Allah dostu olmak, Allah'a dost olmak her Müslümanın hayalidir. Ama Allah'a giden o yol çetin imtihanlarla doludur, nefis terbiyesi hepimiz yapamayız. Ama yapanları sever sohbetlerinde bulunmaya gayret ederiz. İşte o zorlu imtihanları geçmiş hayatı örnek olacak bir Veli, üstat Necip Fazıl Kısakürek'in de kendisinden feyz aldığı ve sohbetlerinde bulunduğu örnek bir şahsiyet, Abdülhakim Arvasî Hz. Ömrünü irşad faaliyetleriyle geçiröiştir. Abdülhakim Arvasi Hazretleri Akaid ve fıkıh alanında yol gösterici bir zat olmuştur. Efendimiz (SAV)'in neslinden olan Arvasi hazretleri, İslam topraklarına gayr-ı müslim devletler tarafından gerçekleştirilen saldırılarda, hicret etmek zorunda bırakılmışlardır. İnsanların doğruyu bulmalarında öncülük etmiş bu müstesna insanı isterseniz tanıma şerefine ulaşalım. Abdülhakim Arvasi Hazretleri Kimdir? Eserleri nelerdir?
SEYYİD ABDÜLHAKİM ARVASİ HAZRETLERİ KİMDİR?
.Van'ın Başkale kazasında doğdu. Babası Seyyid Mustafa Efendi'dir. Soyu anne tarafından Abdülkadir-i Geylanî'ye ulaşır. Hülagû Bağdat'ı istila ettiğinde (1258) Musul'a hicret eden ataları daha sonra Urfa ve Bitlis'e, oradan da Mısır'a gitmişlerdi. Ailenin büyük oğlu Molla Muhammed bir süre sonra Van'a gelip şehrin güneyinde yüksek dağlar arasında bir köy kurmuş, bu köyde büyük bir dergah ve iki katlı bir cami inşa ederek oraya Arvas adını vermişti. Kadirî tarikatına mensup olarak faaliyet gösteren ve "Arvas seyyidleri" diye tanınan aile, altı yüz elli yıl varlığını devam ettirerek bugüne ulaşmıştır.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in pak neslinden olan seyyid ve şerif aileler, Kerbela'da olduğu gibi, ilerleyen asırlarda da mezalime maruz kalmışlardır. Özellikle İslam topraklarına gayr-ı müslim devlet ve zümreler tarafından gerçekleştirilen saldırılarda, yurtlarından hicret etmek zorunda bırakılmışlardır. Bazı dönemlerde ise hayat sürdükleri bölgelerin valileri veya komutanlarının tutumu sebebiyle yine kendilerini davet eden devletlerin topraklarına göç etmişlerdir.
Ecdadımız Selçuklu ve Osmanlı büyükleri, seyyidlere her daim hürmet etmiş, bu şerefli ve kıymetli soya mensup olanları topraklarına davet ederek ikramlarda bulunmuş, onlarla özel olarak ilgilenmiş ve ilim-irşad faaliyetleri kapsamında onlardan tebaanın en iyi şekilde istifade edebilmesi noktasında imkan sağlamışlardır.
Ailesinin Anadolu'ya Yerleşmesi
Seyyid Abdülhakim Arvasî Hazretlerinin (Kuddise Sirruhû) mensubu bulunduğu, Şeyh Kasım el-Bağdadî'ye nispet edilen ve 'arvas' olarak bilinen aile de, kısaca özetlemeye çalışmış olduğumuz göç sebeplerinden biri olan Hülagü'nün Bağdat istilası sebebiyle ve ecdadımızın Sultan Orhan Gazi dönemine tevafuk eden himaye tekliflerinden birine bağlı olarak Anadolu'ya yerleşmişlerdir. Bu istila ve sonraki bazı hadiseler sebebiyle Anadolu'nun doğu-güneydoğu bölgesine pek çok şerefli aile yerleştirilmiştir.
Bağdat'tan sonra Musul, Urfa, Bitlis, Mısır ve bir süre sonra Anadolu'ya gelerek günümüzde Van ili sınırları içerisinde bulunan mevkiye beraberindekilerle yerleşen ailenin bazı fertleri başka bölgelere göç etmişseler de, ailenin büyük oğlu olan Molla Muhammed, Van'da kalmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri de ailesinin yerleşmiş bulunduğu bu bölgede, Başkale kazasında doğmuştur.
Seyyid Abdülhakim Arvasî (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin ailesi, seyyid bir aile olmasının yanı sıra, ilmî fazîlet yönünden de pek çok alim yetiştirmiş, İslamî ilimlerin her alanında önemli hizmetlerde bulunmuş mühim bir ailedir. Aileden aynı zamanda pek çok Şeyh yetişmiş ve onlar vesilesiyle muhtelif tarîkat ve tarikat şubelerinin yaşayıp gelişmesine önemli katkılar sağlanmıştır. 'Arvas Seyyidleri' olarak bilinen bu aile yedi asır kadardır muhtelif kurum ve müesseselerle bu dine hizmet ederek günümüze kadar ulaşmıştır. Bu hizmetleri günümüzde de halen sürdürülmektedir.
İLİM VE İRŞAD HAYATI
Abdülhakim Arvasî, ibtidaî ve rüşdiyeyi Başkale'de okudu. Daha sonra Irak'ın çeşitli bölgelerindeki tanınmış alimlerden icazet alarak Başkale'ye döndü (1882). Kendisine miras kalan servetle bir medrese yaptırdı ve zengin bir kütüphane kurdu. Bu medresede yirmi yıla yakın ders okuttu. 1880 yılında intisap ettiği Halidiyye tarikatı şeyhlerinden Seyyid Fehim'den Nakşibendiyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Kadiriyye ve Çiştiyye tarikatlarından hilafet aldı (1889). Tarikat silsilesi Seyyid Fehim, Seyyid Taha vasıtasıyla Nakşibendiyye'nin Halidiyye kolunun kurucusu Mevlana Halid-i Bağdadî'ye ulaşır.
Abdülhakim Arvasî, I. Dünya Savaşı'nın başlarında Ruslar'ın Başkale'yi istila etmesi ve Ermeniler'in silahlanarak müslüman halkın mallarını yağmalamaya başlamaları üzerine, hükümetin emriyle, yüz elli kişilik ailesiyle birlikte daha emin bir yere göç etmek zorunda kaldı. Bağdat'a yerleşmek amacıyla yola çıkan aile, Revandiz-Erbil yoluyla Musul'a ulaştı. Burada iki yıla yakın bir süre kaldı. İngilizler Bağdat'ı işgal edince oraya gidemeyip ailesinden sağ kalan altmış altı kişiyle birlikte Adana'ya geldi. Adana'nın da düşman eline geçmesi ihtimaline karşı Eskişehir'e göç etti. Nisan 1919'da İstanbul'a geldi. Bir süre Evkaf Nezareti'nce Eyüp'teki Yazılı Medrese'de misafir edildikten sonra yine Eyüp'teki Kaşgarî Dergahı şeyhliğine tayin edildi (Ekim 1919). Medresetü'l-mütehassisîn'de tasavvuf tarihi dersi okuttu. Dergah şeyhliğinin yanı sıra ayrıca Kaşgarî Camii'nin imamlık ve vaizlik görevi de kendisine verildi. Tekkeler kapatılana kadar bu görevlere devam etti. Daha sonra tarikat faaliyetlerini bırakarak eve dönüştürdüğü dergah binasında tasavvufî sohbetlerle meşgul oldu. Menemen hadisesi (Aralık 1930) ile alakalı görülerek tutuklandı ve Menemen'e gönderildi. Ancak olayla ilgisi olmadığı anlaşıldı.
Soyadı kanunu kabul edilince Üçışık soyadını aldı. Beyoğlu Ağa Camii ve Beyazıt Camii'nde dersler verdi. Cumhuriyet döneminin önemli fikir ve sanat adamlarından Necip Fazıl Kısakürek'in kendisiyle tanışıp sohbetlerinde bulunması, aydın çevrelerde de tanınmasını sağladı. Eylül 1943'te sıkıyönetimin emriyle İzmir'e gönderildi. Bir süre sonra Ankara'ya gitmesine izin verildi. 27 Kasım 1943'te vefat etti. Kabri Ankara'da Bağlum Mezarlığı'ndadır.
NECİP FAZIL'IN DİLİNDEN

1934 yılında Seyyid Abdulhakim Arvasî Hazretleri ile tanışır. Kendisini efendisinin sohbetleri ile baştan aşağıya yeniler. Necip Fazıl, büyük veli ile tanışmasını;
"Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum,
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum." beyti ile anlatır.
1934 yılında, oturduğu Beylerbeyi'ne giden vapurda, Abdulhakim Arvasî'nin müridlerinden birisiyle karşılaşır. O zat Necip Fazıl'a efendi hazretlerinin Beyoğlu'nda Ağa Camii'nde Cuma günleri verdiğini duyurur. Şu oğüdü vermekten de geri kalmaz; "Dinleyecekleriniz halk için, nas için söylenen sözler… Siz o sözlerin içine girmeye ve ötesindeki hikmete ulaşmaya bakın!" Yanında ressam arkadaşı Abidin Dino ile birkaç cuma sonra Beyoğlu Ağa Camiine… Efendi hazretlerini dinlerler. Namazdan sonra yanına yaklaşıp elini öpmek isterler. Efendi hazretleri bir müddet onlara baktıktan sonra şöyle diyorlar; "Biz Eyüp Sultan'da oturuyoruz. Ne zaman isterseniz buyurun" Artık Necip Fazıl, efendi hazretlerine gidiş gelişlerini sıklaştırır. Efendi hazretleri, Necip Fazıl'a sorar: "Siz tasavvuftan bir şeyler biliyor musunuz? Okuduğunuz kitap falan oldu mu?" Bahriye Mektebi'nde okuduklarını söyler. Efendi hazretlerinin cevabı: "Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz. Hiç yemeğin lezzeti çatal bıçakla aranıp bulunabilir mi?" Necip Fazıl'ın dünyası alt-üst olmuştur. Bu hali Çile adlı şiirinde şöyle dile getirir;
"Ve uçtu, tepemden birden bire dam,
Gök devrildi künde üstüne künde…"
"Sanki burnum değdi burnuna yok'un
Kustum öz ağzımdan kafatasımı"
Necip Fazıl Kısakürek. mürşidi seyyid Abdulhakim Arvasi'yi "Tanrı Kulundan Dinlediklerim", "O ve Ben", "Son Devrin Din Mazlumları" ve "Başvuğ Velilerden" adlı eserlerinde anlatır. Üstad şu beyiti mürşidi hakkında yazmıştır.
"Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel;
Bir akşamdı ki zaman, donacak kadar güzel"
Necip Fazıl'in mürşidim ve kurtarıcım dediği Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri, 27 Kasım 1943'te vefat eder. Vefat sırasında Ankara ve çevresinde hafif zelzele olur. Necip Fazıl Kısakürek, mürşidinin ölümüyle ilgili hatırasını şöyle anlatır.
1943'de ilk Büyük Doğu'ları hazırlamanın buhranı içinde kendilerini uzun müddet görememiştim. Nihayet ilk sayı çıkınca onu elime aldım bir arabaya atladığım gibi doğru Eyübe…Eyüp Camii'nin kenarında sağa çıkar çıkmaz, birkaç adam ileri de, Gümüşsuyu tepesine tırmanan mezarlık yolu… Efendi Hazretleri bu dik yoldan bağlılarının kollarında yavaş yavaş çıkarlar ve bu hallerini 'ihtiyarlık' diye tarif ederlerdi. Yoldan koşarak çıktım ve dergahın her zaman yarı açık kapısından içeri daldım. Ne o? Dergahta kimsecikler yok. Şadırvan boş, camekanlı kısım zaten her zaman olduğu gibi bomboş… Mescid boş ve harem tarafı.
"- Kimse yok mu?" Harem tarafından ve uzaklardan bir kadın sesi cevap verdi:
"- Kimi istiyorsunuz?"
"- Efendi hazretlerini."
"- Götürdüler!"
"- Kim götürdü, nereye götürdü?"
"- Polisler alıp götürdü."
Yıldırım hızıyla Eyübe indim ve oradaki alakalılardan öğrendim ki, Efendi Hazretlerini o sabah, Örfî idare emriyle polis birinci şube memurları alıp müdüriyete götürmüşler, belki de Anadolu'nun herhangi bir köşesine sürgün edecekler.
Soluğu hemen Polis Müdüriyeti'nde aldım. Hüviyetimi belirttim ve Efendi Hazretlerini görmek istediğimi söyledim. Akşam vakti olmasına rağmen Birinci Şube'den dileğimi kabul ettiler, fakat Efendi Hazretleri yerine onunla beraber sürülen nedimi Şakir Üçışık'la görüşmeme müsaade ettiler.
Çocukluğundan beri Efendi Hazretlerinin yanından bir lahza ayrılmamış ve hususi hizmetlerine bakmış olan Şakir, o benim canım kadar sevdiğim insan mahzun bir yüzle geldi. Öpüştük. Fakat böyle anıların manevi baskısı yuzünden midir, nedir, hiçbir şey konuşamadık. Orfî İdare emriyle İstanbul'dan çıkarılıyorlar, Efendi Hazretleri İzmir'e, Şakir de Mersin'e sürülüyor, bütün bildiğimiz bu kadar.
Şakir'e aptat aptal.
"-Bir şeye ihtiyacınız var mı?" diye sordum.
O da gayet tabii:
"-Yok!" diye cevap verdi.
Halbuki her şeyi bir tarafa bırakmalı, geceyi müdüriyette veya müdüriyetin kapısı önünde geçirmeli, Efendi Hazretlerine vapura kadar refakat etmeli, oradan zıplayıp Ankara'ya gitmeli. Efendi'nin İstanbul'a döndürülmesi için çırpınmalı, olmazsa İzmir e gitmeli, yanından ayrılmamalı, son nefesine kadar beraberinde kalmalıydım. Bütün bunları vaktiyle yapamamış olmaktan döğündüğüm şeyler… Zaten ondan ayrı olduğum her dakika için döğünsem yeri değil mi?
Şakir'e Mersin yolunu tuttursunlar, Efendi Hazretlerini (Abdulhakim Arvasi) bir gece nezaret altında bulundurduktan sonra ertesi sabah vapura bindiriyorlar ve Marmara açıklarına doğru, o çok sevdigi İstanbul'dan ayırıyorlar.
İstanbul hakkında derlerdi ki:
"İyiliğin de kötülüğünde en ileri şekli İstanbul'dadır. İyi veya kötü, kim ne olmak dilerse İstanbul'a gelsin."
KIYMETLİ SÖZLERİNDEN BAZILARI

"Bizim meclislerimizde bulunanlar, sukut içinde otursalar ve sükuttan başka bir şey görmeseler bile, din bahsinde alim geçinenlerin hatalarını keşfederler, bir bir çıkarırlar."
"Son zamanlarda, tekkeler cahillerin eline düştü. Dinden, imandan haberi olmayanlara şeyh denildi. Din düşmanları, bu şeyhlerin sözlerini ele alarak dine hurafeler karıştırmıştır. Halbuki bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır. Dinde söz sahibi olmak için, Ehl-i sünnet alimlerini tanımak, o büyüklerin kitaplarını okuyup anlayabilmek ve bildiğini yapmak lazımdır. Böyle bir alim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. Vaazları ve kitaplarıyla gençlerin imanını çalarak millet ve memleketi felakete götürürler."
"Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, İslamın vakarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi giyiminizle de saygı ve ilgi toplayınız."
ESERLERİ
1-Rabıta-i Şerîfe (İstanbul 1341; "Mübtedîler için tarîkat-ı Nakşibendiyye'nin adabını mübeyyin bir mektup sûreti" adlı ilave ile birlikte 2. baskısı, İstanbul 1342). Rabıta'nın mahiyeti ve uygulanması hakkında özlü bilgiler veren eser, Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır (3. baskı, İstanbul 1981).
2- Er-Riyazü't-tasavvufiyye (İstanbul 1341). Tasavvuf, tasavvuf tarihi ve ıstılahları hakkında bilgi veren eseri, Medresetü'l-mütehassisîn'de hocalık yaptığı sırada kaleme almıştır. Eser, Tasavvuf Bahçeleri (İstanbul 1983) adıyla Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır. Bu iki eserin dışında tasavvufî ve dinî konularda kendisine sorulan sorulara cevap olarak yazdığı mektuplar, Tam İlmihal-Seadet-i Ebediyye adlı kitapta yer almaktadır.





