maalesef biz hayat sürenler, başaramadık bu mukaddes beldeleri kurtarmayı. Bir zamanlar buraları zalimin elinden söke söke alıp, abad eden Hz. Ömer'i, Selahaddin'i, Yavuz Sultan Selim'i geri getirmeye de yetmiyor sözlerimiz.

Kelimeler, dünyanın tamamını kuşatmış ve masumları sımsıkı sarmalayan ABD ve İsrail ahtapotunun kollarını kesip atamıyor.

Kelimeler, Suriye'de, Mısır'da, Irak'ta, Doğu Türkistan'da, Arakan'da, Keşmir'de, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde akan kanı ve gözyaşını durduramıyor, zalimlere ve müstekbirlere diz çöktüremiyor.

Peki Müslümanlar olarak, kelimelerimizin engelleyemediği bu musibetleri nasıl anlamamız, felaketler karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerekiyor? Öyle ya, bunlar Cenab-ı Hakk'ın kahrının, gazabının tecellisi ise Uhud'da olduğu gibi "Habibine ve O'nun şanlı ashabına niye musibet veriyor? Niye bugün gayri Müslim toplumların çoğu onca sapkınlığına rağmen müreffeh bir haldedir de Müslümanlar fakr-u zaruret içinde?

Öncelikle şunu belirtelim ki, sıkıntı, bela, felaket, musibet dediğimiz şeyler de, bunların mukabili olan refah, bolluk ve nimet de "dünya" ile ilgilidir. Oysa Cenab-ı Hakk'ın müminlere "nimet", müşrik ve kafirlere "azap" vaadi esas itibariyle ahirete aittir. Allah bu dünyada inananlara refah, inanmayanlara da sıkıntı ve eza vereceğini taahhüt etmemiştir. Aksine, Nebevi ifade ile: "Dünya kafire cennet, Müslümana zindandır."

Âl-i İmran Suresi'nin 140. ayetinde buyurulduğu gibi Allah, "O (zafer, galibiyet ve sevinç getiren) günleri insanlar arasında döndürür." Yani bir gün Müslümanları, bir gün kafirleri muzaffer kılar. Bir gün bize, bir başka gün onlara musibet verebilir. Bugün biz seviniriz, yarın başkaları. Sünnetullah / Adetullah böyledir. Bu dünyada Müslümanlara hep nimet, kafirlere de hep sıkıntı verilseydi eğer, iman iradî bir tercih meselesi olmaktan çıkacak, "imtihan"ın anlamı kalmayacaktı. Zorluklarla karşılaşmasaydık, çalışmaktan, sorumluluk ve vazife duygusundan, dolayısıyla "gelişme"den de söz edemeyecektik. Buna, bir şeyin nimet mi azap mı, ceza mı mükafat mı, hayır mı şer mi olduğuna dair hüküm verirken, çoğunlukla görünüşe göre hareket ettiğimizi, dünya hayatını esas aldığımızı ekleyelim ve böyle bir kriterin "mutlak hakikat"e uymadığını hatırlatalım.

Peki, kelimelerin kifayetsiz, cümlelerin aciz kaldığı bu çaresizlik zamanlarında, belaların başımıza elma şekerine hücum eden karıncalar gibi üşüştüğü bu darlık anlarında ne yapacağız? Elbette her zamanki gibi, her şart ve kayıt altında Allah'a ve Rasulüne müracaat edeceğiz. Kur'an'a ve sünnete bakacağız.

Belalara ve sıkıntılara karşı ilk yapacağımız şey sabırla tahammül etmek, bunların birer imtihan olduğunu anlamak ve sonucunda da muhakkak bir hikmet olduğuna inanmak olmalıdır. Nitekim Rabbimiz Kur'an'da şöyle buyuruyor:

"Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür"(Araf, 126)

Yine bir keresinde Rasulullah'a (sav) "İnsanların bela yönünden en şiddetli belaya uğrayanı kimdir?" diye soruldu. O da şöyle cevap verdi: "En şiddetli belaya duçar olanlar peygamberler, sonra fazilet derecesine göre onları takip edenlerdir. Kişi dindarlığı derecesinde belaya duçar olur. Eğer kişi dininde kuvvetli ise onun belası da şiddetli olur. Eğer dini gevşek ise belası da ona göre olur. Bela, kula öyle yapışır ki, günahı kaldığı müddetçe onu bırakmaz."

Bu bela ve musibet günlerinde bir dua var dilimde: Allah cc yeryüzünde ağlayan, kanı dökülen tüm mazlumlara acısın ve en kısa sürede ızdraplarını dindirsin. Amin.

Büyük şair merhum Fuzuli, bir şiirinde şöyle figan etmişti:

Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.

Çektiğim alamı/elemleri bir ben, bir de Allah'ım bilir…

Şimdi O'ndan asırlar sonra yaşayan bendeniz de bu sütundan büyük çaresizlikle ama sabırla şöyle figan ediyor:

Yazsam tesiri yok, yazmasam kalem razı değil!

İKİDOĞU ve İKİBATI'nın Rabbine emanet olun...