Tesbih, Hamd ve Diğer Zikirlerin Fazileti
Hadîsler
Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Her namazdan sonra otuzüç defa sübhanallah, otuzüç defa elhamdülillah ve otuzüç defa Allahu Ekber deyip yüz sayısını da la ilahe illallahu vahdehû la şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve ala külli şey'in kadîr ile tamamlayan kimsenin, deniz köpüğü kadar dahi olsa bütün günahları bağışlanır.31
Günde yüz defa sübhanallahi ve bihamdihî diyen kimsenin deniz köpüğü kadar dahi olsa tüm günahları affolunur.32
Adamın biri Hz. Peygambere gelerek şu şikayette bulunur:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Dünya bana sırt çevirmiş ve elimdeki servet de azalmıştır. (Bu konuda ne buyuruyorsunuz?)
- Sen meleklerin namazı gibi namaz kılıp, mahlûkatın tesbihî gibi tesbih etmez misin? Onlar bu namaz ve tesbih sayesinde rızıklanmaktadır?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Meleklerin namazı ile mahlûkatın tesbihi de nedir?
- Fecir ile sabah namazı arasında 'Sübhanallahi ve bi hamdihî sübhanallahil-azîm estağfirullah' (Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir. Bunu, kendisinin hamdiyle itiraf ediyorum. Azîm olan Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir. O'ndan af dilerim) kelimelerini yüz defa söyle! Bunu yaptığın takdirde dünya zelîl ve itaatkar olarak sana gelecektir. Diğer taraftan Allah Teala bu sözlerin herbir kelimesinden, kıyamete kadar kendisini tesbih ede cek bir melek yaratır ki bu tesbihin sevabı da senin defterine yazılır.33
Kul elhamdülillah dediğinde bu kelime (manen) gök ile yer arasını, ikinci defa dediğinde ise ta yedinci gökten yerin en alt tabakasına kadar doldurur. Üçüncü defa elhamdülillah dediği zaman da Allah Teala, ona 'Ey kulum! İste! İstediğin sana verilecektir' karşılığını verir. 34
Rıfae ez-Zarkî (veya Zurkî)35 şöyle anlatır: Bir gün Hz. Peygamber'in ardında namaz kılıyorduk. Başını rükûdan kaldırıp da Semiallahü limen hamideh dediğinde cemaatten birisi Rabbena lekel-hamd hamden kesîren tayyîben mübareken fîh (Ey rabbimiz! Bol, güzel ve bereketli hamd sana mahsustur) dedi. Namazdan sonra Hz. Peygamber 'Demin konuşan kimdi?' diye sordu. O şahıs kalkarak 'Ey Allah'ın Rasûlü! Konuşan bendim' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Otuz küsûr meleğin, senin söy-lediğin kelimeleri yazmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm'.36
(Kur'an'da) el-Bakıyatu's salihat (diye tabir edilen kelimeler) şunlardır: a) La ilahe illallah (Allah'tan başka hak ma'bud yoktur), b) Sübhanallah (Allah'ı her türlü eksiklikten ve noksanlıktan tenzih ederim), c) Elhamdülillah (Hamd ancak Allah'a mahsustur), d) Allahu Ekber (Allah herşeyden daha yücedir), e) La havle ve la kuvvete illa billah (Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak Allah'ın yardımıyladır).37
Yeryüzünde bulunup da 'Allah'tan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha yücedir. Allah'ı her noksanlıktan tenzih ederim. Hamd O'na mahsustur. Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak Allah'ın kudret ve kuvvetiyle olur' diyen hiç kimse yoktur ki deniz köpüğü kadar dahi günahı olsa bağışlanmış olmasın'.
Bu hadîs, İbn Ömer'den rivayet edilmiştir.38
Nu'man b. Beşir Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:
Allah'ın celalini zikrederek tesbih ve tekbirle hamdini yerine getirenlerin zikir, tesbih, tekbir ve tahmidleri Allah Teala'nın arşını çepeçevre arı kovanı gibi vızıltıları olduğu halde- kuşatır ve böylece sahiplerini, yani dünyada kendilerini yapan kimseleri anarlar. Hanginiz Allah nezdinde kendisini devamlı olarak anan birşeyi olsun istemez.39
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:
'Allah'ı tenzih ederim. Hamd O'na mahsustur. O'ndan başka ma'bud yoktur. O herşeyden yücedir' demem, benim yanımda, üzerine doğan herşeyden daha sevimlidir.40
Hadîsin diğer bir rivayetinde la havle ve la kuvvete illa billah sözleri de vardır. Aynı rivayette Hz. Peygamber'in bu kelimenin dünyadan ve içindeki herşeyden daha hayırlı olduğunu da söy-lediği belirtilmektedir.
Semure b. Cündüb'ün rivayet etmiş olduğu başka bir hadîste de Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Allah katında en sevimli kelimeler şu dört kelimedir: a) Sübhanallah, b) Elhamdülillah, c) La ilahe illallah, d) Allahu Ekber. Bu kelimelerin herhangi birisinden başlamakta bir beis yoktur!41
Ebu Malik el-Eş'arî Rasûlullah'tan şu hadîsi rivayet etmiştir:
Temizlik imanın parçasıdır (veya yarısıdır). Elhamdülillah sözü (kıyamet gününde kişinin) mizanını doldurur. Sübhanallahi vallahu ekber sözü de (manen) yer ile gök arasını doldurur. Namaz nûrdur. Sadaka (kıyamet gününde sahibi için bir) burhan ve delildir. Sabır aydınlık ve ışıktır. Kur'an ise lehte veya aleyhte hüccettir. İnsanlar ya nefsini satıp onu felakete düçar veya nefsini satın alıp onu azad ettikleri halde sabahlarlar.42
Ebu Hüreyre Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Söylenmeleri kolay olup mizanda ağır gelen iki kelime vardır ki bunlar, Rahman olan Allah'ın nezdinde de sevimli kelimelerdir. Bu iki kelime, Sübhanallahi ve bihamdihî (Kendisinin hamdiyle Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) ile Sübhanallahi'l-azîm (Azîm olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) kelimeleridir.43
Ebu Zer el-Gıfarî (r.a) 'Allah nezdinde en makbûl ve en sevimli konuşma hangisidir?' diye sorduğunda, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: 'Allah Teala'nın melekleri için konuşma olarak seçtiği şu cümlelerdir: Sübhanallahi ve bihamdihî (Kendisinin hamdiyle Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim). Sübhanallahi'l-azîm (Yüce olan Allah her çeşit eksiklik ve nok-sanlıktan münezzehtir)'.44
Ebu Hüreyre Rasûlullah'tan (s.a) şu hadîsi rivayet eder:
Allah Teala konuşmalardan şu cümleleri seçmiştir: 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd O'na mahsustur. Allah'tan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha büyüktür'. Kul Sübhanallah dediği zaman kendisine yirmi hasene yazılır ve defterinden de yirmi seyyie silinir. Allahu Ekber dediği zaman da aynı şey olur.45
Hz. Peygamber hadîste geçen diğer kelimeleri de aynı minval üzere değerlendirmiştir.
Cabir (r.a), Rasûlullah'tan (s.a) şu hadîsi rivayet eder:
Kim 'Sübhanallahi ve bi hamdihî' derse onun için cennette bir hurma ağacı diktirilir.46
Ebu Zer el-Gıfarî (r.a) şöyle anlatır: Ashab-ı kiramın fakirleri Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dert yandılar: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Zenginler bütün ecirleri elde etmektedirler. Bizim kıldığımız gibi namaz kılar, tuttuğumuz gibi oruç tutarlar; üstelik de mallarının fazlasını Allah yolunda sadaka olarak verirler. (Oysa biz bunlardan mahrumuz)'. Rasûlullah da şöyle cevap verdi: Allah Teala'nın size, kendi yolunda sadaka olarak vereceğiniz birşey ihsan etmediğini mi sanıyorsunuz? Sizler için her tesbîhinize karşılık bir sadaka ecri olduğu gibi, her tahmid (hamd) ve tehlîlinize (La ilahe illallah) karşılık da bir sadaka ecri vardır. Her getirdiğiniz tekbir bir sadaka sayılır. Yapacağınız emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münkeriniz de sadakadır. Herhangi birinizin hanımının ağzına koyduğu lokmalar da sadakadır. Hatta hanımınızla cima' etmeniz bile sadakadır.
Bu söz üzerine, gelenler Rasûlullah'a sordular:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Herhangi birimize, şehvetini dindirdiği cima'da da mı ecir vardır?
- Söyleyin bakalım kişi bu fiili helaliyle değil de, bir yabancıyla ve zina olarak yapsaydı günah olur muydu?
- Evet, ya Rasûlullah! Günah olurdu.
- İşte zina yapmakta günah olduğu gibi, helaliyle cima' etmekte de ecir vardır.47
Ebu Zer el-Gıfarî (r.a) Hz. Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Servet sahipleri ecir hususunda bizi geçtiler. Bizim söylediklerimizi onlar da söylemekte ve üstelik de infakta bulunmaktadırlar. Bizse, malımız olmadığı için infakta bulunamıyoruz' der. Hz. Peygamber de ona şöyle cevap verir:
Ey Ebu Zer! Sana, yaptığın takdirde senden önce geçmiş olanlara yetişmeni ve senden sonra gelecek olanlardan da üstün olmanı sağlayacak bir ameli haber vereyim mi? Ancak bu ameli yapanlar seninle eşit olabilir. Bu amel de her namazdan sonra otuzüç defa sübhanallah, otuzüç defa elhamdülillah ve otuzdört defa da Allahu Ekber demendir.48
Buseyre adlı sahabî kadın da Rasûlullah'tan şu hadîsi rivayet etmektedir: Ey kadınlar! Tesbih, tehlil ve takdisi çokça yapınız ve sakın gafillerden olmayınız. Bunları yaparken de parmaklarınızla sayınız; çünkü parmaklar şahitlik yapacaklardır.49
Yani parmaklar kıyamet gününde Allah'ın huzurunda, kendileriyle tesbih, tehlil ve takdis yaptığınıza dair şahidlik edeceklerdir.
İbn Ömer (r.a) şöyle diyor: 'Rasûlullah'ın tesbih sırasında parmaklarını kapattığını gördüm'.50
Ebu Hüreyre ve Ebu Said el-Hudrî'nin şehadetiyle Allah Rasûlü'nün (s.a) şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
Kul 'La ilahe illallahu vallahu ekber' dediği zaman, Allah Teala karşılık olarak 'Kulum doğru söyledi. Benden başka ma'bud yoktur ve ben herşeyden daha yüceyim' buyurur. Kul 'La ilahe illallahu vahdehû la şerîke leh' dediği zaman Allah Teala 'Kulum doğru söyledi. Benden başka ma'bud yoktur' der. Kul 'La ilahe illallah ve la havle vela kuvvete illa billah' dediği zaman da "Kulum doğru söyledi. Günahtan vazgeçip ibadete yönelmek ancak benim kuvvetimle olur. Bu kelimeleri son nefesinde söyleyen kimseyi ateş yakmaz buyurur.51
Mus'ab b. Sa'd'ın babasından rivayet ettiğine göre Rasûlullah sahabîlerine şöyle der:
- Herhangi biriniz günde bin hasene kazanamaz mı?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?
- Günde Allah'ı yüz defa tesbih eden kimseye bin hasene
yazılır ve aynı zamanda bu kimseden bin seyyie düşürülür;
yani defterinden silinir.52
Hz.Peygamber (s.a),Abdullah b.Kays'a (Ebu Musa el-Eş'arî'ye) şöyle der:
- Sana cennet hazinelerinden birini haber vereyim mi?
- Evet, ey Allah'ın Rasûlü!
- O halde la havle ve la kuvvete illa billah de!53
Başka bir rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sana arşın altındaki hazineden bir kelime öğreteyim mi? Bu kelime la havle ve la kuvvete illa billah'tır.
Ebu Hüreyre şöyle rivayet ediyor:
Sana arşın altındaki cennet hazinelerinden olan bir amel öğreteyim mi? Bu amel 'La havle ve la kuvvete illa billah' demektir. Kul böyle dediği zaman, Allah Teala ona şu karşılığı verir: 'Kulum bana itaat etti ve teslim oldu'. 54
Bir başka hadîs de şöyledir:
Kim sabahladığı zaman, 'Rabb olarak Allah'a, din olarak İslam'a, imam olarak Kur'an'a, rasûl ve nebî olarak da
Muhammed Mustafa'ya razı oldum' derse, Allah Teala'ya kıyamet gününde o kulunu razı etmek düşer.55
Başka bir rivayet de 'Kim böyle derse Allah ondan razı olur' şeklindedir.
Tabiîn-i kiramdan Mücahid (r.a) şöyle buyurmaktadır "Kişi evinden çıktığı zaman Bismillah derse, beraberinde bulunan melek 'Sen hidayete erdin ve isabet ettin' der. Tevekkeltü alellah dediği zaman 'Sen bütün kötülüklerden emin oldun'; La havle ve la kuvvete illa billah dediği zaman 'Sen korundun' der. Bunun üzerine bütün şeytanlar o kişinin etrafından dağılıp kaçarlar ve bir birlerine 'Hidayete ermiş ve Allah'ın himayesine girerek korunmuş bir kişiden ne istiyorsunuz? Çünkü böyle bir kişiyi saptırmanız mümkün değildir' derler".
Eğer 'Dile bu kadar hafif ve zahmeti bu kadar az olan Allah'ın zikri neden o kadar meşakkatli ve zahmetli olan diğer ibadetlerden daha üstün ve faydalıdır?' diyecek olursan şöyle cevap veririz: Bu meseleyi derin bir şekilde tedkik etmek mükaşefe ilminin kapsamına girer.
Muamele ilminde söylenilmesine izin verilen miktarı şudur: Faydalı ve tesirli olan zikir, ancak huzur-u kalple ve daimî olarak yapılan zikirdir. Gafil bir kalple yapılan zikir ise, sadece lisan ile yapıldığı için pek büyük menfaatler sağlamaz. Bu keyfiyeti teyid eden nice haberler vardır. Kısa bir müddet huzur-u kalple zikir yapıp kalan zamanlarında Allah'tan gafil olarak dünya ile meşgul olunması menfaati az hareketlerdendir. En faydalısı devamlı olarak Allah'tan gafil kalmaksızın kalp huzurunu temin etmektir veya hiç olmazsa vaktin çoğunu bu şekilde geçirmektir. İşte böyle bir zikir, ibadetlerden üstündür ve böyle bir zikirle diğer ibadetler de şereflenirler. Zaten amelî ibadetlerin semeresi ve gayesi böyle bir zikirdir.
Zikrin evveli ve ahiri vardır. Evveli, Allah ile ünsiyet ve muhabbeti gerektirir. Sonu ise, yine ünsiyet ve muhabbet gerektirmekte ve bu ünsiyet ve muhabbetten sudûr etmektedir. Zikirden gaye de bu ünsiyet ve muhabbeti elde etmektir. Mürid, işin başında kalbini ve lisanını vesveselerden zoraki olarak çevirip Allah'ın zikrine yöneltir. Eğer bu zikri devamlı bir şekilde yapmaya muvaffak olursa sonunda onunla ünsiyet kazanır ve va'dedilenin sevgisi kalbine yerleşir. Bu keyfiyet sana uzak ve garip görünmesin; çünkü sıradan işlerde de kaide şudur ki; hazır bulunmayan bir kimseyi, yanında devamlı olarak anmak sûretiyle hazırda bulunan bir kişinin kalbine yerleştirmek mümkündür.
Böylece kişi, huzurunda sık sık yadedilen kimseyi sevmeye başlar. Hatta bazen vasıflarını çok işittiğinden ve yanında fazlasıyla yadedilmesinden ona aşık bile olur. Böylece ilk önce zoraki olarak ve çokça yadetmekle aşık olan kimse sonunda o maşuku çokça yadetmek durumunda kalır; öyle ki onu yadetmeksizin duramaz olur.
Zira herhangi birşeyi seven kimse onu çokça yadetmeye başlar. Tekellüf de olsa birşeyi çokça yadeden kimse sonunda onu sevmeye başlar. İşte böylece zikrin evveli tekellüf ve zorluktur. Bu hal yadedilenin sevgisinin ve ünsiyetinin yadedenin kalbinde yerleşmesine kadar devam eder. Sonra yadeden kalbine yerleşmiş olan şeyi veya kimseyi yadetmekten kendisini alamaz. Bu bakımdan bu sefer icab ettiren icab olunan, meyve de meyve veren olur.
Âriflerden birinin 'Yirmi sene Kur'an'ın meşakkatini çektikten sonra yirmi sene de onunla nimettendim' sözünün manası da bu olsa gerektir; zira nimetlenmek ancak ünsiyet ve muhabbetten sudûr eder. Ünsiyet ise ancak zorluklar tabiî hale dönüşünceye kadar uzun süre meşakkatlere katlanmaktan sudûr eder. Bu bakımdan bu durum nasıl uzak ve garip olarak karşılanabilir? Oysa insanoğlu önceleri sevmediği bir yemeği kendisini zorlamak suretiyle yeyip meşakkatini çeker ve böyle devam ederse, sonunda sevmeye başlar. Hatta bazen öyle bir hale gelir ki, artık onsuz duramaz.
Nefis tekellüfle kendisine yükletilen şeyi, tahammül etmek sûretiyle adet haline getirir. (Nitekim, şair bu hakikati şöyle ifade etmiştir:) 'Nefis, kendisine yüklenilen herhangi birşeyi adet edi-nir'. Yani başta hoşlanmayıp zoraki bir şekilde kendisine yüklenen birşeye sonunda alışır ve o şey kendisi için tabiî olur.
Bu girişlerden sonra (bilmelisin ki) Allah'ın zikriyle ünsiyet kazanan kimse başkalarının zikrinden ayrılır. Başkalarından maksat ölümü anında insanoğlundan ayrılan şeylerdir. Kabirde insanoğluyla beraber ne ehli, ne malı, ne çocuğu ve ne de makam ve rütbesi kalır. Onunla beraber ancak Allah'ın zikri kalır. Eğer hayattayken bu zikir ile ünsiyet kazanmışsa kabirde ondan faydalanır. O anda dünyada iken kendisini Allah'ın zikrinden alıkoyan herşeyin sonu gelir ve böylece zikir ile başbaşa kalır. Bu zikirde lezzetin her çeşidini bulur; zira dünya hayatında zarurî ihtiyaçlar kendisini ister istemez Allah'ın zikrinden alıkoymuştur. Ölümden sonra ise, böyle birşey sözkonusu değildir.
Böylece kişi ölümden sonra, mahbubuyla başbaşa kalmış olur ve ona olan hayranlığı da artar. Kendisini mahbubundan alıkoyan hapishaneden de kurtulmuş olur. Bu sırra binaen Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ruh'ul-Kudüs (Cebrail veya Allah'ın fermanı) kalbime şöyle üfledi: 'İstediğini sevebilirsin. (Nasıl olsa) ondan ayrılacaksın'.56
Hz. Peygamber burada dünya ile ilgili şeyleri kasdetmektedir; zira dünya ile ilgili herşey ölümle sona erer. Bu bakımdan yeryüzündeki her nesne fanidir; ancak celal ve ikram sahibi olan rabbinin zatı bakîdir, ebedîdir. Kişinin ölümüyle dünya sona erer. Fakat dünyanın asıl sona erişi kendisi için tayin edilen vakittedir. Kul öldükten sonra, Allah Teala'nın huzuru manevîsine varıncaya kadar bu ünsiyetten faydalanır.
Kabirlerde haşrolunduktan sonra zikirden mülakat mertebesine yükselmiş ve böylece göğüslerdeki hakîkat açığa çıkar. Sakın 'Ölümünden sonra insanın yanında Allah'ın zikri kalmaz' diye inkara kalkışma ve 'İnsan yok oldu. Bu bakımdan Allah'ın zikri nasıl olur da onunla kalır?' deme. Zira insanoğlu, ölümle, yanında zikir kalmayacak şekilde yok olmaz. Aksine onun yokluğu dünya ve mülk ile şehadet alemindendir. Melekût aleminden ise yok olmuş değildir; bilakis o alemde vardır.
Nitekim Hz. Peygamber şu hadîs-i şerîfleriyle bu hususa işaret etmiştir: Kabir, ya ateş (cehennem) çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir.57
Şehidlerin ruhları yeşil kanatlı kuşların kursaklarındadır.58
Bedir'de öldürülen müşrikler hakkında varid olan şu hadîs-i şerîf de aynı şekilde, bir işarettir:
Ya filan! Ya filan! Rabbinizin size va'dettiğini hak olarak buldunuz mu? Ben rabbimin bana va'dettiğini hak olarak buldum.
Resulullah'ın bu konuşmasını dinleyen Hz. Ömer (r.a) sorar: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ölüler nasıl duyup, sana nasıl cevap verebilirler ki?' Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurur: 'Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, onlar benim konuşmamı sizden daha iyi duyarlar. Fakat cevap vermeye muktedir değillerdir'. (Müslim)
Rasûlullah mü'minler ve şehidler hakkında şöyle buyurmuştur: 'Ruhları yeşil kanatlı kuşların kursağında olup Allah'ın arşının altında asılıdırlar'.59
Şu hal ve bu kelimelerle işaret olunan durum, Allah Teala'nın zikrine münafi ve zıt düşmemektedir.
Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
Sakın Allah yolunda öldürülenleri 'ölüler' sanma. Doğrusu onlar rableri katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan dolayı neşeli haldedirler ve arkalarından kendilerine şehadet rütbesiyle katılamayan mücahidler hakkında şunu müjdelemek isterler. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır, (Âlu îmran/169-170)
Allah Teala'nın zikr-i ilahîsinin şerefi için şehadet mertebesi bu kadar yüceldi. Zira hedef hatime ve sonuçtur. Hatime ve sonuçtan gayemiz dünyaya veda edip kalbin Allah ile müstağrak olduğu halde onun huzuruna varmak ve ondan başka herşeyden bütün ilgileri kesmektir.
Bu bakımdan eğer bir kul himmetini tamamen Allah Teala'ya hasredebiliyorsa, bilmiş olsun ki bu hal üzere ölmeyi ancak muharebe saflarında elde edebilir. Zira bu saffa iştirak eden bir kimse, canından, malından, ailesinden ve evladından vazgeçmiştir. Hatta bütün dünyadan vazgeçmiştir. Çünkü böyle bir kimse dünyayı ahiret için ister...
Böyle bir yere takılmakla Allah sevgisi yolunda hayatını hiçe saymış ve ancak onun rızasını taleb etmiştir. Allah Teala için her şeyinden tecerrüd etmekten daha büyük birşey düşünülemez ve bundandır ki, şehidlik mertebesi Allah tarafından üstün kılınmıştır. Hakkında hadsiz hesapsız faziletler varid olmuştur.
Nitekim Abdullah b. Amr el-Ensarî Uhud savaşında şehid düştüğü zaman Hz. Peygamber (s.a), oğlu Cabir'e şöyle demiştir:
- Ey Cabir! Sana müjde vereyim mi?
- Evet! Allah sana hayırlı müjdeyi versin ya Rasûlullah, ver.
- Allah Teala senin babanı diriltti ve huzurunda oturttu.
Onunla Allah arasında herhangi bir perde olmaksızın
Allah Teala kendisine şöyle buyurdu: 'Dilediğini benden iste
ey kulum! Sana her istediğini vereyim. O da bu hitap
karşısında Allah Teala'dan şöyle niyazda bulundu: 'Yarab!
Senden isteğim beni dünyaya göndermendir ki, senin ve rasûlü'nün uğrunda ikinci bir defa şehid olayım', Allah Teala (c.c) şöyle buyurdu: "Daha önce hükmüm 'ölümden sonra insanlar dünyaya gönderilmeyecektir' şeklinde karara bağlanmıştır".60
Bu hakikatlerden sonra Allah yolunda ölmek, böyle bir hal üzere hayatın neticelenmesine sebeptir. Zira kişi eğer bu şekilde ölmeyip bir müddet daha yaşasaydı belki dünya şehvetleri kendisine dönüp kalbini kaplayan Allah zikrine galebe çalabilirdi! İşte bu sırra binaen ehl-i marifetin son andan korkuları oldukça büyüktür. Zira kalp, her ne kadar Allah Teala'nın zikrine yapışırsa da dönek olduğu için dünya şehvetlerine yeniden iltifat etmekten uzak değildir ve kendisinde herhangi bir gevşeme başgösterebilir.
Bu bakımdan kişinin bu hal sonunda kalbinde dünya işi belirir ve dünya işi kendisine galip gelirse ve aynı hal içinde dünyadan irtihal ederse, bu istilanın tesirinde kalması yakın bir ihtimal olur. Bu bakımdan böyle bir durumda ölümden sonra inleyecek ve ikinci bir defa dünyaya dönüp bu durumunu düzeltmek için temennide bulunacaktır. Bu ikinci defa dünyaya dönüş arzusu ise ahiretteki nasibinin azlığından neş'et etmektedir. Zira kişi neyin üzerinde yaşıyorsa onun üzerinde ölmekte ve neyin üzerine ölüyorsa onun üzerine de haşrolunmaktadır. Bu bakımdan bu tehlikeden en uzak hal neticenin şehitlikle sonuçlanmasıdır. Bu da şehidin dünyayı elde etmek veya 'kahramandı' desinler veya buna benzer fasid ni-yetlerde bulunmamak kasdına bağlıdır.
Nitekim bu husus hadîste 'yücelmesi kastolunmalıdır' şeklindedir. İşte bu halden 'Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır' diye bahsedilmiştir. Böyle bir kişi dünyasını ahirete satmış ve dünya karşılığında ahireti satın almıştır. Şehidin hali senin La ilahe illallah sözünün manasına muvafık düşer.
Çünkü şehidin de Allah'tan başka maksudu yoktur. Zira insanın her maksudu mahbubudur. Her ma'bud da ilahıdır. Bu bakımdan bu şehid hal diliyle La ilahe illallah der; zira Allah'tan başka onun maksudu yoktur. Kim diliyle La ilahe illallah deyip hali buna uygun değilse, onun işi Allah'ın meşiyetindedir ve böyle bir kimsenin hakkında tehlikeden emîn olmak sözkonusu değildir. İşte bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) La ilahe illallah demeyi diğer zikirlerden daha üstün saymıştır. Bunu birçok yerlerde tergib olarak, mutlak ve kayıtsız bir şekilde zikretmiştir. Sonra hakikî manasını belirtmek için bazı hadîslerde Sıdk ve İhlas ile kayıtlandırarak şöyle buyurmuştur: 'Kim ihlas ile La ilahe illallah derse...' İhlasın manası; halin kale yardımcı olmasıdır. (Yani kalbin dile muvafık ve mutabık bulunmasıdır).
Bizi son nefesimizde hal ve kal bakımından La ilahe illallah ehlinden eylemesini Allah'tan dileriz. Bizi zahir ve batında bu mübarek sözü söyleyenlerden kılmasını rahmetinden niyaz ederiz ve bizde bu halin dünyaya veda edinceye kadar devam edip dünyaya iştiyak gözüyle iltifat etmemeyi, aksine dünyadan kaçınıp Allah Teala'nın mülakatına layık bulunanlardan eylemesini Allah Teala'dan talep ederiz. Çünkü Allah ile mülakatı seven bir kimsenin mülakatını Allah da sever. Kim Allah'ın huzuruna varmaktan hoşlanmazsa, Allah da onun kendisine gelmesinden hoşlanmaz.
İşte bütün bunlar zikir manalarına işaretlerdir. Muamele ilmi çerçevesinde bu işaretlerden daha fazlasını söylemek imkan dahilinde değildir.
31) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
32) Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
33) Müstağfirî (İbn Ömer'den garib olarak)
34) Irakî bu hadisin bu ibare ile nakline tesadüf etmediğini kaydeder.
35) Rıfae b. Rafî b. Malik. Bedir savaşına iştirak eden ashab-ı kiramdandır.
Muaviye b. Ebî Süfyan'ın iktidara geldiği döneme kadar
yaşamıştır.
36) Buharî
37) Nesaî, İbn Hibban ve Hakim, (Ebu Said'den)
38) Hakim, (Abdullah b. Amr'dan)
39) İbn Mace ve Hakim
40) Müslim
41) Müslim
42) Müslim
43) Buharî ve Müslim
44) Müslim
45) Nesaî
46) Tirmizi, Nesaî, İbn Hibban ve Hakim
47) Müslim
48) İbn Mace
49) Ebu Davud ve Tirmizî
50) Ebu Davud, Nesaî ve Tirmizî, (Abdullah b. Amr'dan)
51) Tirmizî, Nesaî, İbn Mace ve Hakim
52) Müslim
53) Buharî ve Müslim
54) Nesaî ve Hakim
55)Nesaî, Hakim ve Tirmizî
56) Kitab'ul-İlim, yedinci bölümde geçmişti.
57) Tirmizî, (Ebu Said'den)
58) Müslim, (İbn Mes'ud'dan)
59) İbn Mace, (Ka'b b. Malik' den)
60) Tirmizî, İbn Mace ve Hakim, (Cabir'den)





