SABRİ GÜLTEKİN

'Allah'ın salat ve selamı üzerine olsun' sadaları eşliğinde ve Sensizliğin girdabında perişanız Ya Resûlullah.

Şeytanın askerleri Senin araladığın rahmet perdesini yırtıp atmak istiyorlar; nûrundan, kokundan, öğrettiklerinden bizleri mahrum etmek için.

Ebu Leheb, Ebu Cehil, Haris bin Tulatıla, Huveyris bin Nukazi, Ümmi Sa'd ve Erneb'ler türedi yine; Seni bizden almak için.

Oysa bilmezler mi ki, biz Seni kalbimiz bildik Ya Resûlullah. Seni hiç görmedik amma, Hazreti Sıddık-ı Ebu Bekir gibi hiç şüphesiz Resûllüğüne iman ettik. Ve hicret aleminde yılanlar sokarken bizi, gözlerimizden akan yaşlarla 'Anam-babam Sana feda olsun Ya Resûlullah' dedik.

Hayalini kurduk rüyalarda ve asırlarca uzaklıkta. Bir tebessümüne hasret kaldık, yüreğimizin seraplarında; yaklaştıkça uzaklaşan, uzaklaştıkça yaklaşan ve yakan. Âh yolunu bulup muhabbet menbaından gönlüne bir akabilsek; hep aşkınla oturup, aşkınla kalkabilsek Ya Habibullah.

İçimize bir kor düştü de, yine Seni pervasızca incitenleri hatırladık. Hatırladıkça da 'babasının annesi' dediğin Fatımatü'z-Zehra gibi hüngür hüngür ağlamaktan kendimizi alamadık Ya Resûlullah.

Amcan Ebu Talib ölünce himayesiz kaldın diye pervasızca saldırıyorlardı müşrikler. Nasipsizler bilmiyorlar mıydı; Seni himaye edeni, Seni alemlere rahmet kılanı. Başına pislik saçıyorlardı, başları başına feda olasıca başlar. Nasıl da zevk alıyorlardı, yaptıkları çirkinliklerden.

Ve Sen, 'Amcam ne çabuk hissettirdin yokluğunu' diyerek 'hüzün' gözyaşlarını dökmeye başlayınca, Mekke sokaklarından Sana doğru koşarak gelen 'velilerin anası' Fatımatü'z-Zehra'yı görüyordun. Yüzünü, gözünü siliyordu biricik kızın, gözyaşları arasında. O'na, 'Ağlama kızım...' deyişini tekrar tekrar hatırlıyor, 'Canımız, anamız-babamız Sana feda olsun' diyoruz Ya Resûlullah.

Kalbimiz bir tutsak güvercin gibi titriyor kafesinde. Her kanat çırpışımızda; bulutlar yağmura, katreler ummana, tutkular mecnunluğa, zindanlar aydınlığa dönüşüyor Sende. Kölelik ruhundan arındırıp, nûrunun şûlesinde özgürlüğe pervazlandır bizleri Ya Habibullah.

Torunun Hz. Hüseyin dünyaya geldiğinde, kızının yanına gidip; 'Hüseyinimi bana getir' demiştin. Ve o kucağına verildiğinde, sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okuduktan sonra ağlamaya başlamıştın. Neden ağladığın sorulduğunda ise, 'Cebrail(as) yanıma gelerek Hz. Hüseyin(ra)'in ümmetim tarafından öldürüleceğini haber verdi...' buyurmuştun. Seni ağlatan, Hz. Hüseyin'i şehit eden Yezidler şimdi İslam beldelerinde oluk oluk ümmetinin kanını akıtıyor Ya Resûlullah.

Hicap perdesi parçalandı, mazlumlar üryan düştü. Güller sarardı birer birer, bülbüle hüsran düştü. Kırıldı adaletin kalemi, hakime zindan düştü. Sensizlik ikliminde bozulan dengeye ziyan düştü Ya Resûlullah.

'Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke Peygamberi görseydik de ne malımız, ne evladımız olsaydı diyecekler' diye işaret ettiğin ümmetin, Seni görüyormuşcasına Hz. Hatice, Hz. Sıddık-ı Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Bilal gibi Sana iman etti Ya Resûlullah.

Biat ettik, itaat ettik, kapına diz çöktük; 'Canımız, anamız-babamız Sana feda olsun Ya Resûlullah.'

Çağlayan olsak, Sana, hep Sana aksak. Çöl sıcağında ayağına tûrab olsak. Bir yetim çocuk gibi başımızı okşadığında, muhabbet ateşinde doya doya yansak. Ve bütün üzüntüleri unutup hüngür hüngür ağlasak. Ta ki, 'ümmetime bütün perdeleri kaldırdım' muştunla biz de, 'Canımız, anamız-babamız Sana feda olsun' diye bir kez daha haykırsak Ya Resûlullah...

***

HAMİŞ: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed(sav)'in ilk hanımı Hz. Hatice(ra) 19 Nisan 620'de Hakkın rahmetine kavuşarak, Mekke'deki Cennetü'l-Mualla'ya defnedilmiştir. Bir taraftan Peygamber Efendimizin 'Kutlu Doğum'uyla coşarken, diğer taraftan ise efendimizin en zor günlerinde, en büyük destekçisi olan ve hakkında 'Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı Hatice'dir' (Müslim, Sahih, VII, 336) buyurduğu annemizi de rahmetle yad ediyoruz.

///

'Kasem olsun ki, içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir lütûfta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.'

(Âl-i İmran, 164)

////

BİR GECE

Ondört asır evvel, yine bir böyle geceydi,

Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!

Lakin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;

Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!

Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî'î:

Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;

Bir kere de, ma'mure-i dünya, o zamanlar,

Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

Fevza bütün afakını sarmıştı zemînin

Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.

Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!

Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma'sum,

Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!

Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;

Zulmün ki, zeval akılına gelmezdi, geberdi!

Âlemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübîni,

Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.

Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;

Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.

Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...

Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

MEHMED ÂKİF ERSOY

***

LÜGATÇE:

Fevza: Kargaşalık. Afak: Kainat ve içindeki hadiselere aid. Nefsin haricindeki aleme dair. Nefha: Güzel koku. Zeval: Yok olma, yok edilme. Mübin: İyiyi ve kötüyü ayıran. Şehbal: Kuş kanadının en uzun tüyü. Medyun: Borçlu. Beşeriyyet: İnsanlık. İkrar: Saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme.

Muhabir: Yunus Akseki