Müfessirîn Bilmesi Gereken Hususlar
Kur'an'ın anlaşılması için öğrenilmesi gereken incelikler oldukça çoktur. Onlardan birisi hazf ve izmar yoluyla yapılan i'cazdır.
Biz Semûd'a (açık bir mûcize olarak) dişi deveyi verdik, o zulmetmelerine sebep oldu.
(İsra/59)
Gramerin zahirine bakan zanneder ki bu ayetten murad 'Biz
Semûd'a kör olmayan deveyi verdik' demektir. Bilmez ki nefislerine veya başkasına ne ile zulmettiler. (Ayette 'açık bir mûcize' tabiri ve 'inkar edip öldürdüler' tabirleri hazf ve izmar edilmiştir).
Çünkü küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı (sevgisi) içiriîmişti.
(Bakara/93) Bu ayette [sevgisi] kelimesi hazfedilmiştir,
O takdirde dünya ve ahiret azabını iki kat olarak sana muhakkak tattıracaktık.
(İsra/75)
Bu ayette 'azab' kelimesi, hem 'hayat' tabirinden önce, hem de 'memat' tabirinden önce mahfuzdur. Bu bakımdan azab kelimesi hazfonulunarak düşürüldü, 'hayat' ve 'memat' zikredilerek 'ehya ve mevta' yerine kaim oldu. Bütün bunlar fasih Arapçada caiz olan kaidelerdir...
Hem bulunduğumuz şehre sor. Hem içinde geldiğimiz kervana...
(Yûsuf/82)
Yani 'şehir halkına ve kervan halkına sor' demektir. Bu bakımdan 'ehil' kelimesi iki yerde de 'mukadder' (takdir edilmiş)tir.
O, göklere de yere de ağır gelmiştir.
(A'raf/187)
Gökler ve yerin ehline gizlenmiştir. Çünkü birşey gizli oldu mu ağırlaşır. Bu bakımdan burada 'lafız' değiştirilerek 'Fî' kelimesi 'ala' kelimesi yerine kaim olmuş ve 'ehl' kelimesi de hazfolunmuştur.
(Kur'an'dan istifade edeceğiniz yerde) rızkınızı yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?
(Vakıa/82) 'Rızkınıza şükretmeyi' demektir.
Ey rabbimiz! Bize, elçilerine va'dettiğini ver! (Alu İmran/194)
Yani 'Peygamberlerin lisanı üzerine' bize va'dettiğin sevabı ver'. Bu bakımdan 'lisan' kelimesi burada hazfolunmuştur.
Biz onu Kadir gecesinde indirdik. (Kadir/l)
Burada 'onu' zamirinden Kur'an irade edilmektedir. Oysa daha önce (aynı sürede) Kur'an'ın bahsi geçmiş değildir.
Perde ile örtülünceye kadar.
(Sad/32)
Burada 'güneş'i kastediyor. Oysa daha önceden güneşin bahsi geçmiş de değildir.
O'ndan başka veliler edinerek 'Biz bunlara, sırf bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz' dediler.
(Zümer/3)
Yani onlar diyorlar ki; 'Biz onlara./. İşte bu ayette de 'Diyorlar ki' tabiri takdir edilmiştir.
Fakat bu topluluğa ne oluyor ki, Kur'an'ı anlamaya yanaşmıyorlar? Sana gelen her iyilik Allah'ın lûtfudur ve sana gelen her fenalık da kendindendir.
(Nisa/78-79)
Ayetin manası, -dediğimiz gibi- 'anlamaya yanaşmıyorlar' şeklindedir. Oysa ibarenin zahirine bakılırsa 'onlar yaklaşmazlar. Kur'an'ın manasını anlarlar' şeklinde anlaşılır. 'Sana gelen her iyilik Allah'ın lûtfudur' cümlesi öncesinde de 'Derler' tabiri takdir edilmiştir. Çünkü ayette 'derler' tabiri takdir edilmezse, Nisa sûresinin 78. ayetinin 'De ki: hepsi Allah'tandır' cümlesiyle tezad teşkil edecektir. İşte bundan da Kaderiyye mezhebi hatıra gelir.
O inceliklerden biri de 'yer değiştirmek ve yerinden nakledilmek'tir. Tîn sûresinde 'Tûr-i Sina' yerine 'Tûr-i Sinîn', Saffat sû-resinin 130. ayetinde 'Ala İlyas' yerine 'Ala Âl-i Yasin' tabiri kul-lanıldığı gibi...
Müfessirlerden bazıları "Âl-i Yasîn' den murad 'İlyas' değil, 'İdris' (peygamber)dir, demişlerdir. Çünkü İbn Mes'ûd'un mushafmda 'Âl-i Yasîn' yerine 'İdrasîn' yazılmıştır.
O inceliklerden birisi de, zahirde kelamın bitişik olmasını önlemek için tekrar edilenlerdir.
Allah'tan başkasına tapanlar dahi gerçekte Allah'a koştukları ortaklara tabî olmuyorlar. Ancak zanna tabi oluyorlar.
(Yûnus/66)
Ayetin manası 'Allah'tan başkasına tapanlar ancak zanna tabi oluyorlar' şeklindedir.
Ancak 'in yettebiûne' tabiri zahirde kelamı birleştirmek için mükerrer olarak kullanılmıştır.
Salih'in kavminden imana gelmeyip kibirlenenler, içlerinden iman eden zayıf kimseler için alay yoluyla şöyle derler.
(A'raf/75)
Yani 'Kibirlenenler iman eden zayıf kimselerle alay ederek şöyle diyorlar'. Halbuki 'limen' kelimesi yerine 'lillezîne' kelimesi kullanılmıştır.
O inceliklerden biri de 'Mukaddem' ve 'Muahhar'dır. Burada birçok kimse yanılabilir.
Eğer rabbinden bir hüküm geçmiş olmasaydı, elbette onlara azap dokunurdu. Tayin edilmiş bir vakit vardır.
Yani 'Eğer rabbinden bir hüküm ve tayin edilmiş bir vakit olmasaydı' demektir. (Yani ayetteki 'Ve ecelün müsemma' esasında 'mukaddem'dir. 'Lekane lizamen' tabiri de 'muahhar'dır).
Böyle olmasaydı o vakit (ecelün) kelimesi (nasb) -üstün- ile okunurdu.
Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar.
(A'raf/187)
Bu ayeti celîlede 'anha' kelimesinin yeri 'Yes'elûneke'den sonradır. Fakat tehir edilmiştir.
(Aynı zamanda 'Biha' kelimesi de takdir edilmiştir).
Onlara rableri katında dereceler, mağfiret ve tükenmez nimet var. Rabbin seni, hak uğrunda evinden çıkardığı zaman...
(Enfal/4-5)
İşte bu ayet, muttasıl (bitişik) değildir. 'Rabbin seni hak uğrunda evinden çıkardığı gibi' cümlesi birinci ayetin 'De ki: Bu ganimetlerin taksimi Allah'a ve Rasûlune aittir' cümlesiyle ilgilive ona aittir. Yani 'De ki: Bu ganimetlerin taksimi Allah'a ve Rasûlü'ne aittir. Nitekim rabbin seni hak uğrunda evinden çıkardığı gibi../
Yani sen çıkmaya razı olduğundan, onlar ise razı olmadıklarından ganimetlerin taksimi sana aittir. Bu bakımdan bu kelamın (hükmün) arasına ara cümlesi olarak takvayı emreden cümle ve diğerleri girmişlerdir.
Mümtehine sûresinin dördüncü ayeti de bu nevidendir.
Siz Allah'ın birliğine iman etmedikçe sizi (dininizi tanımıyoruz. Sizinle aramızda ebedî düşmanlık ve kin başgösterdi. Ancak İbrahim'in babası için şöyle demesi müstesna olmuştur: Elbette senin için.. O inceliklerden birisi Mübhem div: Mübhem demek, birkaç manaya gelen kelime veya harf demektir. Birkaç manaya gelen kelime ise Şey, Karin, Ümmet, Ruh ve benzeri kelimelerdir.
Allah şunu misal vermektedir: Hiç bir tasarrufa gücü yetmeyen bir köle, bir de tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verilip de ondan gizli ve aşikare harcayan kimse...
(Nahl/75)
İşte bu ayet-i celîledeki Şey kelimesi 'nafaka' manasına gelmektedir.
Allah şu iki adamı da misal getirdi: Bunlardan biri dilsizdir. Hiçbir şeye gücü yetmez
(Nahl/76) Buradaki Şey 'adalet ve istikametle emretmek' demektir.
(Hızır) dedi ki: O halde bana tabi olacaksan, ben anlatıncaya kadar (yaptığım) hiçbir şey hakkında bana soru sorma!
(Kehf/70)
Buradaki Şey rubûbiyet sıfatlarıdır. Bunlar öyle ilimlerdir ki, arif gereken vakitte bunları tatmadıkça, sual ile cevaplarını sıhhatli şekilde alma imkanı yoktur.
Yoksa kendileri hiçbir şey olmadan mı yaratıldılar? Yoksa yaratanlar kendileri raidir?
(Tûr/35)
Bu ayetteki 'şey' kelimesi 'halik' manasmdadır. Fakat çok kimseler tarafından zannedilir ki, bu ayet-i celîle de hiçbir şeyin başka birşeyden olmadıkça yaratılmaması sözkonusudur. (Oysa kainatı Allah yoktan varetmiştir).
'Karin' kelimesine gelince: Bu kelimenin de birkaç manaya geldiğine dair misaller verilebilir:
Beraberindeki arkadaşı 'Bu yanımdaki hazırdır' dedi. Atın cehenneme her inkarcı kafiri...
(Kaf/23)
Buradaki Kariı* den (arkadaştan) murad 'insanoğlunu kontrol eden melek'tir.
Arkadaşı şöyle der: 'Ey rabbimiz! Onu ben azdırmadım. Fakat kendisi uzak bir sapıklık içinde idi'.
(Kaf/27) Buradaki Karinden murad ise 'şeytan'dır.
'Ümmet' kelimesine gelince: Bu kelime sekiz manaya gelmektedir:
1.Cemaat
Kuyunun başında hayvanlarını sulayan bir ümmet buldu. (Kasas/23) Yani bir 'cemaat' buldu.
2.Peygamberlere Tabi Olanlar
'Biz Muhammed ümmetindeniz' sözü bu anlamdadır.
3.Hayırlar İşlemede Önder Olan Kişi
Gerçekten İbrahim hak dine yönelen, Allah'a itaat üzere bulunan bütün hayırlı hasletleri kendisinde toplayan bir ümmetti.
(Nahl/120) Yani önderdi
4.Din
Hayır! (Onların aklî ve naklî hiç bir delilleri yoktur. Ancak) şöyle dediler: 'Biz atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk. Biz de onların izlerince giderek hidayet buluruz'.
(Zuhruf/22)
5.Zaman
Belirli bir ümmete kadar... (Hûd/8) Yani zamana kadar...
Bir ümmetten/zamandan sonra (Yûsuf u ve kendisine söylediklerini) hatırladı da dedi ki: 'Ben size onun tabirini haber veririm. Hemen beni gönderin'
(Yûsuf/45)
6.Kamet/Endam
Nitekim filan adam 'güzel ummetli; yani 'endamlı' denir.
7.Tek Başına Bir Dine İnanan Kişi
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Zeyd b. Amr b. Nufeyl tek bir ümmet olarak haşrolunacaktır.
8.Anne Nitekim 'Şu kadıncağız Zeyd'in ümmeti/anasıdır' denir.
Ruh kelimesi de ümmet kelimesi gibi Kur'an'da birçok manalarda kullanılmıştır. Biz o misalleri zikretmekle kitabımızı uzat-mak istemiyoruz.
Kelimeler gibi harflerde de ibham vaki olabilir. Tıpkı şu ayeti celîlede olduğu gibi:
Nihayet onunla toz duman koparanlara, böylece onunla düşman topluluğu arasına girenlere ki...
(Âdiyat/4-5)
İşte buradaki 'onunla' şeklinde tefsir edilen birinci zamir, taşlara basmak suretiyle kıvılcım çıkaran atların tırnaklarından kinayedir. Yani o atlar tırnaklarıyla toz duman koparırlar. İkinci zamir ise 'hücum'dan kinayedir. O atlar sabahleyin hücum ede-rek, o hücumlarıyla düşman toplulukları arasına girmektedir ve böylece müşriklerin topluluklarını dağıtmaktadırlar.
Onunla su indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız.
(A'raf/57)
Birinci zamir olan 'onunla' bulut'tan kinayedir. İkinci zamir olan 'onunla' su'dan kinayedir. Bunun benzeri Kur'an'da çoktur.
O inceliklerden biri de beyanda tedrîcdir. Tıpkı şu ayetteki gibi:
O sayılı günler Ramazan ayıdır ki, Kur'an o ay içinde indirilmiştir'.
(Bakara/185)
Bu ayet-i celîle ile Kur'an'm o ayın gündüzlerinde mi gecelerinde mi indirilmiş olduğu keyfiyeti açıklanmamıştır.
Fakat bu keyfiyet Duhan sûresinin 3. ayetinde şöyle belirtilmiştir: 'Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik'.
Duhan sûresinin bu ayet-i celîlesiyle de Kur'an'ın inişine mahal olan gecenin hangi gece olduğu belirtilmemiştir. Ancak bu da Kadir sûresinin birinci ayetiyle belirtilmiştir: 'Şüphesiz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde biz indirdik'.
Çok zaman zahire bakılırsa bu ayet-i celîlelerin arasında ihtilaf varmış gibi görünür. Oysa gerek bu, gerekse benzeri ayetlerin hakikî tahlili ancak nakil ve sema'a (işitmeye) bağlıdır. Bu bakımdan Kur'an baştan sona kadar bu tip inceliklerle doludur. Çünkü Kur'an arap lûgatiyle inmiştir.
O halde Arap kelamının İ'caz, Tatvil, İzmar, Hazf, İbdaî, Takdim ve Te'hir gibi çeşitli inceliklerini kendinde toplamıştır ki bu şekilde inen Kur'an Arab ediblerini susturabilsin ve onlar için mu'ciz olsun.
Bu bakımdan kim Kur'an'm zahirî manasıyla yetinip çarçabuk tefsirine taraftar olup bu emirlerde nakil ve işitmeye önem vermeyip keyfî hareket ederse, işte o kimse Kur'an'ı kendi reyiyle tefsir edip cehennemde yerini hazırlayanlardan olur. Mesela, Kur'an'daki 'ümmet' teri-minden sadece herkesin malûmu olan en meşhur manayı anlayıp o manaya meyledip ve reyi de o manaya çekip orada durması gibi.
O kelimeyi başka bir yerde dinlediği zaman meşhur manasına reyiyle meyledip bu terimin birçok manaları hakkındaki nakle önem vermeyen bir kimsenin tefsiri yasaklanan tefsir kısmına dahil olabilir.
Çünkü daha önce de geçtiği gibi, bu kimse, Kur'an manalarının sırlarını çözmeden tefsirine girişmiş olur. Oysa bunları dinlemek suretiyle elde ettiği zaman, kelimelerin tercümesi olan Kur'an'ın zahirî tefsirini bilmiş olur. Oysa bu zahirî tefsir, mana-ların hakikatini anlamaya yeterli değildir. Zahirî tefsir ile mana-ların hakikatleri arasındaki fark, bir misal ile idrak olunabilir.
Ey rasûlüm! Attığın zaman sen atmadın, Allah attı. (Enfal/17)
Bunun zahirî tefsiri açıktır. Fakat manasının hakîkati çok derindir. Zira ayet-i celîlede, Rasûlullah'm atışı isbat edildiği gibi, aksi de isbat edilmektedir. Oysa bunların ikisi zahirde zıttırlar. Bir arada bulunmaları mümkün değildir. Ancak bu zıddiyet şöyle ortadan kalkabilir.
Rasûlullah'ın bir taraftan atıcı olduğunu ve diğer taraftan atıcı olmadığını bilmek gerektir. Atıcı olmadığı tarafta atan Allah Teala olur. İşte Allah Teala'nın şu ayeti de bunun gibi tefsir edilmelidir:
Onlarla muharebe edin ki, Allah sizin ellerinizle onları (öldürsün ve böylece) azap etsin. Onları perişan etsin...
(Tevbe/14)
Âyet-i celîlenin muhatabı bulunan müslümanlar öldürücüler ise, nasıl o kafirlere azap verici Allah Teala olur? Eğer Allah Teala müslümanlarm ellerini kıpırdatmak suretiyle azap verici ise, o vakit 'onlarla savaşınız' diye emir vermesinin manası nedir? İşte bu ayetin hakîkati ancak mükaşefe ilimlerinin derin ve engin denizinden yardım almak suretiyle çözülebilir ki, bu manayı zahirî tefsir vermemektedir.
Şöyle ki: Fiillerin hadise ve kudret ile irtibat durumu bilinmelidir ve aynı zamanda o hadis kudretin Allah'ın kudretiyle olan irtibat durumu da bilinmelidir ki, engin ve çözülmesi çok zor olan manalar keşfolunsun. Böylece Allah Teala'nın 'Ey Rasûlüm! Attığın zaman sen atmadın, Allah attı' (Enfal/17) ayetinin doğruluğu meydana çıkar... Umulur ki, bu mananın sırlarını keşfetmeye insan bütün ömrünü sarfetse ve bu mana ile ilgili mukaddimeler ve lahikaların çözümüne bütün hayatını harcasa, yine de bu mananın bütün lahikaları çözülmezden önce hayatı sona erip gider.
Kur'an'ın bütün kelimelerinin tahkiki için bir ömre ihtiyaç vardır. Bunlar ancak ilmin sırlarında Allah Teala tarafından kendilerine engin bilgiler ihsan edilmiş, kalpleri saflaşmış, düşünce kabiliyetleri çok yüksek olan ve kendilerini sadece araştırmaya adayan rasih alimlere görünür.
Rasih alimlerin her birisinin de terakkide bir hududu vardır. Bütün hududları geçip de terakkinin zirvesine çıkmak ise, belki de hiç kimseye nasib olmayan bir keyfiyettir. Eğer denizler mürekkep, yeryüzündeki ağaçlar da kalem olsa, yine de Allah Teala'nın kelimelerinin esrarının sonunu getiremezler.
Denizler biter yine de Allah'ın kelimeleri tükenmez. İşte böylece tefsirin zahirini bilmekte müşterek olan insanların anlayışta ayrı ayrı derecelere sahip oldukları meydana çıkar. Tefsirin zahiri ise, insanı tam hakikate vardıramaz. Bunun misali; kalp erbabından bazılarının Hz. Peygamber'in secdesindeki şu duasından farklı birşey anlamış olmalarıdır:
Öfkeden rızana sığınırını. Ukubetinden (azabından) mükafatına (affına) sığınırım. Senden sana sığınırım. Senin zatına yapmış olduğun hamd ü sena gibi, seni sena etmekten acizim.
Ona 'secde et, yaklaş' denildi, diye anlamışlardır.
Peygamber de yakınlaşmayı secdede buldu. Böylece sıfatlarına baktı. O sıfatların bir kısmından kaçarak diğer bir kısmına sığındı. Çünkü rıza ve saht (öfke) Allah'ın vasıflarıdır. (Saht'ta.n rızaya sığınır).
Sonra gittikçe birinci yaklaşma arttı. Böylece sıfatlardan zata terakki etti ve 'Senden sana sığınırım' dedi. Sonra kurb (yaklaşmak) döşeği üzerinde, istiaze (sığınmak) sayesinde elde ettiği feyiz ile git-tikçe yaklaşması daha da arttı. Bu sefer Allah'ın medh ü senasına sığınarak 'senanı sayamam' diye hamdetmeye başladı. Sonra bunun kusur olduğunu bilerek şöyle dedi: 'Kendi kendini medh ü sena ettiğin gibisin'.
İşte bu gibi tefsirler, kalp erbabına açılan feyiz kapılarıdır. Sonra bunların da ötesinde nice derinlikler vardır. O da yaklaşmanın manasını anlatmak ve secde ile elde edilmesini bilmek demektir. Bir sıfattan diğerine ve zattan zata sığınmanın manaşî da o enginliklerdir.
Bu sırlar sayılmayacak kadar çoktur. Lafzın zahirî tefsiri katîyyen buna delalet etmez. Evet, o zahirî tefsir bunlara delalet etmediği gibi, aralarında zahirî tefsir ile ters düşecek bir keyfiyet de sözkonusu değildir. Belki o sırların deşilmesi, zahirî tefsir için bir nevi kemaldir. Zahirden onun özüne varmaktır, Bu sırları deşmekten gayemiz zahirî tefsire ters düşsün diye değildir. Aksine batınî manalarının anlaşılması için, bütün bu misalleri getirdik. Allah herkesten daha iyisini bilir.
Burada Kitabu Adabı Tilavet'il-Kur'an (Kur'an Okumanın Adabı) bölümü sona erdi. Hamd, alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur. Salat ve selam, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'e ve alemlerden seçilmiş her kula ve Hz. Muhammed'in aline ve ashabmadır!
Bu bölümün ardından -inşaallah- Kitabu'z-Zikr ve'Da'avat (Zikirler ve Dualar) bölümü gelecektir. Yardım edici olan sadece Allah'tır. Ondan başka rab yoktur!





