Tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu 86 yaşında hayatını kaybetti. Acıbadem Altunizade Hastanesi'nde bir süredir tedavi gören Mısıroğlu, akşam saatlerinde yaşamını yitirdi.

Vefat eden ünlü tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu'nun cenazesi ikindi namazının ardından toprağa verilecek.

Hastanede açıklama yapan Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı Genel Sekreteri Ali İhsan Bahadır, "Üstadımız bir saat önce çoklu organ yetmezliğinden Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi ikindi namazına müteakip Çamlıca Camisi'nde kılınacaktır. Sevenlerine ve dostlarımıza duyurulur. İkindi namazına sevenlerini bekliyoruz. Vakfımızın Üsküdar'daki Nasuh Mehmet Efendi Camisi'nin haziresine defnedilecek" dedi.

Bu arada, Mısıroğlu'nun vefat haberini alan yakınları ve dostları hastaneye gelmeye başladı.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'DAN BAŞSAĞLIĞI MESAJI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Twitter hesabından paylaştığı mesajında, "Ülkemizin önemli tarihçi yazarlarından biri olan Kadir Mısıroğlu'nun vefatını teessürle öğrendim. Sayın Mısıroğlu'na Allah'tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Mekanı cennet olsun." ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısıroğlu'nu tedavi gördüğü hastanede ziyaret etmişti.

Kadir Mısıroğlu Kimdir?

1933 yılı Ramazan-ı Şerifi'nin yirmiyedisinde yani "Kadir Gecesi" seher vakti Dünya'ya gelmişim. O saat mahallemizin Camii Şerifinde adet üzere "Seher Mukabelesi" okunuyormuş. Bu mukalebeyi takib etmekte olan babamın kulağına o anda müjdeyi fısıldamışlar ki, tam "Sûre-i Kadir"okunuyormuş. Bu sebeple ismimin "Kadir" olarak konulmasını gönlünden geçirmiş.

Doğduğum ev Akçaabat'ın Dürbinar (1) Mahallesi'nin "Dere Mahallesi" denilmekle maruf semtinde iki katlı, ahşap kağgir karışığı bir evdi. Hala ayakta olan bu ev ailenin köyden şehre indiğinde yerleşmiş olduğu ilk evdir. (2)

İsmimin Kadir olarak konulmasına babaannem itiraz etmiş ve Dedemin adını bana vermekte direnmiş, Dedemin adı aslında Kazım'mış. Fakat güzellik ve yakışıklılığından kinaye "Paşa, Paşa…" diye sevilirken Kazım unutulup Paşa umûmileşmiş.

Bundan dolayı babaannemi de tatmin maksadıyla bana "Kadir Paşa" adını vermişler. Lakin babam bu ismi nüfusa Paşa'sız olarak kaydettir miş. Esasen bir yıl sonra da çıkarılan bir kanunla paşa sözü diğer bir çok elkabla birlikte yasaklanmıştır. Buna rağmen, mahallede hep "Kadir Paşa" olarak anılagelmişimdir.Dedemin mezarı Dürbinar mahallesindeki aile kabristanı-mızdadır. 1975 yılında vefat eden babam 1991 sonlarında vefat eden validem ve diğer akrabalarımız da orada yatmaktadır. (3)

Validem Sariye Hanım da ebaecdad Akçaabatlı olup kazanın en eski ve maruf ailesi"Hacısalihoğulları"ndandır. (4)

Validemin anlattığına göre hiç ana sütü emmediğimden, çocukken gayet cılızmışım. Hatta bu sebeble dört yaşına kadar yürüyememişim. Bir gün kapıya gelen dilenci kılıklı biri Valideme:

" – Bu çocuk neden hep oturuyor?"diye sormuş. validem de cılızlıktan yürüyemediğimi izah edince adam:

" – Siz buna bir kurban kesiniz, kurbanın kanıyla kendisini belden aşağıya yıkayınız, kan vücûdunda üç gün kalsın. Üç gün sonra normal su ile yıkayıp kanları temizleyiniz. Allah (c.c.)'ın izniyle yürür!.." demiş.

Validem kendisine bi, ikram için odaya girip çıktığında kapıdaki bu zatın kaybolduğunu görmüş. Bu işte bir fevkaladelik olduğunu düşünerek o gün adamın dediğini yapmış ve böylece yürümüşüm.

Cılızlığım sebebiyle yedi yaşıma bastığımda mektebe gönderilmedim. Bu husustaki yalvarmalarım fayda vermedi. Bir yıl sonra yani, sekiz yaşında Akçaabat Merkez İlk Mektebi 'ne başladım. İslam aleyhtarlığının en şiddetli bir sûrette yürütüldüğü zamandı. Mektebe başlamadan önce Kur'an Hocası'na gitmiştim. Hocanın defaatle Jandarmalar tarafından basılması yüzünden, ancak bir hatim indirebildim.

İlk tahsilimi tamamıyla bu Merkez İlk Mektebi 'nde bitirdim. O sene kazamızda bir ortamektep yapılmasına başlanmış fakat bitirilmemişti. Babamsa beni okutmak istemiyordu. Bu sebeble devre arkadaşlarımdan bazıları orta mektep tahsili için Trabzon'a gittikleri halde, babam beni bir terzi yanına çırak olarak verdi. Fakat benim böyle bir işle vakit geçirmeye hiç de niyetim yoktu. Bu bakımdan sık sık terzi dükkanından kaçıyordum. O sıralarda başta Hz. Ali cenkleriyle ilgili kitaplar olmak üzere, ne bulursam okuyordum. O derece ki, her an elimde kitap bulunduğundan söylenen söz kulağıma girmez, bana havale edilen işleri yanlış yapardım. Bir gün böyle bir halime kızan validem biriktire-bilğidim bütün kitapları avluya dökerek yakmıştır. Bu kadar anormal okuma hevesimin sonunda şuurumun bozulacağından korkuyorlardı.

Ertesi yıl ortamektep ikmal edildi. Talebeler kaydolmaya başladılar. Babam beni okutmamak için hala direniyordu.

" – Bir tek oğlum var, okuyup da memur olur giderse ocağım söner" diyordu. Lakin sağın, solun zorlaması, hocalarımın baskısı neticesinde O'nun mukavemetini kırabildik. Böylece yirmibir numara ile Akçaabat Orta Mektebi'ne en son kaydolan bir talebe olabildim.

O yıl (1947) Büyük Doğu ile tanıştım. İlk mektepten itibaren parlak bir talebeydim. Hocalarım beni el üstünde tutarlardı. Hariçten ne bulabildimse okumam sebebiyle daima sınıf arkadaşlarımın üstünde bir seviyem vardı. Büyük Doğu, CHP, M. Kemal Paşa ve inkılaplara bakış açımın teşekkül etmesinde mühim bir merhale oldu. Esasen öteden beri evimizin dindar havasında bunlar menfur ilan edilmiş olduklarından bende, bu istikamette bir temayülün ilk nüvesi mevcuttu.

Orta mektep ikinci sınıfda okurken (1948) sınıf arkadaşlarımla vaki bir münakaşa mektep dışından idareye aksettirilmiş ve bundan dolayı bir haftalık "Tard-ı muvakkat" yani geçici uzaklaştırma cezası almıştım. Sebap gayet basitti : Bu münakaşanın mevzuu M. Kemal Paşa'nın şahsiyet ve hareket-leriydi. Bu hususta serdettiğim fikirler, idarece suç telakki edilmiş ve bir hafta mektepten uzaklaştırılmıştım. Eğer fevkalade zeki bir talebe olmasaymışım, beni büsbütün kovacaklarmış. Babam bu ceza işiyle hiç alakadar olmadı. Belki de kovulmadığıma üzülmüştür. Lakin bu sûretle başlayan yakın tarihimizle alakalı bir bakış açısı, zamanla gelişecek, hayat ve mücadelemin hakim çizgisini teşkil edecekti.

Hafta sonları, Trabzon'a gidip gelmeye başladım. Trabzon lisesi'nde ve Trabzon Muallim Mektebi'nde bazı milliyetçi arkadaşlar edindim. Bunlar vasıtasıyla Sebilürreşad ve Serdengeçtimecmualarından haberdar oldum.

O sırada güdümlü demokrasi mücadelesinin hızlanmasıyla dindar insanlar da milliyetçilik adı altında yavaş yavaş fikirlerini izhar etmeye başlamışlardı. Bu sebeple üç-beş sayı çıkıp batan birkaç sayfalık gazete ve dergiler görülüyordu. Bunların her birinden birşey kapmışımdır.

1950 yılında Trabzon Lisesi'ne başladığım zaman, şahsiyet ve fikirlerim ana hatlarıyla tebellür etmiş bulunuyordu. Kendime göre fikrî bir muhitim de vardı. Sık sık anma günleri yapar, MehmedAkif, Kazım Karabekir ve hatta Mareşal Fevzi Çakmak için bile mevlüd okutmaya kadar varan, alakalar içinde davayı terennüm etmeye çalışıyordum ki; bunlardan bazıları mahallî gazetelere de aksetmiştir.

Bu sırada dört küçük milliyetçi teşekkülün birleşmesiyle vücud bulan "Türk Milliyetçiler Derneği"nin Akçaabat Şubesi'ni açtım ve 1953 yılında DP hükümetince basit bir bahane ile kapatılıncaya kadar başkanlığını deruhte ettim. En yakın arkadaşım bilahere 27 Mayıs İhtilali hengammda öldürülen Özdemir Kazancıoğlu idi. O'nunla gece gündüz beraberdik.

Trabzon Lisesi benim için islamî mücadele bakımından dört fırtınalı yıl olarak geçmiştir. O zamanlar liseler dört yıldı. Heyecan ve asabiyetim had safhada olduğundan, nasıl olup da o mektebi bitirebildiğime hala şaşarım.

1953 yılında İstanbul'un Fethi'nin beş yüzüncü yıldönümü dolayısıyla yapılan kompozisyon yarışmasını kazanarak bir güzel dolmakalem mükafat olarak aldım.

Bütün lise hayatım boyunca iki dindar hocayla karşılaşabilmişim. Bunlar coğrafya muallimi merhumİsmail Hakkı Berkmen ile halen hayatta olan Ahmet Saka Bey'lerdi. İdare ve müdürümüz dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir sûrette karşıydı. Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecburiyetinde kalmışımdır. Bu arada binbir güçlükle temin edebildiğimiz namaz odasına asılmış olan bir takvimin kartonundaki M. Kemal Paşa resmini yırtma sebebiyle üç gün "Tard-ı muvakkat" cezasına çarptırılışım zikre değer. Bilahere büyütülen bu hadise yüzünden, mezûniyet ve olgunluk imtihanları arasında tamamen mektepten uzaklaştırılma cezasına çaptırıldım. Ayrıca, güya beni himaye etmiş olmak töhmetiyle o zamanın başmuavini İsmail Hakkı Berkmen ve edebiyat muallimi Kaya Bilgegil (sonradan Profesör) de altı ay vekalet emrinde kalmak sûretiyle iz'ac olunmuşlardır. Ben de müteakip imtihanlar için Giresun'a gittim. O zaman olgunluk imtihanı dört dersten yapılırdı. Sualler Bakanlıktan ge lirdi. Yolda imtihanların birini kaçırmıştım. Diğerlerini Giresun'da vermiştim. Kaçırdığım imtihan için 1954 Ekimi'nde Erzurum'a gittim. Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi'nde vererek nihayet lise mezunu olabildim.

Lakin lise devremdeki mücadeleler tafsilatıyla okunmaya değer mahiyet-tedir. Davamızın o günkü şartlarının anlaşılması bakımından haiz-i ehemmiyet olan bu devreyi, çeşitli yönleriyle anlatan "Geçmiş Günü Elerken I-II" serlev-halı esere bakılabilir.

Artık yüksek tahsil için İstanbul'a gitmem gerekiyordu. Babamın bu husustaki muhalefetini bertaraf etmek kolay olmadı. O sırada mahallemizde bir kız delirmişti. Okuma arzusuna set çekildiği için delirdiği şaiası babamı biraz yumuşatır gibi oldu. Lakin para vermeyerek Akçaabat'tan ayrılmamı önlemeye çalışıyordu. Zavallı anacağım aynı zamanda terzilik eder, şuna buna dikiş dikerdi. Yediyüz lira para biriktirmiş imiş. Bunu bana verince, son müşkül de hallolmuş oldu.

Üç günlük bir vapur yolculuğundan sonra 6 Ekim 1954′te İstanbul'a ayak bastım. Her taraf bayraklarla donatılmıştı. İstanbul'un düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü imiş. Boğazı hayranlıkla seyrederek Galata'da karaya ayak bastım. Bir müddet Edirnekapı'daki eniştemin yanında, bir müddet de Fatih Sarıgüzel'deki babamın teyzesi yanında kaldım. Hukuk Fakültesi'ne kaydımı yaptırarak bilahere Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti'nin Soğanağa semtindeki yurduna yerleştim.

Fakülte hayatım lisedekinin birkaç katı daha hareketli ve mücadeleli geçti. Bunun bir kısım tafsilatını da yine "Geçmiş Günü Elerken" adlı eserimde bulabilirsiniz. Ehemmiyetli olanı bir taraftan çalışarak, diğer taraftan da okumak sûretiyle fakülteyi yürütmüş olmam ve dava için uğraşmaktan bir an bile geri durmamamdı. Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti'nin yurdundaki ikametim bir yıl sonra o cemiyetin başkanlığını yapmamı ve bu başkanlıkta yurtçuluk mes'elesini öğrenmemi intaç eylemiştir. Üniversite talebeliğim esnasında yedi talebe yurdu açıp çalıştırmışımdır ki bunların en meşhurları "Vefa", "Seyhan", "Karadeniz" ve "Yıldız" Talebe Yurdlarıdır. Dava yönünden genç insanlarla meşgul olmak için en müsaid müessesenin yurd olduğunu ilk keşfeden benim, desem herhalde yanlış olmaz, o derecede ki mahud dönme Ahmed Emin Yalman o tarihlerde vatan gazetesinde bu faaliyetimden dolayı aleyhime bir baş yazı yazmıştır.

1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendim. Sırasıyla Abdullah Sünusi (1963) Fatıma Mehlika(1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğumuz oldu.

Fakülte yıllarından itibaren neşriyat ve konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylettim. Yakın tarihimiz üzerindeki araştır-malar daha çok alakamı celbediyordu. Vasıl olduğum kanaatleri, izhar ve ifadenin kanûnî güçlüklerine rağmen yazıp söylemekten geri kalmadım. Daha önceleri çeşitli mecmua ve gazetelerde çoğu müstear adlarla yazılar yayın-lamıştım. Öz adımla matbuat aleminde ilk görünüşüm 1948 yılındadır. Bu çocuksu bir şiirdir veYeni Polathane Gazete'sinde yayınlanmıştır. Polathane, Akçaabat'ın eski adıdır. Fakülte yıllarımda merhum İlhan Darendelioğlu'nun çıkarmakta olduğu Toprak Dergisine de Mehmed Meriçgiller nam-ı müsteari ile birkaç yazı yazmıştım.

İlk eserim Lozan Zafer mi, Hezimet mi ? adlı araştırmanın birinci cildidir. İlk tabı 1964 yılında yapılmıştır. Aynı yıl "SEBİL YAYINEVİ"ni kurmuştum. Bu eser yayınevinin ilk kitabı oldu. 1970 yılındaki genişletilmiş ikinci tabı 5816 sayılı "Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun"na istinaden toplattırılmış, hakkımızda dava açılmış ve bu dava 1974 umûmî affı ile bir karara iktiran etmeksizin düşmüştür.

1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliği'nde "Harf İnkılabı" ile alakalı bir konferansım dava mevzuu yapılarak hakkımda Eski-şehir Örfî İdare Askerî Mahkemesi'nce yedi sene hapis beş sene amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verilmiştir. Hem kanunî ikamet-gahım ve hem de konferansın verildiği yer İstanbul olduğu halde, Eskişehir'in bir selahiyet tecavüzü ile bu davaya bakmasındaki garabet ve hukukun de-faatle nasıl çiğnenmiş olduğunu göstermek için ciltler dolusu yazmak gerekir. Şahidlerin hapsedilmesinden tutunuz da, askerî şahısların kendi fiilleri ha-kkında şahid olarak dinlenmelerine ve hatta önce beraat olarak yazılmış olan kararın kumandan İrfanÖzaydınlı'nın baskısıyla yırtılıp yedi sene hapse tahvil edilmesine kadar nice nice kanunsuzlukların sergilendiği bu macerayı – inşallah – müstakil bir eser halinde kaleme alacağım.

Hükmedilen cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezaevi'nde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi, veBakırköy Akıl Hastahanesi Adlî Servis merhale-lerinde geçtikten sonra Cerrahpaşa Hastahanesi Psikiyatri Kliniği'nden 1974 Yılı Mayısında çıkarılan umûmî afla nihayete ermiştir. Lakin bu benim ilk hapse-dilişim değildir. Merhum Necip Fazıl Bey'le yakınlığım dolayısıyla resmî bir sürü istintak geçirmiş ve nihayet 27 Mayıs 1960 İhtilali'nden sonra hapsin hem de "Kızgın Askerler"kontrolündeki en şiddetli nev'ini tatmıştım. Aziz Nesin'le Nadir NadiÇekirce Kaplıcaları'ndan alınıp İstanbul'a getirilmem, İstanbul Harbiye Binasındaki hücrelerden birine hapsedilmem, bilahere Balmumcu Askerî Kışlası'ndan tahliye edilmemle ilgili tafsilat da müstakilen yazılmaya değer mahiyettedir. arasındaki bir kalem münakaşasından başlayıp garip şekiller geçir-dikten sonra benim Bursa'da

1964 yılında "Sebil Yayınevi"ni kurup kendimi tamamen neşriyata verdim. 1970 yılında Harf İnkılabı ile ilgili mezkûr konferansım yüzünden, maruz kaldığım hapsedilme macerasından sonra yine aynı işe devam ettim ve 1976 yılı başından itibaren haftalık olarak Sebil Dergisi'ni çıkarmaya başladım. Bu dergideki yazılarımdan dolayı kısa bir müddet sonra hakkımda M. Kemal Paşa ile ilgili mahud kanun ve 163. maddeye istinaden sayısız dava açılması üzerine yeniden hapse girmeyi bertaraf etmek ümidiyle 1977 umûmî seçimlerinde MSP'den Trabzon mebus namzedi oldum. Listede ikinci sıraya konulmam sebebiyle kazanamadım. Ertesi yıl aynı partiden İstanbul senato namzedi oldum. Yine ikinci sıraya konulmuş olduğum için kazanamadım.

1978 yılında MSP Merkez Umûmî Heyeti'ne (Genel idare Kurulu) seçildim. Bu vazifedeyken 12 Eylül 1980 İhtilali oldu ve 13 Ekim 1980 tarihinde bütün merkez Umûmî Heyeti hakkında tevkif kararı verildi. Bunun üzerine hakkımda daha evvel açılmış olan davaların, MSP davasıyla birleşmesinden doğacak psikolojik ağırlıktan kurtulmak isteyen bazı arkadaşlarımızın ısrarı sebebiyle yurtdışına çıktım, Almanya'da ikamet hakkım olduğundan Frankfurt'a yerleştim.

Böylece vatan-ı azizimden ayrıldığım zaman, arkada otuzdan fazla ağır cezalık dava bırakmış durumdaydım. Bilahere çoluk çocuğumu yanıma getirttim. Almanların benden gayrısına oturma müsadesi vermemesi üzerine, hep birlikte İngiltere'ye geçtik.

Gurbete hazır değildim. Malî imkanlarım mahduddu. Bu sebeble gayet sıkıntılı bir gurbet çilesi içinde boğuşurken 1983 yılı başlarında gazete, radyo ve televizyon anonslarıyla yurda dönmeye davet olundum. Davete icabet etmediğimden bilahere Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı'ndan tard edildim. Bu sebeble İngiltereden siyasî iltica hakkı istedim. Bunun için 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararın yayınlandığı Resmî Gazete'yi göstermem kafî geldi. Daha sonra ecdaddan kalma gayri menkullerim hazinece haraç – mezat sattırıldı. Bu yetmiyormuş gibi 1984 yılında da kitap depomuz yaktırılarak iktisaden çökertilmem için elden geleni yaptılar.

Çoluk çocuğumla Londra'da oturmaktayken geçimimi sağlayacak bir iş kuramadığımdan bir buçuk yıl sonra iş ve geçim mecburiyeti beni tekrar Almanya'ya dönmeye zorladı. Böylece "Gurbet İçinde Gurbet"denilebilecek bir çile çemberi içinde günlerimi geçirmek kaderimin garip bir cilvesi olmuştur.

1991 Yılında çıkarılan Terör Kanunu" ile TCK.ndan mahud 163.madde çıkarılınca aziz vatana avdet edebildim.

Araştırmaları

Lozan Zafer Mi, Hezimet Mi? C. I (1965)

Lozan Zafer Mi, Hezimet Mi? C. II (1974)

Lozan Zafer Mi, Hezimet Mi? C. III (1977)

Macar İhtilali ( 1966 )

Yunan Mezalimi ( Türk' ün Siyah Kitabı ) ( 1967 )

Kurtuluş Savaşı'nda Sarıklı Mücahidler ( 1967 )

Amerika'da Zenci Müslümanlık Hareketi ( 1967 )

Moskof Mezalimi C. I ( 1970 )

Moskof Mezalimi C. II ( 1970 )

Musul Mes'elesi ve Irak Türkleri ( 1972 )

Osmanoğulları'nın Dramı ( 1974 )

Ali Şükrü Bey ( 1978 )

Bir Mazlum Padişah / Sultan Vahideddin ( 2005 )

Bir Mazlum Padişah / Sultan Abdülaziz ( 2006 )

Bir Mazlum Padişah / Sultan II. Abdülhamid ( 2007 )

Romanları

Kanlı Düğün (1972)

Uzunca Sevindik (1973)

Kırık Kılıç (1973)

Kavuklu İhtilalci (2005)

Düzmece Mustafa (2005)

Cem Sultan'ın Papağanı (2006)

Zağanos Paşa (2006)

Veli Bayezid'in Bedduası (2008)

Malkoçoğlu Kardeşler (2008)

Makbul ve Maktul İbrahim Paşa (2008)

Barbaros Hayreddin Paşa (2009)

Sokollu Mehmed Paşa (2009)

Mimar Koca Sinan (2011)

Zorakî Âsî (Şehzade Bayezid) (2012)

Pîrî Reis (2012)

Muhabir: Yazar Silinmiş