0

Osmanlının tarih sahnesinden çekilmesinden bu yana işgallerin, istilaların, katliamların, kanın, gözyaşının, sömürünün, savaşların ve yoksulluğun terk etmediği bölgemiz, her geçen gün yeni ve bir öncekini aratan belalara düçar oluyor.

Devlet-i Aliyye'yi de yıkanların ilk hedefi İsrail'i kurmaktı. Bu gayretlerine 1897'de, Theodor Herzl önderliğinde, İsviçre'nin Basel kentinde topladıkları Siyonist Kongre ve kabul ettikleri protokollerle başlayan uluslararası Siyonist güçler, I. Dünya Savaşı'nı sudan bahanelerle çıkararak Osmanlıyı yıktılar ve petrol zengini, jeo-stratejik öneme sahip coğrafyasına hakim oldular.Bir taşla adeta birden fazla kuşvurdular. Hem, kendilerine göre Doğu'nun Orta'sında kaldığı için Ortadoğu dedikleri bölgeyi kontrol edilebilir bir istikrarsızlığa esir ettiler, hem tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip oldular hem de asıl hedefleri olan İsrail'i tesis ettiler. Elbette bir devleti, bir müesseseyi kurmak önemlidir, ancak bundan da kritik olan o yapıyı devam ettirmek ve büyütmektir. İsrail'i bir habis ur gibi bölgeye getirip oturtanların bundan sonra en büyük kaygısı, bu yaramaz çocuğun güvenliği ve bekasıdır.Bu söylediğimi teyid eden bir alıntıyı, şimdilerde ABD-İSRAİL ekseninin neo-con kliğinin parasız/paralı avukatı Cengiz Çandar'ın, Ortadoğu Çıkmazıisimli kitabından yapıyorum:

"Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organı Kivunim (Yönelimler) dergisi Şubat 1982'deki 14. sayısında 1980'lerde İsrail İçin Strateji başlıklı önemli bir yazı yayınlamıştı. Yazıya imzasını atan İsrail Dışİşleri Bakanlığı'nın eski üst düzey yetkililerinden Oded Yinon, ortaya attığı tezi, 'Ortadoğu'daki bütün ülkelerin çok zayıf durumda bulunduğuna, çünkü bu ülkelerde kurulan devletlerin yapay sınırlar içinde bir arada yaşamak istemeyen etnik ve dini cemaatleri toplayarak kurulduklarına' dayandırıyor. Yazıda İsrail'in bir devlet olarak ayakta kalabilmesi için bu manzaraya uygun biçimde bölge devletlerinin bölünmesi gerekliliği ifade ediliyor. Yazıya göre projede Irak içinde Basra çevresinde güneyde bir Şii bölgesi, kuzeyde Musul çevresinde bir Kürt bölgesi ve ortada Bağdat çevresinde bir sünni bölgesi olarak üçe bölünmesi hedefleniyor." (Cengiz Çandar, Ortadoğu Çıkmazı, sf.37-38)

Bugün Irak'ta, Suriye'de ve Mısır'da yaşananlara, 1982 yılında kaleme alınan bu yazı perspektifinden bakmakta fayda var. Adamlar, 1980'li yılların başında, 2010'lu yıllarda hakikat bulan gelişmeleri öngörmüşler demek safdillik olur. Bu bir kehanet ya da öngörü değil, bu gergef gibi ince ince işlenmişbir planın deşifresi aslında.

ABD'nin Irak'ı, 11 Eylül 2001 New York İkiz Kuleler saldırılarının ardından "Teröre Karşı Savaş"ve "Kitle İmha Silahlarını elinde bulundurma" ithamı ile işgal etmesinden bu yana ülkede bir buçuk milyondan fazla insan öldü; milyonlarca kadın dul; çocuk yetim kaldı, on milyon insan evini barkını kaybetti. Zengin bir petrol ülkesi olan Irak'ın tüm kaynakları savaşmasrafları adı altında batıya taşındı. Tüm bu şenaat ve denaatlerden sonra da ABD, ülke yönetimini İran hakimiyet ve himayesine terk etti. Adeta ikinci bir Şii devleti kuruldu. 10 yılı aşkın süredir, İran güdümündeki iktidarlar, en son olarak da Maliki, ülkeyi mezhep taassubu ile idare ederek ABD ve İngiltere'den kalan kırıntıları da kendi etrafına peşkeşçektiler.

Şiiler, nüfusun önemli bir kısmını oluşturan sünni kesime karşı, bir devr-i sabık psikolojisi ile hareket ederek büyük zulümler yaptılar. Bağdat'ın demografik yapısını değiştirdiler. Binden fazla alimi, sadece sünni oldukları için katlettiler. İmam-ı Azam'ınki de dahil olmak üzere, sünnilerin sembol isimlerinin kabirlerini, tarihi eserlerini tahrip ettiler, hatta işo kadar çirkinleşti ki; adı Ömer olan bebekleri bile katledip, annelerine tecavüze kadar vardı. Böyle bir kaotik ortamda elbette sünniler büyük bir direnişiçine girdiler. ABD ve İngiltere'nin ülkedeki askeri varlıklarını azalttığı bir anda da tabiri caizse Irak Baharı'nı başlattılar.Aslında olup biten Arap Baharı'nın Irak'taki uzantısıdır. Ancak bu tabii hareketin liderliği maalesef şu anda, destekçileri tam manası ile bilinmeyen, maddi sponsorları bir sır gibi saklanan bir aşırı terör grubu olan IŞİD'in (Irak Şam İslam Devleti) eline geçti. İran tetikçisi Maliki rejimi adeta tek kurşun sıkmadan ülkenin Musul başta olmak üzere en büyük kentlerini IŞİD kontrolüne teslim ederek kaçtı. Bu satırlar yazılırken Türkiye'nin Musul Başkonsolosu, personeli ve tır şoförlerimiz hala IŞİD elinde rehin durumdadır. IŞİD'in başka hiçbir ülke vatandaşına reva görmediği bu muameleyi Türklere yapması ve bunun zamanlaması manidardır.

Her zaman yapmamız gerektiği gibi resmin tamamına bakmamızı öneriyorum. Mes'ele Maliki, Esed, IŞİD, Hizbullah, ÖSO vs mes'elesi değil. Bize şu anda cambaza bak oyunu oynanıyor. En büyük hedef bundan 32 yıl önceki strateji yazısında ifade edildiği gibi İsrail'in güvenliği ve bekası. Bunun için de bölge devletlerinin çok uluslu, çok dinli, çok mezhepli yapısından istifade ile en az 3'e bölünmesinin temin edilmesi gerekiyor. Buna maalesef Türkiyemiz de dahildir. Çünkü bu kirli oyunu bu coğrafyada bozacak tek güç Türkiye'dir.

İKİDOĞU ve İKİBATI'NIN RABBİNE EMANET OLUN...