Ah, bir avuç toprak, bir avuç masum kan… Şimdi o topraklar çığlık atıyor, ama sesi kimsenin umurunda değil. Gökyüzü kurşun gibi ağır, çocuklar enkaz altında uyuyor, anneler evlatlarının adını rüzgâra fısıldıyor, babalar boş gözlerle ufka bakıyor; çünkü ufukta ne zafer var ne umut… Sadece bir tabut kapağı kapanıyor yavaş yavaş, bir ulusun üstüne. Gözyaşım durmuyor, boğazıma düğümleniyor her kelime; öfkem ise lav gibi taşıyor, damarlarımı yakıyor. Lanet olsun, bin kere lanet olsun!
Şu hal bakın ey ahali! Bir halk, iki lanet seçenek arasında sıkışmış: Ya diz çöküp onursuzca yaşayacak, her sabah aynaya tükürecek, “ben köle oldum” diyecek; ya da göz göre göre ölüme yürüyecek, son nefesinde bile “en azından eğilmedim” diye fısıldayacak. Bu ne iğrenç bir tercih! Bu ne kahpe bir kader! Bir ulus neden böyle bir uçuruma sürüklensin? Neden çocuk cesetleri sokaklarda serinlesin? Neden analar oğullarının tabutunu öpsün? Bu bir savaş değil, bu toplu intihar! Bu yavaş yavaş boğazlanan bir milletin son çırpınışı! Gözyaşım sel, öfkem volkan… İçim yanıyor, paramparça!
Ve o tabutun başında duran soytarı Zelenski. Dün sahnede kıçını sallayıp alkış toplardı, bugün ülkesinin kıçını Putin’e teslim ediyor. Devlet bilmez, siyaset bilmez, onur bilmez, sadece alkış bilirdi; alkış bitti, şimdi kan var! Küresel efendileri şişirdi, parlattı, tahta oturttu; o da gözü kapalı oynadı rolünü. İstanbul’da barış masası kurulmuştu, teknik heyetler anlaşmıştı, kalemler hazırdı, mürekkepler damlıyordu… Bir imza eksik, bir tek imza! O sırada Londra’dan Boris Jhonson adlı namussuz uçakla indi Kiev’e, “Durun, vazgeçin!” dedi. Bizim soytarı da vazgeçti.
Ey millet, Ey ahali! Tarihe dönün bakın, böyle lanet liderler dolu: Kerenski'yi hatırlayın, 1917 Rusya'sında; devrimi eline yüzüne bulaştırdı, Bolşeviklere kapı açtı, milyonlar kana boğuldu!
Ngo Dinh Diem, Vietnam'da; Amerikalıların oyuncağı oldu, halkını iç savaşa itti, sonunda kendi adamları tarafından delik deşik edildi, köpek gibi titreyerek geberdi.
Petain Fransa'da, Nazilere teslimiyetle ulusunu sattı, onursuz barış için her şeyi feda etti, ama sonunda yargılandı, utançla gömüldü.
Zelenski, sen de onlardan betersin: Ülkeni harabeye çevirdin, şimdi cesetler üstünde zıplıyorsun, kahrolası!
Vazgeçti be! Kendi halkının kurtuluşundan vazgeçti! Binlerce çocuğun, gencin, kadının hayatından vazgeçti! Şimdi o masanın hayali bile kan kokuyor… O vazgeçiş, bir ulusun tabutuna çakılan son çivi oldu. Kahroluyorum, ulan kahroluyorum!
Batı mı? Ukrayna’yı bu ateşe onlar itti, “Dayan, arkandayız” diye yalan söylediler. Şimdi Trump geldi, “Silah yok, para yok, hadi görüşürüz” diyor. Avrupa desen, korkudan altına etmiş, uzun menzilli füzeleri depoda çürütüyor, “Aman Putin kızmasın” diye dua ediyor. Anlaşma masasında Ukrayna’yı kurbanlık koyun gibi paylaşıyorlar. Dost dedikleri sırtına hançeri saplıyor. İhanet bu, düpedüz ihanet! Gözümde yaş, yüreğimde kor… Nasıl unuturum o ihaneti, nasıl affederim?
Ey Ukrayna, ey mazlum, ey kimsesiz…
Şimdi son sahnedesin. Ya köle olacaksın, ya şehit.
İkisi de acı, ikisi de kan…
Birinde ruhun ölecek, ötekinde bedenin.
Hangisini seçersen seç, dünya yine aynı iğrenç oyununu oynayacak, alkışlayacak, sonra unutacak. Ben unutmayacağım.
Bu gözyaşı benim, bu öfke benim, bu lanet benim.
Ve sen, ey Zelenski…
Bir gün tarih seni yargılayacak.
Mezar taşına tek satır yazılacak:
“Burada bir palyaço yatıyor, bir ulusu gömdü.”
Gökyüzü ağlasın artık…
Çünkü ben ağlamaktan tükendim.
Ve öfkem hâlâ bitmedi, bitmeyecek!