Tefekkür kelime anlamı olarak düşünmek demektir. Peki Tefekkür nedir? Nasıl yapılır? Tefekkür insana mahsus bir özelliktir. İşte Tefekkür ile ilgili merak ettikleriniz ve cevapları...

TEFEKKÜR NEDİR?

Hayret; kulun bilmediği yahut aklının kavrayamadığı ilahî sır ve hikmetler karşısında şaşırıp kalması, manen istiğrak haline bürünmesidir. Selîm bir kalp ve akılla tefekkür eden bir müʼmin için, kainatta sergilenen ilahî kudret tecellîlerinin hangisi hayrete şayan değildir ki?

İbret nazarıyla baktığımızda; insanın yaratılış safhaları, vücudumuzdaki muhteşem sistemler; çevremizdeki bitkiler, hayvanlar, yeryüzü, gökyüzü, atmosfer, bunlarla temin edilen, son derece hassas ekolojik denge vs… Gözle görülemeyen atomun çekirdeğindeki nötron, proton, bunların mihveri olan elektron ve onun müthiş deveranı; fezadaki Güneş, Ay, galaksiler, trilyonlarca yıldızın idrak sınırlarımızı zorlayan ve aşan mesafeleri, hacimleri, sirkülasyonları…

Velhasıl mikrodan, makroya bütün bir kainat, onları yoktan var eden Yüce Halıkʼımızın sonsuz sır, hikmet, ilim, kudret ve azametini haykıran eserler, deliller, yani fiilî ayetler durumunda…

Bir düşünecek olursak:

HAYVANLARI TEFEKKÜR

Mesela, üzerinde yaşadığımız şu koskoca Dünya, kainat içinde adeta çöldeki bir kum tanesi veya deryada bir damla gibi kalıyor. Bizler de o damlanın içindeki zerrelerin de zerresiyiz. Müteal, yani idrak ötesi mükemmellik sahibi olan Rabbimizʼin melekûtu, kudreti, sanat ve saltanatı ne kadar da muazzam! Sübhanallah!..

Bir filin içine milyonlarca karınca konulsa yine de dolmaz. Lakin filin hayatiyetini temin eden organlar, bir karıncanın, hatta ondan daha küçük canlıların içinde de var.

BİTKİLERİ TEFEKKÜR

Basit birer ot gibi gözüken çeşitli bitkilerin topraktan bulup çıkardığı muhtelif renkler, kokular, tatlar ve değişik şekillerdeki yapraklar, hiçbir kimyagerin bir eşini yapmaya muktedir olamadığı, ne harika şeyler!.. Bütün bunlar, Cenab-ı Hakkʼın "el-Barî, el-Musavvir" sıfatlarının ayrı ayrı tecellîleri…

RIZKIMIZI TEFEKKÜR

Yine hayrete şayandır ki, Dünya ve içindeki canlılar yaratıldığından beri, hiçbir canlının rızkı ihmal edilmeden, sayısız ilahî sofralar kuruldu, halen de kuruluyor. Bir düşünecek olursak; Dünyaʼnın dörtte üçü su ile kaplıdır. Dörtte birinin büyük bir kısmı da bitki yetişmesine elverişli olmayan kayalık veya çöllerden oluşmaktadır. Geriye kalan çok az bir kısmı topraktır.

Fakat Cenab-ı Hak ne yüce bir kudret sahibidir ki, bu sınırlı toprağı sonsuz bir istihale ile, yani sürekli bir değişim ve dönüşümle, bütün canlıları doyuracak gıdaların kaynağı kılmaktadır. Üstelik her mahlûkata da ayrı ayrı sofralar kurulmaktadır. Zira bir canlının yiyebildiklerini, bir başka canlı yiyemez. Tavuğun gıdası ayrı, koyunun gıdası ayrı, insanın gıdası ayrıdır…

SUYU TEFEKKÜR

Yine Cenab-ı Hakkʼın hayat vesîlesi kıldığı "su" da çok büyük hikmetler taşımaktadır. İçtiğimiz suya bakıp tefekkür etmeliyiz ki Cenab-ı Hak;

"Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretmeniz gerekmez mi?" (el-Vakıa, 70) buyuruyor.

Diğer bir ayet-i kerîmede ise:

"De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?" (el-Mülk, 30) buyuruyor. Hakîkaten, öyle bir durumda ne yapabilirdik?!.

Yine bir bardak suyun macerası, yani yaratıldığı andan bugüne kadar yeryüzü ile gökyüzü arasındaki gidiş-gelişi, içinden geçtiği canlı-cansız varlıklar, gezip dolaştığı coğrafyalar yazılacak olsa, kitaplara sığmazdı.

KÂİNÂTI TEFEKKÜR

Öte yandan, son teknolojiyle îmal edilmiş bir araba bile, bir müddet sonra arıza yapıyor, eskiyor, neticede harab olup hurdaya gidiyor. Dünyaʼyı ısıtıp aydınlatan Güneş ise, belki de milyarlarca yıldır çalışıyor, fakat en ufak bir arıza yok. Semadaki ilahî takvim ve program, saniye şaşmadan, emrolunduğu şekilde işlemeye devam ediyor.

Rabbimiz bu hususa da dikkatlerimizi çekerek şöyle buyuruyor:

"O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allahʼın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin halde sana dönecektir."(el-Mülk, 3-4)

Velhasıl, bu kainatı ibret nazarıyla seyre çıkan gözler, hayretle geri dönerler. Nitekim, kainatta sergilenen ilahî sanat eserlerini ibretle temaşa eden 19. asrın büyük şairlerinden Ziya Paşa da hissiyatını şu şekilde şiire dökmüştür:

Sübhane men tehayyera fî sun'ihi'l-ukûl

Sübhane men bi-kudratihî ya'cizu'l-fuhûl

"Sanatı karşısında akılların hayrete düştüğü, kudretiyle en üstün alimleri bile aciz bırakan Allah Teala'yı tesbîh ederim."

Diğer bir beytinde de:

İdrak-i mealî bu küçük akla gerekmez,

Zîra bu terazî bu kadar sıkleti çekmez.

diyerek ilahî kudretin azameti karşısında beşerin acizliğini dile getirmiştir.

TEFEKKÜR SONRASI RABBİMİZİ MEDH Ü SENÂ

Bizler de, akılları aciz bırakan ilahî sanat harikaları karşısında Rabbimizʼin rahmetine sığınarak;

"‒Aman ya Rabbi! Sen ne yücesin! Senʼi her türlü noksanlıktan tenzîh ederiz. Bizler Senʼi layıkıyla medh ü sena etmekten ve Senʼin azametine yaraşır bir kullukta bulunmaktan aciziz! Sana ne kadar hamd ü senada bulunsak azdır. Sen bizim kulluk ve marifetimizdeki noksanlığımızı, hamd ve şükrümüzdeki acizliğimizi bağışla!.." niyazında bulunmalıyız.

Sonra da, zuhûrunun şiddetinden gaib olan Rabbimizʼe hayranlık hissiyatı içinde; tesbih, tahmid, tekbir, tehlil ve tazimde bulunmalıyız. Gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği her şeyde Cenab-ı Hakkʼı hatırlayıp kalp rikkati ve tefekkür derinliği kazanmalıyız.

Böylesine derin bir tefekkür ile kendini her an huzûr-i ilahîde bilme neticesinde kalpte hasıl olan hayret halinin, Muhammed Parisa Hazretleri'ndeki tezahürlerinden biri şöyledir:

Muhammed Parisa Hazretleri, yatsı namazından sonra mescidin avlusunda asasını göğsüne dayayıp bir miktar dururlar, yakınlarıyla ayaküstü kısa bir sohbetten sonra kendinden geçip öylece kalırlardı. Çok defa vakî olan bu hal, o kadar uzun sürerdi ki, müezzin sabah ezanını okurken tekrar hareket eder ve sabah namazını kılmak için yine mescide girerlerdi.[6]

Âdeta maddî alemden sıyrılarak zaman ve mekanı unuturcasına yaşanan bu hayret ve gaybet hali, ilahî hikmet ve hakîkatlerin hayranlığı içinde, gönlün cezbolmasının bir neticesidir.

GÜZELLİKLERİN ASIL SAHİBİNİ TEFEKKÜR

Hazret-i Yusuf –aleyhisselam-ʼın güzelliğine hayran kalarak kendinden geçen Mısırlı kadınların ellerinin kesildiğini hissetmeyecek duruma gelmeleri gibi; ilahî sır, hikmet ve hakîkatlerle mest olup kendinden geçen Hak aşıkları da adeta maddî alemden tecerrüd ederler.

Düşünmek îcab eder ki Yûsuf –aleyhisselam-ʼın cemalini temaşa etmek, insanı bu derece kendinden geçirirse; acaba bütün güzelliklerin mutlak menbaı olan Allah Tealaʼnın, sıfatları, nîmetleri, kudret ve azamet tecellîlerinin tefekküründe derinleşen bir kulun hali nice olur?

TEFEKKÜRÜN NETÎCESİ

Bunu anlamak için peygamberlerin, Hak dostlarının ve kamil müʼminlerin, ibadet ve taatlerindeki huşû haline bakmak kafîdir.

Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimizʼin geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını bildiren Hazret-i Âişe–radıyallahu anha– validemiz, bir defasında da şöyle buyurmuşlardır:

"…Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– gece kalkınca önce dört rekat bir namaz kılardı ki, onların güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra dört rekat daha kılardı ki, onların da güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra üç rekat[7] daha kılardı…" (Buharî, Teheccüd 16, Teravih 1; Müslim, Müsafirîn, 125)

Hazret-i Ali –radıyallahu anh-'ın şu sözü de, Allah Rasûlü'nün ibadetteki aşk, vecd ve istiğrak halinin diğer bir misalini göstermektedir:

"…İyi biliyorum ki, Bedir günü Allah Rasûlü –sallallahu aleyhi ve sellem– hariç hepimiz uyumuştuk. Rasûl-i Ekrem Efendimiz ise sabaha kadar bir ağacın altında namaz kılıp gözyaşı dökmüştü." (Müslim, Sıyam, 204)

Buna benzer daha birçok hadise, sahabe-i kiramın şahitlikleriyle nakledilmektedir.

Demek ki, kalbi tam manasıyla Allahʼa vererek vecd içinde yapılan ibadet ve taatlere doyum olmaz.

Nitekim İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nin torunu olan Şeyh Seyfeddin Hazretleri, bazı geceler iki rekatta hatim indirir ve Rabbiyle o husûsî mülakatta gark olduğu hazzın hiç bitmemesi arzusuyla:

"Allah'ım doyamıyorum, geceler ne kadar da kısa!.." diye iltica ederdi.

Rabbimiz, o velî kullarının, feyz, rûhaniyet, vecd ve istiğrak halinden bizlere de hisseler nasîb eylesin. Hayret ve haşyet tecellîleriyle Yüce Zatʼını zikrederek kalbî rikkat ve teyakkuz halinde yaşamayı, cümlemize lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

Muhabir: Yazar Silinmiş