Obama ABD’ye Başkan olduğunda, bizim memlekette neredeyse fener alayları düzenlenecekti!
O, Hüseyin’di. O, Burak’tı.
O, ezilen milyarların sesiydi! Filan…
Sonrasını gördük, şimdiki Başkan Trump’ın söylediği üzere, DAEŞ denilen terör örgütünü kurdurmak suretiyle, bizim başımızdaki PKK belâsını büyütüp, İsrail Terör Örgütü’ne büyük bir “açılım” alanı sağladı OBAMA döneminde ABD!
Obama Başkan iken, biz, çok iyi niyetlerle “çözüm” denilen sürece girdik.
“Analar ağlamasın” sloganıyla yürütülen bu süreç öyle bir zehirlendi ki…
Nice kaybın ardından, kendimize zor geldik.
O günlerde, “Çözüm sürecine desteğimiz tamdır!” diyordu Obama.
Böyle diyor ve bizim PKK belâsından kurtulmamızı ne kadar istediğini (!) şu sözleriyle ortaya koyuyordu:
“Türkiye’yi çok uzun süredir rahatsız eden PKK şiddetine yönelik tarihi ve barışçıl çözüm arayışları konusunda Türk halkının cesaretine yönelik takdirlerimi iletmek istiyorum. ABD, Türkiye’nin güvenliğini sağlama konusunda yanında durmaktadır(!).”
Evet, ABD, hep yanımızda durdu!
Nasıl durduğunu da, bize attığı, (af edersiniz) kazıklarla her seferinde ortaya koydu.
Bugüne kadar kaç darbe, kaç darbe girişimi gördüysek, ekonomimiz kaç kere krize girdiyse arkasında muhakkak ABD’nin olduğunu bilmeyen var mı?
ABD’nin “iyi çocuklarına” ne işler başarTTIğını bilmeyen var mı?
Yok.
Devam edelim:
O günlerde “çözüm sürecine tam destek” açıklamaları yapan OBAMA’nın Türkiye’ye verdiği başka “sıcak” mesajlar da vardı.
Mesela…
Şu cümleleriyle dile getirdiği mesaj:
“Türkiye ile İsrail arasındaki normalleşme süreci hem Türk hem de İsrail halkının çıkarınadır.
Bu süreç, Bağımsız bir Filistin Devleti’nin, iki devletli çözümün sağlanması noktasında bizlere yardımcı olacaktır.”
Trump’ın ifşa ettiği üzere “DEAŞ Terör Örgütü”nün ABD tarafından kurulduğu dönemde Başkanlık koltuğunda oturan Obama, o günlerde, yani bundan 10 küsur yıl önce, Suriye meselesine dair de fevkalade hoşumuza giden bir cümle kullanmıştı:
“Esat ne kadar kısa sürede giderse, o kadar iyi olur!”
Bu Türkiye için çok güzel bir vaatti.
Katil Esat’ın bir an evvel gitmesi, “soykırım” derecesindeki zulmün sona ermesini sağlayacak…
Irak’a, Afganistan’a “güç kullanarak barışı ve demokrasiyi” götüren (!) ABD’nin yeni hamlesiyle, Türkiye’nin yolu iyice açılacaktı.
“Burak Hüseyin” Obama’nın müesses nizama karşı gücü mü yetmedi, ne olduysa oldu…
Suriye meselesinin, katil Esat’ın devrildiği güne kadarki gidişâtı, başta Suriyeliler olmak üzere, hepimiz için felâket oldu.
Öyle şeyler yaşadık ki…
Başımıza, 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi belâsı bile geldi.
Bugüne kadarki bütün menfur girişimleri Allah’ın izniyle atlattık ama…
Olan bitenin tahribâtı çok ağır oldu.
Birçok insanımızı kaybettik; Allah hepsinden razı olsun.
Mekânları cennet olsun.
Bu tahribatın ekonomik boyutu da var, elbette.
Ekonomimizin iki yakası bir türlü bir araya gelmiyorsa, Fitch’lerden (af edersiniz) piçlerden gelecek ufacık bir “not artırımını” fener alaylarıyla karşılayacak kadar sevinmenin kıyılarında geziyorsak, bizi “gri listeye” sokan Kutsal Damacana İttifakı’nın, oradan, “Listeye yeniden sokarım haaa!” bakışıyla çıkartması hepimizi fena halde sevindirik ediyorsa…
Hep bize attıkları (af edersiniz) kazıklar yüzündendir.
Bugüne kadar ABD ile girdiğimiz bütün ilişkilerden zararlı, feci halde zararlı çıktığımız ortadadır.
İster İsrail’le, ister Yunanistan’la kapışmış olalım; ABD’nin her seferinde, “karşı tarafı” kolladığı, bize ise her seferinde (af edersiniz) madik attığı ortadadır.
Türkiye’nin bütün ilişkilere, ABD’nin hakkımızdaki niyetlerini bile bile girdiği, önünde başka seçenek görmediği, ABD ile müzakerelerde “her iki ülkenin de yararına olabilecek bir noktada” buluşabilmek için çaba sarf ettiği de ortadadır.
Böyledir ama, ne yazık ki Türkiye yapayalnız bir ülkedir.
Haçlı İttifakı’nı, yüzyıllar boyunca, barışı, adaleti ve kuvveti ile ezen Osmanlı’nın devamı niteliğindeki Türkiye’ye bakış açısı bellidir.
Bu bakış açısı, Trump döneminde de elbette değişmeyecektir.
Bizim ümidimiz, (bugüne kadar olduğu gibi) ABD’nin Türkiye’ye düşmanlık etmek yerine, “kendi çıkarlarının da Türkiye ile iyi geçinmekte” olduğunu görmesidir.
ABD bunu bugüne kadar görmemiş ve “körlüğü” bizi hep mağdur etmiştir.
Bu yanlış politikalardan dolayı, ABD’nin de büyük zararları olmuştur ama, o zararlar ABD için o kadar da mühim değildir!
Daha doğrusu, telafi edilemeyecek gibi değildir.
Sonuçta, ölen ABD askerleri de “sokaktaki ABD’linin evlâtları”dır.
Onlar, WASP (Beyaz Angla Sakson Protestan) sınıfından ya da Evanjelist “beyaz” takımından değildir.
ABD için ölüme gitmenin karşılığı olarak alacakları ve ailelerine gönderecekleri maaşlar/paralar, bu “gariban” takımı için önemlidir.
Biz, her şehidimiz için yanarız.
Bizi yönetenler de yanar.
Hep birlikte yanarız.
ABD’nin başındakiler içinse, “bembeyaz olmayan” insanın “köpekleri” kadar kıymeti yoktur!
Onlar ölebildikleri kadar ölebilirler; Vietnam’da ya da Suriye’de, Irak’ta…
ABD’nin Bölgemize bu kadar müdahale ettiği için “insan” kaybının yanı sıra büyük maddi kayıplarının da olduğu söyleniyorsa da…
Bu da, öyle değildir.
Arap Krallıklarının başlarına oturtulmuş “Arap asıllı ABD görevlileri”, ABD’nin bütün maddi zararlarını fazlasıyla karşılamaktadır.
Trump ya da başkası, onları kürenin etrafında toparlayıp yeni yeni faturalar kesmiştir, kesmektedir, kesecektir!
Suudi Amerika’ya kesilen en son faturanın 600 Milyar Dolar olduğu, sık sık Trump yayını yapan “bizdeki” CNN tarafından da duyurulmuş bulunmaktadır.
15 Temmuz Hain Darbe Girişimi’nin arkasında Birleşik Arap Emirliklerinin olduğunu, bizdeki yönetime en yakın gazetelerden biri ilân etmişti malûm.
ABD’nin “zararlarını” fazlasıyla karşılayan ülkelerden biri de BAE’dir, malûm!
RUSYA VE İRAN DA BİRER BELÂ!
Burası böyle.
ABD, İsrail, Körfez tarafı…
Doğumuzdaki İran’ın hallerini de biliyoruz.
ABD ile, İsrail ile çatışması “kayıkçı kavgası” ya da “tahterevalli oyunu” niteliğinde…
Çok iyi biliyoruz.
İran’ın bölgenin Sünnilerine uygulattığı zulümlerin, İsrail Terör Örgütü belâsının büyümesindeki tesiri az mıdır?
Hayır, çok fazladır.
Rusya’ya gelince, bizim “teröristan” dediğimiz başa belâ oluşumun, sözde özerk ve sözde devlet olan yapının…
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kurulmasını öngören metin, nerede hazırlanmış ve nerede ilân edilmiştir?
Bildiniz:
Moskova’da!
Tarih:
31 Ağustos 2020
Yer:
Rusya’nın Başkenti Moskova.
Ev Sahibi:
Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Putin’in en ağır toplarından.
*
Doğumuz, Kuzeyimiz, Güneyimiz böyle.
Güney taraflarımızdaki ABD üsleri, tamamen ABD-İsrail kontrolüne geçen Kıbrıs Rum Tarafı, namluları Anadolu’ya dönük, feci halde silahlandırılmış Yunan Adaları…
Dibimizdeki bombalar!
Silah yığınağıyla tehdidi iyice arttırılmış Batı Trakya…
Her taraftan kuşatılmış haldeysek de…
Bugüne kadar hiç olmadığı kadar “uyumlu” bir savunma bloğumuzun olduğu da bir gerçek.
Savunma alanındaki bağımlılığımız epeyce azaldı; sivil irademiz, ordumuz, istihbaratımız, diplomasimiz hep birlikte Türkiye’yi ilâve büyük badirelerden korumak ve “fırsat pencerelerinden” istifade ettirmek için var gücüyle uğraşıyor.
Bu bir takım oyunu; burada medyamıza da büyük işler düşüyor elbette.
Bir kere, tıpkı OBAMA gibi, her an (af edersiniz) kazık atma potansiyeli bulunan ve buna da aslında eli mahkûm olan TRUMP üzerine hayaller kurulmayacak mesela…
Gerçeklerin farkında olunacak ve gerçekler, müteyakkız olmaktan başka çaresi bulunmayan halkımıza anlatılacak.
Dış Politika’nın magazinleştirilmesinden uzak durulacak.
İçinde bulunduğumuz durum, çok ciddi bir durumdur.
Karşı karşıya kaldığımız riskler de, çok çok büyük risklerdir.
SUUDİ AMERİKA’YA DİKKAT!
Trump’ın “çağrısına” icabetle ABD’ye koşan Katil Netanyahu’nun ya da onun yerine geçirilecek “ılımlı görünümlü katil”lerin bundan sonra yapacakları, SUUDİ Amerika ve benzerlerini, katliam, soykırımla düşürülemeyen GAZZE’yi “anlaşmalar yoluyla” düşürme adımlarını atmaktır.
HAMAS, 7 Ekim 2023 tarihli eylemiyle, İsrail ile “Filistin’i teslim alma” anlaşmasını geciktirmiştir.
Filistinlileri, Gazze’den tamamen çıkartabilmek ya da Filistinin gerçek Siyonizm karşıtlarını “etkisiz hale” getirebilmek için anlaşacaklardır, görünen budur.
Bu anlaşmaları da, “dünya kamuoyuna”, uygun iletişim usullerini kullanarak, “güzel şeylermiş gibi” yedirmeye çalışacaklardır.
SUUDİ Amerika ve diğerlerinin “Bu kadar büyük bir soykırıma imza atmış olan Terörist İsrail ile anlaşamayacaklarını”, “en azından iç kamuoyundan çekineceklerini” söyleyenler gerçeklerden kopuktur.
Politikacı, tüccar, uyanık Trump;
Mısır ve Ürdün’ün emirlerini harfiyen yerine getirip “vatanlarından çıkartılacak Filistinlileri kabul etmekten, daha doğrusu Filistinlilerin vatanlarından çıkartılmasını kabul etmekten” başka çarelerinin olmadığını…
“1 koyup 3 alma taktiği hayâl kırıklığı ile sonuçlanan” Merhum Özal’ın sıkça kullandığı ifadeyle “açık ve de seçik olarak” ortaya koymuştur.
Trump gerçeğini iyi görmek gerekmektedir, bu süreçte.
YAKIN TARİHTEN NOTLAR!
Lloyd George’un başbakanlığındaki “Britanya Savaş Kabinesi”nin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, 1917’de, Siyonist Hareketi’nin liderlerinden Rothschild’e bir mektup göndererek, “Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti’nin kurulması için destek vereceklerini” bildirmişti.
Bu aslında İsrail’in ilânıydı!
1917 tarihli Belfour Deklarasyonu’ndan tam 100 sene sonra, Trump ne yaptı?
Kudüs’ü İsrail’in Başkenti ilân etti!
Trump bunu, Siyonist ya da Evanjelist olduğu için filan yapmadı elbette.
Müesses nizam bunu istiyordu ve kendisinin de, müesses nizamın hizmetinde olmaktan başka çaresi yoktu!..
Türkiye, bölgemizdeki gelişmelerin açtığı “fırsatlar pencereleri”nden ne ölçüde istifade edebilecek, bunu göreceğiz.
Temennimiz, Türkiyemiz için her şeyin çok çok iyi olması…
Bu temenniyi dile getirir ve bunun için dua ederken…
İçinde bulunduğumuz sürecin her bakımdan “çok çok büyük risklerle” dolu olduğunu gözden uzak tutmamakta da fayda olduğunu belirtmek isterim.
Bugünkü yazıma “kılıç tartışması” üzerinden devam etmeyi düşünüyordum da…
Şimdi gördüm ki…
Yerim bitmiş!..
Arif olan anlar zaten!