0
Siyasetin "Allah ne verdiyse" modunda işlediği bir bağlamda dile gelen kimi açıklamaları "ilkesel" bir zemin üzerinden tartışmak pek cazip olmasa da Türkiye'nin 8 Haziran'dan sonra da varlığını devam ettireceğini dikkate alarak konuşmak durumundayız. Kimin ne söylediği, ne konuştuğu, ne şekilde konuştuğu söz konusu bağlamın sıcaklığından sıyrılarak ele alınmasında fayda var. Aynı şekilde bu ele alışlar siyasal arenada oluşan "sessiz ittifaklar"ın işlevselliğine ve yarının Türkiye'sinde hangi "kurucu-yapıcı siyasete" tekabül edeceğini kestirebiliriz.
İki binli yılların Türkiye'sinin temel tartışma konularından birisi olan "anadilde eğitim" ile ilgili CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun geçenlerde katıldığı bir televizyon programında verdiği cevap dikkate değerdi. Sorulan "anadilde eğitim" sorusuna Kılıçdaroğlu özetle şu cevabı veriyor: "Biz İstanbul'da bir toplantı yaptık. Pedagogları da davet ettik oraya. Çocuğun üstün yararını dikkate alarak bu sorunun çözülmesi lazım. Avusturya'dan gelen bir hoca kendi çocuklarının Avusturya'da okula başlarken yaşadıkları sıkıntıları anlattı ve dedi ki, dünyada bu uygulamalar biraz farklı ana dilde eğitim konusunda. Ben de kendisinden rica ettim bize bir rapor hazırlayıp gönderebilir misiniz dünya uygulamalarına bir bakalım nedir ne değildir diye. Buna kararı pedagogların vermesi lazım siyasetçilerin değil."
Muhakkak ki bu sözler öylesine söylenmedi. Çünkü "anadilde eğitim" başlığı, teknik bir konu olmanın çok ötesinde devlet-toplum ilişkisinden temel hak ve özgürlüklere uzanan geniş bir alanla ilgili olduğu ortada. Bu cevaplar üzerinden bir "siyasal okuma-zihniyet analizi" yapıldığında karşımıza trajik bir durum çıkıyor. Yaşanan gerçekliği, zamanın dinamiklerini görmeyen ve Cumhuriyet'le hayata geçirilen yanlış bir pratiğin meşruiyet alanı pedagoji üzerinden yenilenmek isteniyor gibi bir izlenim ediniyor insan. Her cümle başlı başına sıkıntılı, her cümle tartışmaya açık, her cümle rahatsız edici.
Ülkenin gerçekliğinden azade bir "siyasal fantezi" üzerine yaslanan bu görüşün neresini düzelteceğiz bilmiyorum. Temel bir insan hakkının açık ve net bir üslupla dile getirilemeyişine mi yanalım? Onlarca yıldır yakıcı bir şekilde boğuşulan, tartışılan konu ile ilgili Avustralya'dan uzman çağrılmasına, görüş istenmesine, rapor hazırlatılmasına mı yanayım? Siyasetin sorumluluk alanında olan ve bugüne kadar da politik arenanın müdahalesine açık tutulan uygulamanın şark kurnazlığıyla "pedagoji"ye havale edilmesine mi yanayım? Yoksa çocukların "üstün yararı" diye başlayan pek hümanist yaklaşımın temel bir insan hakkını gölgelemek için ileri sürülüşüne mi yanayım?
Gerçekten bilmiyorum. Türkiye'de temel hak ve hürriyetlerin bile, karşılanmayı bırakın kabul edilmesinde yaşanan çekingenliği görünce insan kahroluyor. Kardeşim anadilde eğitim tüm temel metinlerde temel bir insan hakkıdır. Bırakın temel insan hakları metinlerini bu ülkenin sosyal-kültürel-inanç kodlarında anadil üzerindeki en küçük müdahale gayrı meşrudur, yakıcıdır, yıkıcıdır, insafta vicdanda karşılığı yoktur. Bunu tartışmak, konuşmak, acaba demek başlı başına büyük bir seviye kaybı, aşağılama hakaret anlamına gelir.
Efendim, deniyor ki Avustralya'dan uzmana soracağız. Allah aşkına nasıl oluyor, niye oluyor? Önce bir kabul edelim, "anadilde eğitim" talebinin pazarlıksız, şeksiz şüphesiz hak olduğunu. Bunun için uzak diyarlara gitmeye gerek yok. Biraz insaf, biraz vicdan, birazcık akıl zaten olması gerekeni söyleyecektir. Nasıl olacağı, ne kadar olacağı bu hak kabul edildikten sonra oturulup konuşulur, tartışılır. Zorunlu tek dil eğitiminde bile 80 küsur yıldır yapboz halindeyiz. Öyle 2x2=4 gibi basit formüller yok. Sabit, stabil her derde deva formüller yok.
Ruhu daralıyor insanın. "Pedagoglar karar versin, siyaset de yapsın." Nasıl teknik bir bakış, nasıl keskin bir kafa, nasıl inanmış, adanmış bir hal? "Araçsal aklın" zirvesi. 19 yüzyılın kaba pozitivizminde tertemiz yıkanmış, şüpheden, eleştiriden arınmış pir-ü pak bir zihin. Bu alan pedagogların; onlar hakikati keşfettiler, söyleyecekler, biz yapacağız! Acziyetin veya kurnazlığın ifadesi değilse bu ifade o zaman tam bir trajedi ile karşı karşıyayız demektir. Bilimi toplum mühendisliğinin amansız bir silahına çeviren karanlık bir pratiğin son havarisi konuşuyor gibi. Kardeşim, temel hak ve özgürlük alanında pedagog ne diyecek? "Anadilde eğitim" olmaz mı diyecek? Ayrıca eğitimin politik olandan bağımsız bir alan olduğuna mı inanmamızı istiyorsun? Yoksa sen bizi kandırmaya mı çalışıyorsun pedagog, medagog ayağına?
İnsanların temel haklarının bilinçaltında tahakküm kurmuş "güvenlik siyaseti"ne kurban edilmesi üzerine işliyor bizim siyasi tarihimiz. Ufak da olsa pratikte bazı mesafelerin alındığı bir konuda önceki pozisyona avdet etmek tarihten çıkma teşebbüsüdür. Topluma değil fantazyaya yaslanma girişimdir. Maalesef, Kılıçdaroğlu'nun ağzından rahatça çıkıveren bu sözler, CHP'nin zihinsel kodlarındaki yapısal sorun alanına ve bu alandan neşet eden çaresiz stratejilerine göndermede bulunuyor.
Nasıl oluyor anlamadım ama Kılıçdaroğlu'nun tarih ve toplum hilafına konumlanışına dert yanarken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mitinglerde "Zorunlu Din Dersine karşı çıkıyorlar" şeklinde halka hitap ettiğini görüyorum. Gel de ayıkla pirincin taşını.
Abdulbaki DEGER
[email protected]