0

Türkiye halkları için '' vatanın '' hep kurtarılması gerekir. Osmanlı devrinde '' her şey devletin bekası için '' yapılırdı. Cumhuriyet rejiminde ise önderlerin çok sevdiği '' inkılap '' yapma arzusu bir yansıma olarak '' vatan kurtarmak '' olarak değiştirilip, evrilerek zihinlerimize yerleştirilmiştir.

Sürekli olarak iç ve dış mihraklar bizi çökertmek istemiş ve her gelen yeni hükümet mutlaka bir '' enkaz '' devralmıştır. Amiyane tabirle bu terane 80 yıl sürmüş, arada makûs talihimizi değiştirecek liderler çıkmış olmasına rağmen ne yazık ki onlarda '' cumhuriyetin bekçileri '' olan devlet etrafında öbeklenmiş çıkar grupları tarafından sindirilmiştir.

***

Müslümanlar çoğunlukla tüm bunlar olup biterken ne yazık ki sadece seyir eylemişler ve bir kaç kanaat önderi dışında kimse sesini bile çıkaramamıştır. Müslüman gençlerin birçoğu eğitimsiz bırakıldıkları için olan bitene karşı onlar da ne yazık ki bir duruş sergileyememişlerdir.

Ne zaman işler iyi gitmeye, ekonomi düzelmeye ve Müslümanlar nispeten de olsa belini doğrultmaya başlasa, ne zaman İslami referanslar yeniden gündeme gelse gizli bir el hep ortaya çıkmıştır. Menderes hükümetine yapılan darbe, 80 ihtilali sonrası Erbakan hoca 'ya getirilen siyaset yasağı, rahmetli cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın zehirlenmesi, 28 Şubat darbesi ile Müslüman kesimin kamusal alanın dışına itilmesi ve Erbakan hocanın siyasetten devlet eliyle tasfiye edilmesi, Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'na yapılan suikast, 27 Mart '' e- muhtırası '' , Erdoğan 'a karşı yürütülen ve tüm çıkar gruplarının – ki buna Müslüman çıkar grupları da dahil – bir araya geldiği '' şer ittifakı '' ve sayamadığımız onlarca komplo hep bu ülkenin durumu iyileştiğinde ve '' hasta adam '' ayağa kalktığında yapılmıştır.

Yukarı da söylediğimiz gibi tüm bunlar olup biterken Müslümanlar top yekûn bir duruş sergileyememişlerdir. Örneğin bu ülke de başbakan asılırken bir çay bardağı bile kırılmamış, fakat bir sonraki kuşakta ise sadece fikri ayrılıklar tetiklenerek binlerce insan ideolojisi uğruna bir birini öldürmekten geri durmamışlardır.

Burada sorgulanması gereken, insanlar fikirlerinin doğruluğunu kabul ettirmek için bir iç savaşa meydan vermekten bile çekinmezken, nasıl olur da ideoloji ve fikirlerinin resmi temsilcileri olan seçilmişlerin zulüm ve baskı görmelerine, darbeye maruz kalışlarına ses etmeyişleridir.

1960 yılında ki darbeyi ve 80 ihtilali öncesin deki durumu iyi incelediğimiz de gizli bir gücün ordu ve devlet otoritesine baskı yapmak suretiyle insanları sindirdiğini, fakat ortalığın bir şekilde karışması gerektiğine kanaat getirdiğinde ise fitne ateşini yine devlet çevresinde ki gruplarlar eli ile yaktırarak kendisinin de ateşi harladığını görebiliriz.

Tüm bu fikirleri beyan ettikten sonra Müslüman kesimin topyekûn bir duruşu cumhuriyet tarihimiz boyunca sergileyemediğini söyleyebiliriz. Fakat son bir yılı bunun dışında tutmalıyız.

***

Müslümanlar olarak bir duruş sergilemememizin birçok sebebi var. Bunlar irdelenmedikçe ve sebepler masaya yatırılmadıkça Müslümanlığa ve İslami referans alan bireysel hayat tarzlarına karşı gerçekleşecek saldırılara hep birlikte tepki göstermek mümkün olmayacaktır. Birkaç somut örnekle konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabiliriz;

Yahudi lobisini dünyada bilmeyen yoktur. Müslüman Filistin devletine karşı giriştiği katliamları bilmeyende…

Bu barbarlık ve Tevrat'ın öldürmeyeceksin emrine karşılık onlar Yahudi lobisinin faaliyetleri ile yaptıkları işi meşru göstermeye çalışmışlardır. Bunun meşru bir fiil olmadığını bir çok devlet bilmesine rağmen, Yahudilerin parasal güçleri ve lobi faaliyetlerine karşı boğun eğmek zorunda kaldıklarından bunu meşru kabul etmeseler dahi herhangi bir kınama ya da açıklama yapmamışlardır.

Şimdi bir karşılaştırma olarak bizim Kıbrıs barış harekatımızı ele alalım; Türkiye devleti, Yunanistan ve İngiltere ile birlikte Kıbrıs'ın garantör devletleridir. Kıbrıs 'ta Makarios liderliğindeki Rumların Müslüman Türklere karşı terör faaliyetlerine girişmesi ile Türkiye'nin adaya müdahale hakkı doğmuştu. İnönü adaya asker yollamak istediğinde zamanın Amerikan devlet başkanı Johnson'dan sert bir uyarı mektubu almıştı. Tabi bu sert uyarı mektubu sonrasında İnönü Kıbrıs'a yapılacak bir müdahaleden vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Bizim uluslararası manada böyle bir lobicilik faaliyetimiz olmadığı için ne yazık ki bu gibi durumlar da baskılara boğun eğmek durumunda kalıyoruz. Bu verdiğimiz örneğin devamı da ise bu kez uluslar arası kabul gören bir otorite durumundaki birleşmiş milletler ' in çifte standart politikasına emsal teşkil etmesi açısından oldukça önemlidir.

Rahmetli Erbakan hocanın şahsi gayretleri ile fiili olarak Kıbrıs barış harekatı başlamıştır. O ana kadar Kıbrıs 'ta Rum eli ve terör örgütleri vasıtası ile yapılan terör olaylarına karşı Birleşmiş Milletler ilginç bir şekilde hiç bir tepki vermemiştir. Yıllarca süren terör olayları ve ölen yüzlerce insana karşı kör, sağır ve dilsiz olan Birleşmiş Milletler, Kıbrıs barış harekatının başlamasından hemen sonra olağanüstü bir toplantı yapmıştır. Toplantı sonucunda da çifte standart kelimesinin tam bir karşılığı olarak Türkiye 'den harekata son vermesini istemiştir.

Bir lobimizin olmayışı ve cumhuriyet sonrası dönemde dış devletlere gebe bir taklit politikası izleyişimiz bizleri emir almaya alışkın bir ülke haline getirmiştir.

***

Ulus devlet politikaları ile şekillendirilmeye çalışan Müslüman ve çok halklı Türkiye tam olarak bir kültür buhranı yaşamıştır. Bu kültür buhranı içerisinde milli din, milli dil politikaları büyük bir tutmuştur. Üzerine biçilmeye çalışılan tek uluslu devlet modeli gömleği, çok halklı ve çok dilli Türkiye 'ye uygun olmamış ve dar gelmiştir.