7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü sistematik yıkım, tüm dünyanın gözleri önünde bir halkın yok edilişine dönüşmüş durumda. Hastaneler, okullar, sığınaklar bombalanırken; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar hedef gözetmeksizin katlediliyor. Uluslararası kamuoyu büyük ölçüde sessizliğe gömülmüşken, Türkiye tüm kurumlarıyla Filistinlilerin yanında durmaya devam ediyor. Türkiye’nin insan hakları alanındaki en yetkin kurumlarından biri olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), Filistin’de işlenen soykırım suçunu ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyurmak amacıyla “Filistin’de İnsan Hakları İhlalleri ve Gazze Soykırımı Raporu”nu hazırladı. Biz de bu önemli raporun hazırlık sürecini, sahadaki bulguları ve İsrail’in işlediği suçların hukuki boyutunu konuşmak üzere raporun koordinatörü, TİHEK üyesi Sn. Muhammet Ecevit CARTİ ile görüştük.

İSRAİL’E KARŞI “İNSANLIK İTTİFAKI” MÜCADELE EDİYOR

Resim 1

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu tarafından hazırlanan “Filistin’de İnsan Hakları İhlalleri ve Gazze Soykırımı Raporu” kamuoyunda önemli bir ses getirdi. Raporun hazırlanma sürecini bizimle paylaşır mısınız?    

Bugün insanlık tarihinin kırılma anlarından birini yaşıyoruz. 50 binden fazla insanın can verdiği, yüzbinlerce insanın sakat kaldığı, yaralandığı ve topraklarından edildiği bir soykırım var. Bu sürece şahit olmak bizleri soykırıma karşı harekete geçmekle yükümlü kılıyor. TİHEK’in karar organı olan Kurulumuzun üyesi Yunus Emre Karaosmanoğlu’nun sunduğu öneri doğrultusunda Gazze’de yaşananların hukuki niteliğini tespit etmek amacıyla Kurulumuz bünyesinde “Uluslararası Hukuk ve İnsancıl Hukuk Bağlamında İsrail'in Filistin'de Gerçekleştirdiği Hak İhlalleri ve Savaş Suçlarının Araştırılması ve Raporlanması Komisyonu” oluşturuldu ve Komisyonun koordinatörlüğü görevi tarafıma tevdi edildi.

Kurumumuz Türkiye’nin ulusal insan hakları kurumu… Ulusal İnsan Hakları Kurumlarını, kamu otoriteleri tarafından uluslararası insan hakları normlarının yerel – ulusal insan hakları sistemine entegrasyonuna katkı yapmak, insan haklarının korunmasına ve geliştirilmesine yönelik görevler yürütmek üzere oluşturulan ulusal düzeydeki insan hakları mekanizmaları olarak tanımlayabiliriz kısaca… Yeri gelmişken belirteyim, kendini uluslararası insan hakları hukukunun öngördüğü normatif çerçeveyle sınırlamak istemeyen devletler böyle yapılanmaları ulusal hukuk sistemlerine dâhil etmiyor; örneğin Amerika Birleşik Devletleri ile İsrail’de ulusal insan hakları kuruluşu bulunmuyor.

İran: Uranyum zenginleştirme ABD ile müzakerelerin konusu değil İran: Uranyum zenginleştirme ABD ile müzakerelerin konusu değil

550 günü geçti ama soykırım bütün vahşetiyle devam ediyor, Gazze İsrail saldırganlığına muhatap olmaya devam ediyor. İnsanlığın geleceğine dair umutları yitirmemek için ne yapmalıyız?

Gazze Soykırımı sürecinde yaşanan ağır tabloya rağmen umudu diri tutan gelişmelere de dikkat çekmek önemlidir. İnsan hakları kavramı ile uluslararası barış ve güvenlik mekanizmalarının prestiji yerle bir olurken, Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı tedbir kararları ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında çıkardığı tutuklama kararları umut verici olmuştur. Bu kararların alınmasında rol oynayan hâkim ve savcıların ciddi tehdit ve baskılara maruz kalmasına rağmen, “dokunulamaz” ve “yargılanamaz” İsrail imajının zedelenmesi önemli bir gelişmedir. İsrail her ne kadar UAD kararlarını uygulamasa ve saldırganlığını artırsa da, birçok devletin UCM’nin tutuklama kararlarının gereğini yerine getireceklerini açıklamaları umut vermiştir.

Hepsinden önemlisi, TBMM Başkanımız Sayın Numan Kurtulmuş’un da vurguladığı gibi, bu süreçte bir “İnsanlık İttifakı” kurulmuştur. Devletler İsrail’i desteklese de halklar insanlık cephesinde saf tutmuş, dünyanın dört bir yanında her yaştan, her inançtan insan Filistin için sokaklarda, kampüslerde ve meydanlarda bir araya gelmiştir. Ticari yapılara karşı boykot çağrıları büyümekte, bu bilinçlenmenin ticari sınırları aşarak devletlere, siyasetçilere ve sanatçılara da yöneleceği anlaşılmaktadır. İsrail ile mücadelenin en etkili yolu, onun sınırları dışındaki nüfuz alanlarında verilecek mücadeledir ve bu bağlamda boykot çok güçlü bir silahtır. “İnsanlık İttifakı”, onurlu ve istikrarlı duruşuyla bu zorlu mücadeleyi vermeye kararlı olduğunu göstermektedir.

İSRAİL, KURULDUĞU GÜNDEN BU YANA TERÖRÜ KURUMSALLAŞTIRMIŞTIR

Resim 2

Uluslararası alandaki bunca tepkiye rağmen İsrail nasıl bu kadar pervasızca davranabiliyor?

Aksa Tufanı Operasyonu sonrası süreçte İsrail devletten ziyade bir terör mekanizması gibi hareket ediyor. Bu tutumun geçmişe dayanan iki nedeni olduğunu düşünüyorum. İlk olarak; İsrail’in ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi özgürlükçü ve insani evrensel değerleri temsil ettiği iddiasındaki “suç ortakları”nın verdiği sınırsız destekten kaynaklanan istisnai konumu ve “dokunulmaz devlet statüsü” bu sürecin soykırım düzeyine evrilmesine sebebiyet verdi.  İkinci olarak; İsrail’in kuruluş döneminde görev alan askeri ve bürokratik elitin tümü Haganah ve Irgun gibi terör örgütlerinde “staj yaptılar”. Terör İsrailli yetkililer açısından bir normali ifade ediyor. İsrail terörü bir devlet politikası olarak kullanmanın ötesinde kurumsallaştırmış bir devlettir.

 Rapor’da dikkatimizi çeken bir bölüm Gazzelilerle yapılan mülakatlar oldu. Bu mülakatlarla neyi amaçladınız?

Ben mülakatların Raporumuzun en önemli kısmı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’ye getirilen bu insanlarla ve refakatçileriyle maruz kaldıkları ve şahit oldukları hak ihlallerine dair şahitliklerinin kayıt altına alınması için görüşmeler gerçekleştirdik.

“1948 Soykırımın Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” ile “Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin 1949 Cenevre Sözleşmesi” çerçevesinde hazırlanan sorularla; otuz beş Gazzeli kardeşimiz ile hukukçu akademisyen, insan hakları uzmanı ve psikolog eşliğinde gerçekleştirdiğimiz görüşmelerin kayıtları Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi uluslararası yargı mercilerine delil olarak sunulacak.

Gazzeli kardeşlerimizle görüşmelerimizde dikkatimi çeken iki hususu belirtmeden geçemeyeceğim: Birincisi; mülakatlar esnasında karşılaştığımız çocukların bedensel gelişimlerinin yaşlarına göre çok geri olduğu… İkinci olarak da; Gazzelilerin genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk fark etmeden, Gazze’nin yüksek ruhlu insanlar yetiştiren bir okul olduğunu hissettirmeleri…

Bu süreçte Türkiye’nin tutumunu ve izlediği politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye son dönemde Filistin’de ve Gazze’de yaşananlara ilişkin olarak her zaman durduğu yerde, yani Filistinlilerin yanında durmaya devam etti. Bu problemin her aşamasında Filistin ve Kudüs hem millet hem de devlet olarak bizim sahiplendiğimiz değerler olagelmiştir. Devlet büyüklerimiz de bu güçlü bağların altını çizerek Türkiye’nin probleme yaklaşımını net bir şekilde ortaya koydu. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan HAMAS’ı “Filistin’in kuvva-i milliyesi” ve İsrail’i “soykırımcı bir terör devleti” olarak tanımladı… TBMM’deki Filistin konulu Özel Oturumda Meclis Başkanımız Sayın Numan Kurtulmuş’un yaptığı ve “İnsanlık cephesi”nin kuruluşuna vurgu yaptığı tarihi konuşmaya ve sürecin ilk gününden beri Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın son derece net açıklamalarına da dikkat çekmek isterim.

KORUMA ALTINDAKİ BİR HALK BİR BÜTÜN OLARAK YOK EDİLMEK İSTENİYOR

 Resim3

Soykırım uluslararası hukukçuların kullanmakta zorlandığı teknik bir kavram. Ancak yaşananlardan sonra Gazze’deki süreci bu kavramla tanımlamak zor olmamalı..

İsrail Gazze’de gerçekleştirdiği eylemleriyle açık bir şekilde soykırım suçu işlemektedir. Sağlık altyapısı kasıtlı olarak yok edilen Gazze’de halkın ilaca, suya ve gıdaya erişimi engellenmektedir. Ölenlerin yüzde yetmişini kadın ve çocuklar oluşturmaktadır. İsrail koruma altındaki bir halkı bir bütün olarak yok etmeye çalışmaktadır.

BM Özel Raportörü Francesca Albanese, “Bir Soykırımın Anatomisi” başlıklı Raporunda İsrail'in soykırım suçu işlediğini gösteren eşiğin karşılandığına inanmak için makul gerekçeler olduğu sonucuna vardığını ifade ediyor. Soykırım sürecinde insan hakları mücadelesinin yüz ağartan isimlerinden biri olan Albanese ayrıca “Sömürgeci İmha Yöntemi Olarak Soykırım” isimli ayrı bir Rapor daha yayımladı. Her iki Rapor da TİHEK tarafından tercüme edildi.

Soykırıma iştirak eden farklı uyruklardan askerler var…

Evet bu da çok önemli ve göz ardı edilmemesi gereken bir konu… Soykırım suçunun niteliğinden dolayı devletlerin bu suçlara iştirak ettiği şüphesi bulunanları yargılama yetkisi var. Türkiye açısından ayrıca önem arz eden bir durum bu, bildiğiniz gibi hem Türkiye hem İsrail pasaportuna sahip çok sayıda insan var. Sayısı ile ilgili farklı tahminler olmakla beraber çok sayıda Türk vatandaşının Gazze soykırımına iştirak etmiş olduğunu söylemek mümkün, şahitlikler ve sosyal medya paylaşımları var. Ellerine masum insanların kanı bulaşmış bu şahısların aynı zamanda Türkiye toprakları üzerinde yayılmacı hayaller kuran sapkın Siyonist fikirlere bağlı olduğunu, bu anlamda da Türkiye açısından tehlike arz ettiklerini vurgulamak gerekiyor.

Gazze soykırımı sürecinde sosyal medyada İsrail yanlısı propaganda yapan hesapların birden bire ortaya çıktığını gördük, bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Sosyal medyada bir süredir Batılı ülkelerde bile görülmeyecek düzeyde sert bir üslupla İslamofobik ve İslam karşıtı propaganda yapıldığı dikkatinizi çekmiştir. 7 Ekim sonrasında da sosyal medyada İsrail terörünü destekleyen hesaplarda ciddi bir artış görüldü. Tabii ki bu gelişmenin ülkemizin iç dinamiklerinden kaynaklanmadığını, ülkede huzursuzluk çıkarmaya çalışan ciddi bir beşinci kol faaliyetinin bir parçası olduğunu söylemek mümkün. Bu konuya da hem devletin hem de vatandaşlarımızın hassasiyetle yaklaşması gerektiğini vurgulamak istiyorum.

SOYKIRIM SUÇLULARI HAK ETTİKLERİ YAPTIRIMLA YÜZLEŞMELİ

Resim4

Önümüzdeki dönemde neler yapılmalı sizce?

Dünyada Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın “Dünya 5’ten büyüktür” ve “Daha adil bir dünya mümkün” söylemlerinin her geçen gün daha ciddi bir destek bulduğunu görüyoruz. Bu söylemin gücünün yaşanan her olayla birlikte daha da belirginleştiğini müşahade ettik. Yeni dönemde yapılması gereken uluslararası sistemin revizyonuna yönelik gündemin canlı tutulması ve İsrail’in istisnai konumunun ve dokunulmazlık zırhının devre dışı bırakılmasına yönelik girişimlere devam edilmesi… Bu anlamda atılması gereken ilk ve en anlamlı adımın, Apartheid döneminde Güney Afrika’ya uygulandığı gibi İsrail’in BM’de temsilinin askıya alınmasına yönelik girişimlere başlanması olacağını düşünüyorum.

Raporun bu sürece nasıl bir katkı sağlamasını bekliyorsunuz?

Raporumuzun bir yönüyle eski düzenin adaletsizliğini ve zaaflarını ifşa ederken diğer yönüyle de yeni bir düzeni inşa etme zorunluluğunu ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Nihayetinde Raporumuz; soykırım suçlularının hak ettikleri yaptırımlarla yüzleşmesine, insanlıktan, insan haklarından ve barıştan yana olanların yeni bir düzenin inşası için verdikleri mücadeleye katkısı nispetinde başarılı sayılacaktır.

Muhabir: SÖYLEŞİ: RÜMEYSA GÜVEN BÜYÜK